Atatürk, fedakarlık demekti. Dr. Orhan Çekiç bir televizyon kanalına verdiği kısa demecinde Atatürk’ün Savarona ve oradan Dolmabahçe’ye geçiş günlerini anlatmıştı. Program ile tüm ülke göz yaşları ile Atatürk’ün ölümü beklerken, Hatay’ı Fransızlardan kurtarıp Türk Milletine son armağanı olarak verirken sağlığını ve inceliğini gördü bir kez daha.
Atatürk son senesinde 1 Haziran ile 26 Temmuz arası Savarona’daydı. Çünkü oturmayacak kadar hastaydı ve askeri, milleti O’nu öyle görsün istememişti, Hatay sorununu çözmeden de hasta yatağına geçmek istemiyordu.
5 Temmuz’da Hatay kurtulmuş, 23 Temmuz’da ana vatana katılmıştı. 15 senedir hayır diyen Fransa’yı sedyede yatarken dize getiren bir Mustafa Kemal’di o.
“Şimdi benim tedavime başlayabilirsiniz” dedi. Savarona’dan inip saraya geçmesi lazımdı.
Paşam nasıl taşıyacağız? dediler.
“Çalışanları kamaraya koyun şu divanla bir prova yapalım” dedi.
Kılıç Ali, Salih Bozok, Faik adlı bir sivil polis, Cavit Bey dört kişi kanepeyi omuzladılar. Ortasına oturdu oturamadı. 42 kiloya düşmüştü. Kemikleri batıyordu. Uzandı. Döndüler, dönebiliyordu. Savarona’dan motora geçmeleri lazımdı. Acar motoruyla taşınmalıydı. İp merdivenden inmeliydi. İtinayla önde doktorlar yanında genel sekreter Hasan Rıza Soyak, Kılıç Ali, Salih Bozok… canı acıyordu. Doktorlardan başladı hıçkırıklar…
Donanmaya kattığı Saldıray ve Yıldıray denizaltıları Savarona’nın altındaydı. Su üstüne çıktılar.
Dolmabahçe’nin ışıkları söndürülmüştü. Zifiri karanlıktı çünkü Mehmetçik onu o halde görsün istemiyordu.
Sakarya’daki, Büyük taarruzdaki gibi hatırlanmak istemişti. Kanepeyle kucakladılar. Yükselen denizaltıların mürettebatı güvertede selam durmuştu. “Selam” dedi. Gür bir ‘sağ ol’ patladı. Kendi subaylarına son bakışı buydu.