Atatürk mucizesi nasıl gerçekleşmişti? Bunca kudretli düşmana, az zamana, yokluğa, haine rağmen, ülke nasıl olmuş ta kıskaçtan kurtulup, zafere uzanabilmiş ve inkılaplar ile çağ atlayıp dünyaya örnek bir aydınlanmaya imza atabilmişti? Sebep sadece Atatürk müydü? Yoksa Ulusun içerisinde zaten var olan manevi gücün tesiri mi? Ulu
Önderin bir sözünü hemen burada zikretmek gerekir; Atatürk, ”Bütün ulusları tanıyorum.” diyordu, ”Onları bir halkın karakterinin çırılçıplak kaldığı bir anda, savaş alanında, ateş altında, ölümün eşiğindeyken inceledim. Türk milleti, yemin ederim ki, milletimizin manevi gücü bütün dünyanınkinden üstündür… Yürümeyi öğreninceye ve yolu tanıyıncaya kadar milletimin elinden tutup ben yönlendireceğim. Ancak ondan sonra kendi başına karar verebilir, kendi kendisini yönetebilir. O zaman benim eserim de tamamlanmış olacaktır.”
Atatürk dünyanın gerçekten en büyük dehası, komutanı, baş öğretmeni, siyasetçisi, diplomatı, devlet adamıdır. Lakin O’nun dava arkadaşları ile birlikte asıl başarısı; Millette zaten var olan hissiyatı ve esaret bilmezliği ortaya çıkarmak, asırlarca baskı altında tutulan Türklüğünü hatırlatmak ve maneviyatın en yüce değerlerini hayata tatbik ederek tam bağımsızlığı tesis etmektir.
İstiklal harbinin kazanılmasında başta kendisi olmak üzere tüm ordu ve halkın Allah ve Vatan sevgisinden feyz alması, o inanç ve azimle şehit olmayı dilemesi, tam bağımsızlık adına ölümü göze alması etkili olmuştur. Keza aynı durum inkılaplar için de söz konusudur ki halkın o inkılapları benimseme sebebi bünyesine, kültürüne ve akla uygun olduğunu görmesidir. Zaten bu bağ kurulduktan sonradır ki atılımlar hızla yurda yayılmış ve kısa sürede başarıya ulaşmıştır. Nitekim okuma yazma seferberliğinde görülmüştür ki altı ay gibi çok kısa bir sürede insanlar yeni alfabeye yani asli Türkçe’ye geçebilmiştir.
Bu gönül bağı savaş öncesi yaşanan seferberlikte de kendisini göstermiş insanlar iki çift çorabından birini asker için verebilmiş, bu inanç ve sevgi ise zaferi getirmiştir. Saltanat ve halife bu tabloda maalesef yanlış taraftadır ve küresel güçlerin oyunlarına aynen katılarak Milli mukavemeti kırmak azmiyle, milli kahramanlar aleyhine idam fetvası çıkarmaktan çekinmemiştir. Koltuk ve statü sevdasıyla halkın esir kalmasına rıza gösteren bu zihniyet siyasi ve dini otoritelerinin hakkını vermeyerek günahın en büyüğünü işlerken sayısız canın ölmesine de sebep olmuştur.
Atatürk’ün kişisel olarak bu davada payı elbette çok büyüktür. O’nun dehası, öngörüsü, namuslu ve inançlı duruşu, özgürlükten taviz vermeyen siyaseti, halkına dost tavırlardan geri dönmeyişi, halk desteğinin artmasına sebep olurken, düşman ve işbirlikçilerinin de moralini bozmuştur.
Halkın okuduğunu anlar hale gelmesi için başlatılan Türkçe kursları, dinini anlar hale gelmesi için başlatılan tefsir ve meal çalışmaları ile Ulus, karanlık cehaletlerden sıyrılabilmiştir. Öncesinde dininden ve Millet olmanın değerlerinden yoksun yaşayan halk böylece muhteşem bir motivasyona sahip olmuş, şehit olma arzusuyla zulme cihad edebilmiş, vatanın selamet ve imarı için kolları sıvamıştır.
İnsan hakları, adalet, özgürlük kazanımları ve kul değil birey olma haysiyeti, topluma unuttuğu erdemleri yeniden hatırlatmış, başları yerden kaldırmıştır. Toplum, kendi işine, soyadına, milli fabrikalarına sahip oldukça genişleyen bu erdem, bireyleri egemenliği yönetir hale getirirken, öz güveni de artırmıştır. Kula kul olmaktan çıkıp sadece Allah’a kul olan halkın inançları hür kalınca vicdanları akılla buluşabilmiş, insan hakları açlıkları itici güç olabilmiştir.
Namus ve erdemin hayatın merkezine konması, ahlaksızlık ve adaletsizliklerin önlenmesi, kayırmaların sonlanması, kifayetsiz yasaların güçlendirilmesi, kadın ve çocuk hakları dahil sosyal ve manevi hayattaki hakların sahiplerine iade edilmesiyle ferdi kalkınma başlamış, bunun neticesi sanayi ve ekonomi alanında atılımlar peşi sıra gelmiştir. Aynı durum tarım ve hayvancılıkta da yaşanmış, çiftçiler, köylüler ‘efendi’ mevkine çıkartılırken, sanayileşme ve tarım eş değer önem kazanmıştır.
Tam bağımsızlık ilkesinin hayatın her alanına yayılmasıyla Osmanlı’dan kalan ağır enkaz kısa sürede temizlenirken, dünyaya dudak ısırtan onlarca yeni sanayileşme hamlesi hayata geçirilebilmiştir. Halkın egemenliğini doğrudan kullanmasının önünü açan Cumhuriyet ve onun kahraman Meclisi ile kişi boyunduruğu ortadan kalkmış devlet gözünde vatandaş, din gözünde sadece Allah’a (kula kul değil) kul hale gelen insanlar haysiyetin bir kez daha farkına varmış, zihinlerdeki prangalar da bu sayede kırılabilmiştir. Halk, asırlar boyu kendilerini yönetenlerin gerçek yüzünü ve sistemin demodeliğini görmüş, yeni tesis edilen modern demokrasinin zevkine varabilmiştir.
Cehaletin her alanda ortadan kalkmasıyla aydınlanma başlamış, yurt dışına İstiklal harbinden de önce gönderilen öğrencilerin donanımlı olarak geri gelişi ve milli atılıma katkı sağlamalarıyla ivme kazanmıştır. Doğu’nun ve İslam aleminin köhne tembelliğinden Batı’nın çalışkan temposuna geçiş de bu sayede mümkün olabilmiştir. Tarih ve kültürün tanınmasıyla, dilin öze döndürülmesiyle yaşanan “Milli karakterden feyz alma hareketi” övünç kaynağı olurken aynı zamanda daha büyük işler yapmak için güç ve inanç sağlamıştır.
Üçüncü sınıf muamele gören Türklük, Cumhuriyetle birlikte ait olduğu seçkin mevkiye gelebilmiş, dünya Türklüğü bu şahlanışla bir ve beraber olabilmiştir. Yurt içinde yaşayan gayri Müslim ve değişik etnik grupların zarar vermedikleri sürece saygı görmesi, vicdan ve din hürriyetlerinin sağlanması, farklı kökten gelen halkların kardeşçe kucaklaşması, ayrılık ve husumetlerin bitirilmesiyle sağlanan beraberlik ruhuyla atılımlar daha kolay ve etkili yapılabilmiştir.
Konfüçyüs’e göre en büyük üç tehlike; Akıllı insanların duygusuz oluşu, duygulu insanların etkisiz oluşu, etkili insanların akılsız oluşudur. Parasızlık ve dış borç yükü altında ezilen halk, namuslu yöneticilerin iş başına gelmesiyle, yatırımların akılcı yapılmasıyla, kaynakların verimli kullanılmasıyla, tasarrufa önem verilmesi, israf ve lüksten kaçınılmasıyla, adil vergilendirme ve kazançların hakkaniyetli dağıtımıyla ferahlama yaşamış, devlet borca ihtiyaç duymaz-borç öder hale gelebilmiştir.
Kalkınma planlarının gerçekçi ve ihtiyaca yönelik yapılması ve aksatmadan hayata geçirilmesiyle yurdun dört yanı imar edilir ve milli kritik teknolojiler hayata geçirilirken, işsizlik sorunu da çözülmüş, gelir artırılabilmiştir. Devletin etkin rolü ve yön göstericiliğindeki isabet oranının yüksekliği, her bir hamleden sonra devlete olan inancı artırmış, daha büyük işler için halk daha fazla katkı sağlar hale gelmiştir. Kazanılan her yeni kabiliyette bir sonraki yatırımın daha kolay yapılmasına olanak sağlamıştır. Tek kişiye değil halkın geneline hitap eden siyaset ve egemenlik, halkın insan yerine konması ve seçtiği vekillerin fazilet ilkesi ile hareket etmesiyle geniş halk kitlelerinde yer bulabilmiştir.
Gün gelmiş sisteme direnen ayaklanmalar, ihanetler, suikastlar yaşanmıştır lakin bunların sayısı azdır ve çoğu tesis edilen istiklal mahkemeleri ile layık oldukları cezaları almışlardır. Halk tamamen adil bu mahkemeler eliyle yapılan yargılamalara tam destek verdiği gibi, halife ve sultanın yurt dışına kaçışında bile ayaklanmayı aklından geçirmeyerek, cumhuriyete olan sadakatini göstermiştir. Haydutluk, tefecilik, ayrımcılık, yobazlık yapanların yakalanıp yargılanmasıyla adalet, huzur ve devlete güven, adil vergilendirme ve hakkaniyetli yönetimle, yönetenlere saygı artmıştır. Halk sağlığının önemsenmesi, çocukların geleceklerine dair planlama yapılması yarınlara güveni daha da artırmıştır.
Açılan fabrikalar ile başlayan yerli ve milli olma durumu halkta öylesine karşılık bulmuştur ki o yıllarda ülkenin ithalatı ancak yurt içerisinde üretilmeyenlerle sınırlı kalmıştır. Lüks ve israfa ise devlet kademelerinde bile yer verilmemiştir. Dahası fabrikaları milli serveti olarak benimseyen halk, kendi özel işletmesi gibi sahiplenerek tahmin edilemez bir verim yakalanabilmiştir. Bu tesislerin sosyal (kreş, sinema, tiyatro vb.) yönden de takviye edilmesi diğer kalkınma planlarına da olumlu destek sağlamıştır.
Küresel dünya, tarihinde hiçbir zaman Atatürk Türkiye’sinin yakaladığı başarıyı yakalayamamış, bu kadar kısa sürede çağ atlayamamış ve bunca büyük işi ölmek pahasına başaramamıştır. Savaş yılları dahil yaklaşık yirmi yıl içinde Türkiye’nin kat ettiği mesafe Avrupa ve dünya yılı ile asırlara bedeldir ve bu baştan sona bir Türk ve Atatürk mucizesidir. Bugün yaşanan sorunlar ise bu idrak ve inanç kaybedildiği, yok sayıldığı ve düşman gösterildiği içindir. Tüm dünya ısınan ve savaş koklayan bir haldeyken, mazlum devletlerin ve hatta gelişmekte olan tüm devletlerin kurtuluşu durumundaki Atatürk mucizesi, duraklatıldığı yerden devam ettirilecek olursa zamanın tehdit ve risklerine karşı da koruyucu ve bekayı temin edici olmaya muktedirdir. Şimdi Atatürk Türkiye’sinin başarı sırlarına sırasıyla kısaca göz atalım ve sonra bugün bu erdemlerden nasıl uzaklaştığımızı utanarak itiraf edelim.
1. İnanç ve azim; Kurtuluş savaşının ve devamında inkılapların itici gücü inanç ve azim yani başarma kararlılığıdır. İnanç; imandan ve vatan aşkından kaynaklanırken, azim esaret bilmemek, zulme direnmek, insanca yaşamaya duyulan özlemden kaynaklanmıştır. Tam bağımsızlık ve halk egemenliği ilkesine dayalı bu inanç ve istikrar ise başarıyı getirmiştir.
2. Birlik ve beraberlik, hoşgörü; Milli mücadelenin tüm safhalarında bir ve beraber olma hissiyatı egemendir ve başarılan tüm işlerde kadın, erkek, yaşlı, genç, doğulu, batılı vatandaşların, asker, sivil tüm yetkili ve yöneticilerin ortak irade ve gayreti vardır. Hoşgörü ise sınıf ayrımcılığını bitirmiş, karşılıklı sevgi bağlarını güçlendirmiş, milli beraberlik ruhunu kuvvetlendirmiştir.
3. Atatürk gerçeği; Kahramanlık, inanç, öngörü, basiret ve cesaret abidesi Yüce Atatürk, inancı körükleyen, cesaretlendiren, yol gösteren, Türklüğün ve İslam’ın öz niteliklerini hatırlatan, rehber olan bir dahi, lider ve devlet adamı, komutan ve öğretmendir. Cumhuriyeti hediye eden atalarımızın başkomutanı Atatürk, ve O’nun ölümsüz ilkeleri, kabiliyet ve ufku ile Türk ve İslam camiasına da örnek olmuş muhteşem bir şahsiyettir, var olma felsefesidir.
4. Çalışmak ve üretmek; Cumhuriyet Türkiye’sini diğerlerinden ayıran en büyük etkenlerden birisi herkesin ortak ideal istikametinde yorulmak bilmeden çalışması, bu anlamda çıkarılan kanunlara harfiyen riayeti, gönüllü olarak yönelmesi, maddi ve manevi yardımları yapmaya gayret etmesidir. Demiryollarının inşasında, fabrika tesislerinde bu durum sıkça görülmüş, üretim esas alınarak tam bağımsızlık ilkesi ekonomiden sanayiye, tarımdan siyasete egemen kılınmıştır.
5. Eğitim ve öğretim; Tamamına yakını cahil olan halkın eğitimi yurt içi ve dışı imkanlarla yükseltilirken, doğru eğitici ve doğru bilgi tercihi yapılmış, faydasız, yalan bilgiler defedilerek mili ve doğru eğitim esas alınmış, eğiticiler toplumda saygın kılınırken, eğitim imkan ve ortamları artırılmış, askeri birliklerden sonra en çok okullardaki eğitim seviyeleri denetlenmiştir.
6. Akıl ve bilimi rehber edinmek; Çağlar boyu devam eden hilafet ve saltanatın yıktığı bilim duvarları, akılcı ve milli irade ile yeniden inşa edilmiş, karanlıklar aklı yeniden egemen kılmak suretiyle dağıtılmış, bilim hem alınarak hem üretilerek hayata egemen kılınmıştır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi bu anlayışın en güzel yansıması olarak hayata sokulmuş, yasama, yürütme ve yargı birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır. Keza yine bu ilke gereği saltanat ve hilafet bir daha çıkarılmamak üzere toprağa gömülmüştür.
7. Tasarruf ve yatırım; Yok denecek kadar az kaynakların milli ve hayati istikametlere sevk edilmesi suretiyle lüks ve israf engellenmiş, tasarruflar yatırıma yönlendirilerek istihdam sağlanmış, bu sayede üretim ve gelir artırılırken aynı zamanda yeni yatırımlar için de kaynak elde edilmiştir. Bu çark sürekli tekrar edilerek Türkiye yokluklar ve fakirlikler içinde kıvranırken, başarılı politikalarla kendisine yeterli yedi ülkeden birisi haline gelmiştir.
8. Topyekun kalkınma ideali; Toplumun tüm kesimlerinin refah ve mutluluğunu esas alan Cumhuriyet rejimi ile vatanın her karış toprağının ve nüfusun tamamının kalkınması gaye edinilmiş, iltimas ve kişisel servetlerin önü kapatılmış, köylü ve şehirli, sanayici ve tarım işçisi aynı hak ve hürriyetlere sahip olmuş, gelir düzenli ve dengeli dağıtılmış, adalet tüm ekonomik işlemlerde mutlak surette tesis edilmiştir.
9. Din ve Laiklik; İnkılapların ruhunun manevi boyutunu temsil eden bu mesele de Cumhuriyet Türkiye’sinin gayesi; İslam’ı yaban otlarından temizleyerek anlaşılır hale getirmek, vicdanları hür bırakarak, devleti dini değil bilimsel kaidelerle yönetmek, azınlık inançları dahil herkesin inançlarına saygılı olmak, dinin hür ve serbest icrasına imkan sağlayacak hizmetleri yurt geneline yaymak olmuştur. Kur’an’ın anlaşılır hale getirilmesi ve dinin sadece alimlerce değil tüm halk tarafından anlaşılır ve bilinir hale getirilmesi sayesinde yobazlıklar ve münafıklıklar engellenirken, küfür cephesinden gelen saldırılara karşı da sağlam kaleler oluşturulmuştur.
10. Örf ve kültürün muhafazası; Medeniyet ve kurtuluş yolunda bilim ithali yapılırken milli örf ve kültürün muhafazasına azami önem verilerek milli gücün asıl dayanağı muhafaza edilmiş, yozlaşma yaşanmadan da aydınlanmanın sağlanabileceği, laik yönetimlerle dinin daha güzel yaşanacağı, Cumhuriyet ile Türklük bilincinin aynı hakkaniyet noktasında buluştuğu tüm cihana gösterilmiştir.
11. Yaşayan inkılaplar, ilkeler; Başarılan zaferlerin, yapılan inkılapların, yaratılan sistematik ilkelerin tamamı yasalarla korunarak hatta değişmez kılınarak sistemin devamı teminat altına alınmış, sistem kendisine yeterli ve kendisini korur hale getirilmiş, anayasanın üstünlüğü kesin olarak sağlanırken Cumhuriyet evlatlarının başkaca bir rehber aramadan salt kanunlarla geleceğe daha emin bakabilmesine imkan yaratılmıştır.
Kirli eller bu sayfaya kadar izaha çalışılan Atatürk davası ve Atatürk kalkınma modelini, emperyalist oyun ve hilelerle yok etmeye çalışmaktadır. Ulusun gözünü gelecekten mazinin koyu karanlıklarına çevirmeye çalışan bu idrak, yakın tarihteki Atatürk ışığını yok sayıp, daha önceki şaşalı hegemonyaları ulusa çözüm diye dayamaktadır. Oysa ülke kurtuluş savaşını vermeye onların çürük ve yanlış oluşu sebebiyle mecbur olmuştur, küresel yarınların kan emici vahşiliği yakın olduğu için Atatürk aydınlanmasına ihtiyaç vardır. Türk’ün istiklal ve istikbali bu yüzden ne mazinin hayalperest ütopyalarında ne de altın (!) tepside sunulan küresel esarettedir. Tek bir yol vardır; Atatürk yolu, tek bir ilke vardır; ya istiklal ya ölüm!
3 thoughts on “Atatürk Türkiye’sinin başarı ipuçları”