“… Telgrafı internet ağı gibi kullanıyordu. Memleketin kılcal damarlarına adeta e-posta gönderir gibi telgraf çekiyordu. Telefon yokken, uydu yokken, resmi dairelerin bile çoğunda elektrik yokken, isimsiz kahraman telgrafçılarımız sayesinde uçan kuştan haberi oluyordu. Kurtuluş Savaşı’nın sonunda “zaferi nasıl kazandınız?” diye soran yabancı gazetecilere “telgrafın telleriyle” cevabını verecekti. İngiliz istihbaratı Londra’ya rapor üstüne rapor yolluyordu: “Mustafa Kemal gittiği yerlerde en önce telgraf merkezlerini ele geçiriyor.”
Vatansever telgrafçılarımız mesai bittikten sonra binaya sızıyor, yeraltındaki odada gaz lambasının ışığında sabaha kadar çalışıyorlardı. Anadolu’ya mesaj gitmesin diye kapıda nöbet tutan süngülü İngiliz askerlerinin ruhu bile duymuyordu. Silah, cephane sevkiyatı, Anadolu’ya geçecek subayların sahte kimlik belgeleri, İngiliz casusların isim listesi gibi hayati konularda kesintisiz trafik yaşanıyordu. Direksiyon binasından Mim Mim Grubu’na iletilmek üzere, bazı günler 400’ün üzerinde şifreli telgraf geliyordu. Ankara-İstanbul arasında vızır vızır kurye dolaşıyordu. Hatlar kesildiğinde şifreli mesajlar elden ulaştırılıyordu. Mustafa Kemal’in kod adı “Nuh”tu. Mesajlarının altına imza olarak “Nuh” yazıyordu.”
Osmanlı Devleti’nde ilk düzenli Posta Teşkilatı, 23 Ekim 1840 tarihinde kurulmuştu. Cumhuriyet dönemine oldukça ilkel bir teknoloji ve belli coğrafi yörelere ulaşabilen posta hizmeti demekti. Osmanlı dönemi telefon ve posta teşkilatı, yabancılara verilen ayrıcalıklarla siyasal ve ekonomik yönden bağımsızlığı tehlikeye sokan bir nitelik taşımakta idi. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve yurdun büyük bir bölümünün düşman işgaline uğraması sonucu, İstanbul’da bulunan Telgraf Merkezi de İngilizlerin eline geçmişti.
Ankara’da bulunan Mustafa Kemal’e İstanbul’un işgal ediliş haberini İstanbul Telgraf Müdürlüğünde görevli Manastırlı Hamdi Bey gizlice telgraf çekerek şu şekilde haber vermişti: “Bu sabah Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolunu İngilizler basıp oradaki askerlerle müsamede ederek neticede şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Berayi malumat maruzdur.” Bu haberleşme, Manastırlı Hamdi Bey’in odası işgal edilinceye kadar sürmüştü. Bu durum Kurtuluş Savaşı’nın başarısı için, millî güçlerin kontrolünde olan yeni bir haberleşme örgütünün kurulmasını zorunlu kıldı. Haberleşmesiz bir kurtuluş savaşının başarılı olamayacağı bilindiği için merkezi Ankara’da bulunan bir “Posta ve Telgraf Bürosu” kurulması kararlaştırıldı.
Ankara’da kurulması kararlaştırılan bu büroyu faaliyete geçirmek ve kuruluş çalışmalarını yürütmek üzere Müfettiş Edip Bey, Afyon’dan Ankara’ya çağrıldı. Millet Meclisi’nin açılış tarihi olan 23 Nisan 1920 tarihine kadar Edip Bey’in mahiyetindeki Posta ve Telgraf Bürosu personeli, düşman saldırısı karşısında haberleşmeyi kesintisiz sürdürmek, işgal altında olan vatan topraklarındaki gelişmeleri izlemek amacıyla Telgraf Dinleme İstasyonları kurdu ve posta hatları oluşturdu. Büyük Millet Meclisinin izni ile bu büro Dâhiliye Vekâletine bağlandı. İlk postane, Büyük Millet Meclisi bahçesinde kurulan bir çadır içinde “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Posta ve Telgraf Merkezi” adıyla açıldı ve bu ibare ile “ilk posta damgası” kullandırıldı.
İzmir Milletvekili Sırrı Bey aynı yıl, Posta ve Telgraf Müdüriyeti Umumiye’sine atandı. Cumhuriyetin ilk yılları her alanda olduğu gibi ulaşım ve haberleşme alanında da önemli gelişmelere sahne olmuş; posta, telefon ve telgraf her geçen gün önemsenerek bu alanda köklü atılımlara gidilmiştir. Posta teşkilatı sayesinde Kurtuluş Savaşı yıllarında düşmanın bütün adımları izlenmiş; istihbarat raporları, şifreli telgraf ve özel kuryelerle gönderilerek Ankara Hükûmeti olup bitenden haberdar edilmişti.
Kurtuluş Savaşı’nın en zor ve en coşkulu günlerinde PTT Müdürlüğü, tüm birimleri ile çadırın içine yerleştirilen iki kerevit üzerinde hizmet verdi. Kurtuluş Savaşı başladıktan ve Ankara bu mücadelenin merkezi olduktan sonra burada bulunan Millî Hükûmetin ve ordularının irtibatını sağlamak üzere telgraf hatları çekildi. Ancak eldeki malzeme eski ve yetersizdi. Buna rağmen telgraf haberleşmesinin aksaksız sürdürülmesi için hurda ve bozuk makineler bile tamir edilerek hizmete verildi. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Cumhuriyetin kurulmasından sonra Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğu Nutuk’ta; Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında telgrafçıların büyük görevler üstlendiğini belirtmiş ve büyük başarılarından dolayı kendilerine teşekkür etmişti.
Kurtuluş Savaşı sırasında haberleşmenin ana direğini oluşturan telgrafın bu önemini belirtmek amacıyla Atatürk, 1922 yılında “Bu savaşı nasıl kazandınız?” diye soran bir gazeteciye gülümseyerek “Telgraf telleriyle.” cevabını vermiştir. Atatürk’ün haberleşmenin asıl kaynağı olan PTT’ye verdiği önem, 1 Mart 1923 tarihinde TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada da görülmektedir.
Henüz Cumhuriyetin ilan edilmediği, yeni devletin sınırlarının bile kesinleşmediği günlerde Atatürk; PTT’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki hizmetlerinden ve öneminden bahsettikten sonra sabit iki telsiz istasyonunun kurulması ve daha önce kapanan Posta Telgraf Mektebi Alisinin tekrar açılması gibi konuları gündeme getirmişti. 4 Şubat 1924 tarih ve 406 sayılı Telefon ve Telgraf Kanunu ile yurdun her tarafında telefon tesis etme ve işletme görevi PTT Genel Müdürlüğüne verilmişti. Posta ve Telgraf Umum Müdürlüğü, 1933 yılına kadar Dahiliye Vekâletine bağlı olarak kalmıştı. 23 Mayıs 1933 tarihli teşkilat kanunuyla Nafıa (Bayındırlık) Vekâletine Bağlanan PTT, 1939’da Millî Münakalat (Ulaştırma) Vekaletine aktarıldı. Atatürk’ün daha o yıllarda gündeme getirdiği bu okul ancak 1943’te Posta Meslek Okulu olarak açılmış ve 1952’de tekrar kapatılmıştı.
Atatürk Türkiye’si için mektup namus demekti, iletişim milli teknoloji olmak zorundaydı.
Zamanımızla kıyaslarsak bu iletişimin vardığı noktada her şeyin milli, gizli ve kritikliği anlamına gelir. Özelleştirme haricinde tutulmalı, savunma sanayinden ekonomik verilere ve kişilik haklarına kadar ulaşabilen bu sistemin yerli olması yargıdan ticarete her alan için ayrıca önemlidir. Fakat bugüne baktığımızda gördüğümüz şey adi postaların resmi dairelerde işleme alınmaması, iletişim altyapısının yabancılara verilmesi, iletişim teknolojilerinde geri düşülmesi durumudur. Kaldı ki yurt içinde pek çok yabancı kurum ve kişi bu hizmetlerde görev yapmaktadır. Ayrıca sosyal medya başta olmak üzere dijital altyapının neredeyse tamamı (yerel operatörler dahil) yabancıların elindedir.