Atatürk’e göre “hayat ve insanlık gereklerinin” başında “akıl” ve “bilim” geliyordu. Ona göre “her şeyin kaynağı insan zekâsıydı”, “Aklın ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktu.” Afet İnan’a göre Atatürk, “Her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade edemeyeceği hiçbir şey düşünemiyorum” demişti. Prof. Dr. Ahmet Mumcu’nun deyişiyle “Atatürk, Türk tarihinde gerçek akılcılık çağını başlatan insandı.” Atatürk şöyle diyordu: “Bir milletin maruzu felaket olması (felakete uğraması) o milletin hasta olması demektir. Kati zafer, (gerçek kurtuluş) marazın tedavisi ile olur. Bu da ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılmalıdır. Aksi takdirde bütün sa’yler boşa çıkar.”[1]
Atatürk “hakikate” ulaşmayı başarmıştı. Doğuştan gelen dehası, okudukları, gözlemleri ve yaşadıkları sonunda, “hayata en hakiki mürşidin” ilim ve fen olduğunu görmüştü: “Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki (gerçek) mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır. Yalnız ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”
Atatürk bu sözleri 1924’te söylemişti. Yüzyıllarca sultan/halifelerin yönettiği, şeyhülislamların yön verdiği, dinsel kuralların egemen olduğu, Batı karşısında geri kalmış bir toplumda lafı eğip bükmeden “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” demişti. Üstelik bunu derken “ilim” ve “fenden” ne anladığını da söylemişti: Adeta bir bilim insanı titizliğiyle ilim ve fennin her dakikada değiştiğini, bu değişimin takip edilmesi gerekliğini belirtmişti. Kurduğu Cumhuriyet’in temeline “pozitif bilimi” koymuştu. Bunu, 1933’te meşhur 10. Yıl Nutku’nda şöyle ifade etmişti: “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.”
Atatürk, 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere yaptığı konuşmada “gerçek kurtuluşun” toplumsal hastalıkların “ilmi ve fenni bir tarzda” tedavisiyle mümkün olacağını söylemişti: “Gerçek kurtuluş, toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa ilmin ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir zaman marazı tedavi etmeyeceği malumdur. Tersine maraz kalıcı olur ve tedavi edilemez bir hale gelir…” Atatürk, aynı konuşmasında askeri zaferin sırrının “orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini rehber kabul etmek” olduğunu belirtmişti. Açılacak yeni okullarda da “ilim ve fenni rehber kabul edeceklerini” ifade etmişti. Yine aynı konuşmasında “ilim ve fen nerede ise oradan alınmalıdır” demişti. “Bugün bütün dünyaya gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş, medeni bir millet olarak medeniyet alanının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan bulup alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Dinimiz bu yüce emri içerdiği içindir ki ekmel dindir. Dinimiz, ilim ve fenni putperest memleketlerde aratır; ta Çin’de bile aratır. Bu gerçekleri milletin bilmesi lazımdır.”
Atatürk, devamında da “ilerlemede kayıt ve şart yoktur” demişti: “Hiçbir mantıki delile dayanmayan birtakım geleneklerin, kuralların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç, çok geç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıt ve şartları aşamayan milletler hayatı makul ve pratik düşünemez. (Bu milletler) hayat felsefesini geniş gören milletlerin hâkimiyet ve esareti altına girmeye mahkûmdur.”
Bilim ve kültüre dair yeniliğe ve tekliflere açık olmak, bilginin kudreti karşısında susmak Atatürk’ün karakteriydi. Devlete ait meselelerde de, şahsi düşüncelerinde de bu durum sabitti; “Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.” 1923 (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s. 316) diyen Atatürk diğer yandan sahip olunacak bu bilim ve kültür gereklerinin yerine getirilmesi için lazım olan şeyin de çalışmak olduğunu her fırsatta vurguluyordu; “Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan ziyade çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın icaplarına göre ilim ve fen ve her türlü medeniyet buluşlarından azamî derecede istifade etmek zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu husustaki hatalarımız çok büyüktür.” 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 92)
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline “aklı” ve “bilimi” yerleştiren “Atatürk’ün manevi mirası” da akıl ve bilimdi;
“Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alâkasız yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur. Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı kati (değişmeyen söz), hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda kaldığımız çetin ve köklü engeller önünde belki amaçlara tamamen ulaşamadığımızı, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin iyilik ve kötülük anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde aklın ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”[2]
Bu topraklarda Atatürk’e düşmanlık aslında “akla” ve “bilime” düşmanlıktır. Bugün Koronavirüs felaketine karşı tüm dünya Atatürk’ün “manevi mirasım” dediği “akla” ve “bilime” sığınmıştır. Devletler, akla ve bilime göre toplumsal hayatı düzenlemektedir. Kurtuluş kuruluştadır, Atatürk’ün manevi mirasındadır, akıl ve bilimdedir.[3]
“Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin.” diyen Atatürk’e göre güçlü bir Silahlı Kuvvetler kadar ilim ordusuna da ihtiyaç vardı; “Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.”
Öğretmenlere gençlerin müspet ilimlerle yetiştirilmesini işaret ederken; “Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız” diyordu. Çalışmak ise O’na göre sıradan bir meşguliyet değildi; “Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.” Çünkü; “Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak için yegane gelişme ve ilerleme yolu budur” diyordu.
[1] (Vakit, 30 Ekim 1922, s. 1, “Baş Kumandanımızın Muallimlere Hitabı” başlıklı haber)
[2] (Atatürkçülük (Birinci Kitap); Gnkur. ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s. 283-289.)
[3] Atatürk’ün yöntemi: Akıl ve bilim, 23 Mart 2020, sozcu.com.tr, Sinan Meydan