Kolektif zekâ her zaman bireysel zekâdan üstündür. Bu nedenleydi ki Atatürk, “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur” ilkesi ile yola çıkmıştı. Bunu derken bütün Ulusların ileri, yenilikçi, uygar, kendi kendilerini yönetmelerini, özgürlükçü ve parlamenter bir düzen içinde yaşamalarını, kalkınmalarını ve ulusal çıkarlarına karşılıklı saygı duymalarını öngörmekteydi. Acı işgal günlerinde, önemli devlet adamlarının da hazır bulundukları toplantıda herkes, Türkiye’nin düştüğü acıklı duruma kendisine göre bir çare arıyor, Amerikan, İngiliz himayesinden dem vuruluyordu. Bir aralık, Mustafa Kemal Paşaya da ne düşündüğünü sordular. Atatürk şu kısa yanıtı verdi;
“Efendiler, hepiniz konuştunuz, arzularınızı beyan ettiniz ve birbirinize sordunuz, hepinizi dinledik. Fakat … Anadolu’ya bir şey sordunuz mu? Anadolu’yu dinlediniz mi? Ona da soralım, bir de onu dinleyelim efendiler!”
Atatürk, savaştan yeni çıkmış bir milleti yaşatmaya çalışıyorken annesinin cenaze törenine bile katılamamıştı. Bu amaçla ülkeyi geziyor, halkın sorunlarını bizzat dinliyor, yapacağı devrimler konusunda halkın nabzını yokluyordu. O, kendini milletine adamış bir liderdi. Milletin hayatı, kendi hayatından, annesinden önce geliyordu. Birkaç gün sonra İzmir’deydi. Trenden iner inmez, Karşıyaka’da Osman Paşa Mescidi avlusundaki mezarı ziyaret etti. Büyük bir üzüntü ve heyecan içinde gözleri dolu dolu şunları söyledi:
“… Annem, bu toprağın altında, fakat, milli hakimiyet ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden tek kuvvet budur. Milli hakimiyet, ilelebet devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna, üzerime almış olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hakimiyetin korunması, savunması için, gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Milli hakimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.“
Aynı andı 1920’de de tekrar etmişti;
“Bazı arkadaşların yoksulluk içinde bu büyük dâvanın başarılamayacağını zannederek, memleketlerine dönmek arzusunda olduklarını duydum. Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvaya silâh zoruyla davet etmedim, görüyorsunuz ki sizi burada tutmak için de silâhım yoktur. Dilediğiniz gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz ki, bütün arkadaşlarım beni yalnız bırakıp gitseler, ben bu Meclis-i Âli’de tek başıma kalsam da, mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silâhımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elma Dağı’na çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken, ben de milletim uğruna hayata veda edeceğim. Huzurunuzda buna and içiyorum.”
O’na göre; “Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır!” 1923 sözleriyle de ifade ettiği gibi ‘egemenlik’ varoluşun kaçınılmaz gereğiydi. Mücadelenin esasını da; “Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hatta bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim” 1923 diye tarif ediyordu.
“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir” diyen Atatürk, bu konudaki tutumunu 1 Kasım 1922 günü, Osmanlı Saltanatı’nın kaldırılmasına dair önergeleri görüşmek üzere toplanan Anayasa, Şeriye ve Adalet Komisyonlarının ortak toplantısında kesin bir beyanla şöyle anlatıyordu;
“Egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu zorla el koyuşlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele, zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” 1922
“Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak ve ancak, tam ve kesin anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası, millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak, onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir. Bir insan, belki kendi arzusuyla şahsî hürriyetini yok etmek ister; fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez. Hiç şüphe yok, devletimizin ebedî müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz” 1923 sözleriyle milli egemenliği, tam bağımsızlıkla birlikte devletin varlığının tam merkezine koyan Atatürk;
“Yeni Türkiye Devleti’nin öz cevheri milli hâkimiyettir. Milletin kayıtsız ve şartsız hakimiyetidir” sözleriyle de bu egemenliğin kayıtsız ve şartsız oluşuna vurgu yapıyordu. Ve bu Egemenlik “hiçbir sebep ve şekilde terk ve iade edilemez, emanet edilemezdi.”
Atatürk 1937’de; “Kuvvet birdir ve o, milletindir” ve tekrarla “Egemenlik, hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez”1922 sözleriyle egemenliğin kişi veya makamlara teslim edilemeyeceğini ihbar ve ikaz etmekteydi.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”(1923, İzmit) diyen Atatürk’e göre hiçbir güç millet iradesi üzerinde olamazdı, buna teşebbüsün sonucu hüsran olurdu; “Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.” (1929)
Kayıtsız ve şartsız tabirini de şöyle açıklıyordu; “Kayıtsız şartsız” tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla kastettiğim manayı kolaylıkla anlayabilirsiniz.” 1923
Milli egemenlik Atatürk’e göre sadece siyasi arenada değildi ve O’na göre sosyal ve siyasi terbiyeler noksan olursa ve vatan aşkı zayıflarsa egemenlik tesis edilse de elde tutulamazdı; “Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu, millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, birtakım hususi vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde, sosyal terbiyesinde, vatan sevgisinde noksan vardır, öyle bir millet, egemenliğini lüzumu derecede kuvvetle elinde tutamaz.” 1923
“Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik…” 1920 sözleriyle dünyada saygın ve güçlü bir yere sahip olmak için egemenliği şart gören Atatürk’e göre bu uğurda görev herkese düşmekteydi;
“Vatandaşın en büyük vazifesi, aynı zamanda en mukaddes hakkı, seçme hakkıdır. Devlet binasının temeli olan, Büyük Millet Meclisi halinde toplanan milletvekillerini, vatandaşlar seçer ve bu suretle devlet kurmakta yetkili olduğu irade ve egemenliğinin sahibi olduğunu gösterir.” 1930 Çünkü; “Halk, millî egemenliği benimsemeli ve memlekette yegâne hâkim ve âmilin kendisinden ibaret olduğunu unutmamalıdır” 1923 diyordu.
Milli egemenlik ilkesinin sözde kalmayacağına dair inancını da şöyle anlatmaktaydı; “Biz de, uygulanamayacak fikirleri, nazarî birtakım teferruatı yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik; öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî yenileşme ve gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve nazariyattan önce davranmayı tercih ettik. Bununla beraber, “Egemenlik milletindir”, “TBMM’nin haricinde hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz”, “Bütün kanunların düzenlenmesinde, her nevi teşkilâtta, idarenin bütün teferruatında, genel eğitimde, iktisadî işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır”, “Saltanatın kaldırılması hakkındaki karar değişmez kuraldır” gibi bilinmesi lâzım gelen mühim noktalar ve mahkemelerin düzeltileceği ve bütün kanunlarımızın hukuk biliminin ilerlemelerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, âşar usulünün değiştirileceği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç olduğumuz demiryollarının yapımına, öğretim birliğine derhal girişileceği ve fiilî askerlik hizmet süresinin indirileceği, memleketin bayındır hale getirileceğine çalışılacağı vb. gibi önemli ve acele ihtiyaçlar prensiplerden hariç kalmamıştı.” 1927
Egemenliğin kimsenin eline veya insafına bırakılamayacağını söyleyen Atatürk; “Egemenlik mutlaka milletin elinde olmalıdır! Egemenliğine sahip olmayan bir insan veya bir toplum, hiçbir vakit iradesini kullanamaz. Egemenliğini herhangi birisine bırakan bir insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felâketler, kendi kader ve mukadderatını, başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır” 1923 diyordu. Şayet Millet esir ve mazlum olmayı kendisi istemiyorsa egemenliği zorla alınamazdı; “Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmağa gücü yetecek kadar kuvvetli müstebitler artık dünya yüzünde kalmamıştır.” 1924
Bu egemenliğin tesis ve idamesinde bundan sonra da asla diktatörlere ve faşist yönetimlere yer yoktu; “Arkadaşlar! Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tacidar (taç ve taht sahibi) yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır; çünkü olamaz! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır, o da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.” 1923
Çünkü O, korku ile egemenlik tesis edilemeyeceğini, en faşist iktidarların bile halkın özgürlük ateşi karşısında eriyip yok olacağını gayet iyi bilmekteydi; “Korku üzerine hâkimiyet bina edilemez. Toplara istinat eden hâkimiyet pâyidar olmaz. Böyle bir hâkimiyet ve diktatörlük ancak ihtilâl zuhurunda muvakkat bir zaman için lâzım olur.” (Mart 1930)
“Hadiseler ve tarihî tecrübelerimiz bize, milleti koyun sürüsü halinde keyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemeyen menfaatlerin elde edilişine sürüklemekle yok olmasına sebep duruma sokan idare tarzlarının, artık memleketimizde tatbik yeri kalmadığını göstermiştir. Millet, egemenliğini değil, egemenliğin bir zerresini dahi başkasına terk edip bırakmanın sebep olabileceği felâketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir” 1923 diyordu.
Yine O’na göre bir memleketi işgal etmek, yurttaşlara egemen olmak için asla kafi değildi; “Bir ülkeyi zorla ele geçirmek ve elde tutmak, o ülkenin sahiplerine egemen olmak için yeterli değildir.” (1924, Dumlupınar)
“Yeni Türkiye Devleti’nde saltanat, millettedir” 1923 diyen Atatürk’e göre gelecekte de egemenlik anlamında ulusun kaygısı olmayacaktı. Çünkü halk egemenliğin kıymetini acı tecrübelerle anlamış ve kendi iradesini eline almıştı; “Millî egemenliğimiz için tehlike yoktur ve olamaz! Çünkü milletimiz asırların çok acı darbelerle, çok acı felâketlerle vermiş olduğu derslerden tamamıyla uyanmıştır. Bu uyanışı da fiilen ispat etmiştir. Artık bu milleti gaflete, bilgisizliğe götürmenin imkânı kalmamıştır. Milletimiz, en hakikî düsturunu bizzat eline almıştır. Bu düstura dayalı hükûmet şeklini, hükümet yapısını tespit etmiştir.” 1923
Atatürk bundan sonraki Millet yaşamında da ne adla olursa olsun egemenliğe zarar verecek her türlü akım, kişi ve fikre karşı sonuna dek direnecek siyasi terbiyeyi acı da olsa almıştı; “Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı baş gösterecek her tehlikeyi kahredecektir.” 1923
“Gerçi asıl olan millettir. Toplumdur. Onun da umumî iradesi, Mecliste belirir; bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini fertlerle, şahıslarla yapmaktadır. Her devletin işlerini yöneten şahıs ve şahıslar meydandadır. Hakikati, manasız görüşlerle inkâra yer yoktur” 1922 diyordu.
O halkın sinerji yaratabilmesi, memleketin birlikte kalkınabilmesi, iç ve dış düşmanlara karşı tek vücut halinde karşı koyabilmesi için egemenliğe sıkıca tutunması gerektiğine kuvvetle inandığı içindi ki 1920’de hayata geçen ilk Meclis milli mücadelenin ruhu olabilmiş, halk egemenliği siyasi arenaya bu sayede girmişti. “Millî emeller, millî irade, yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir.” 1923 Ülkenin milli emellerine de tercüman olacak ve ilkelerle inkılapları hayata geçirecek bu birliktelik ise T.B.M.M. çatısı altında olacaktı.