(Okunma süresi; 13 dakika, 2038 kelime)
İnsanların ne dediğinden ziyade ne demediğine bakmak gerekir bilhassa siyaset ve dinde! Kabuğu kırmak fıtratın bir diğer anlamıdır. Kabuklarınızı kırın, başınızı göğe kaldırın, kumdan çıkın. Size tüm öğretilenler birer kabuk. Bu elbiseler sizin değil, Kılıf içinde yaşatılıyorsunuz. Algılarla yaşatılıyorsunuz. Bir hafta medya kullanmayın, alışkanlıklarınızı onlar belirliyor. Uzaktan komuta ediliyorsunuz. Bir an insan yapımı her şeyi unutun ve gerçeği görün. Bu başlık sloganı herkesçe malum olmakla beraber yazık ki hala uyumaktayız. Birbirinden yüksek bütçeli, yurt dışı çekimli, sayısız güzel kız ve yakışıklı zengin oğlanla dolu, servetler içinde yüzen, tanınmış simalarla uyutulmaya devam ediyoruz çok şükür. Reyting uğruna kısalan etekler, araya sokulan ürün yerleştirmeleri, hiçe sayılan veya yumuşatılmaya çalışılan toplum değerleri, makyaj ve kıyafet yarışmaları, evlilik programları, spor geceleri, kabiliyet yarışmaları, yabancı filmler… maşallah bizleri çok güzel uyutuyor. Beşer olarak bunları bilmemek hatta seyretmemek gayet zor. Çünkü kısıtlı maddi imkanlarla başka türlü davranmak, bu reklam bombardımanından ve medya etkisinden kurtulmak, teknolojik alet ve cihazları hayatımızdan çıkarmak çoğu zaman mümkün değil. En ufak çocukların ellerindeki tablet ve cep telefonları da buna güzel bir örnek.
İnsanlık bir zaman sonra şu sorunun cevabını vermek zorunda kalacaktır; ruhsuz, duygusuz, hürriyetsiz, mülkiyetsiz ama sağlıklı ve uzun bir yaşam mı? Sevgi, umut, huzur dolu ama çekişmeli, dertli, gözyaşı ve açlık dolu bile olsa merhametli, doğal, fıtri bir dünya mı? Yeni düzen getirmek için eskisini yıkmak lazımdır. İşin yama ile olamayacağını anladılar. Büyük reset işte bu yıkımın adıdır. Şu an hala reset edilmedik, edileceğiz. Ve bu aslında onlar için riskli. Çünkü insanlık her an kaybettiği değerlerini hatırlayıp inançlı vaziyette ayağa kalkabilir. Kalkacak mıdır? Bunu zaman gösterecektir ama dinler ve milletlerden ziyade önce ahlak ve insanlık (duygu) ayağa kalkmalı, kitleler köle olmamak için isyan etmelidir. Sonra inanç ve milli örfler devreye otomatikman girecek, yahut yeni oluşumlara şahit olunacaktır.
İhtiyat akçesini bile tüketmiş olan bizleri bu durumda ayakta tutacak şey fikirlerdir. Çünkü sınır tanımayan, sansür edilemeyen, sınırlara bağımlı kalmayan fikirler, çok uzak gönüller kolayca ulaşabilir, sınıfsız, yargısız bir ideal cephesi oluşturabilir. Bu fikrin; çağdaş Atatürk ilke ve inkılapları olması kuvvetle muhtemel, İslam olması kaçınılmazdır ve bu çift başlı yol zaten Allah’ın yaşam için bildirdiği laik ama inançlı, eşitlikçi-özgürlükçü aydınlık yoldur. Şu yanlış anlaşılmamalıdır; dünyada herkesin düzgün, mert ve inançlı olması gibi bir ideal asla yoktur. Zaten fiziksel olarak da, din kitaplarının bildirdiğine göre de bu imkansızdır. İyiler azınlık kalmaya mahkumdur, kalacaktır. Ama bu iyilik kaybedecek demek değildir. Aksine iyilik muzaffer olacaktır. O halde az olan iyilerin, çok olan kötülere direneceği günler yaşanacak, Allah’ın yardımı geldiğinde az sayıdaki iyiler galip gelecektir. Nihayet kötülük bitecektir ama iyilerin de çoğu bu yolda canını feda etmiş olacaktır. Bu yüzden kötülere uyanların uzun vadede kazanması ve amacına ulaşması mümkün değildir. Bu inananlar için esenlik dolu günlerin umutla beklenmesi demektir ki umut ve sevgi ölmeden insan esir edilemez.
Küreselizm, öğretmen-öğrenci, aile-çocuk, çocuk-evcil hayvan, insan-doğa ilişkileri gibi sevgi ve güvene dayalı ilişkileri kopartmadan şeytani emellerine erişemez. Bu yüzden bunları sıfırlamak için tezgahlar kuracak, manipüle edecek ve hatta salgınlarla suistimal ve bertaraf etmeye çalışacaktır. Çünkü insan, duyguları ölmeden de ÖLDÜRÜLEMEZ. Bu küreselcilere esir etme-öldürme zorunluluğu getirecektir ki bilim-kurgu filmlerinde çöllerde kaçak yaşayan sistem karşıtları durumuna bile düşürülse iyiler teslim olmadıkça şeytanlar düzenlerini kuramayacaktır. Bu tabloda bize düşen temel değerleri unutup terk etmeden, ne pahasına olursa olsun özgürlükten, sevgiden ve insanlıktan vazgeçmemektir. Maneviyattan güç alan toplumları dize getiremeyeceğini bilen siyonizm, dini yok etmek için kültür ve tarihi yok etmenin kaçınılmazlığını da elbette bilmektedir. Aynı oyunu Türklük üzerine de oynamaktadır.
Dünya tarihinin tamamı özellikle de son yüzyılı işte bu sapık ideolojinin eseridir ve bu sapık mantığa güç yetirebilen tek lider Ulu önder Atatürk’tür. O, hem İslam’ı yaban otlarından arındırarak temiz ve anlaşılır hale koymuş, hem Kur’an’ı Türkçeleştirmeye imkan vererek insanların olagelenleri anlamasına fırsat tanımıştır. Öte yandan sadece ve sadece O’dur ki ülkede masonik faaliyetlere tam on üç yıl kilit vurmuş ve Anadolu insanına tertemiz ve özgür ibadet imkanı sağlamıştır. Tarihte, dünyada O’nun yapabildiğini başarmış hiçbir lider ve ülke yoktur. Yahudilerin Atatürk düşmanlığı da buradan gelmektedir ki Atatürk, inkılaplarının devamı olan inanç devrimleriyle siyonist Yahudiliğe sekte vurmuş, dünya emellerini en az elli yıl ötelemiştir.
İnsanlığın kazandığı hak, kabiliyet ve kolaylıkları elinden alarak cezalandırmayı tasarlayan global siyonizm, elektrik kesintileri, ekonomik iflaslar, gıdasızlıklar ile strateji üretmektedir. 1789 Fransız ihtilali, öncesi yaşanan kaos süreci (rüştünü ispat etmiş bir taktik olarak) bu anlamda tüm dünyaya örnektir. Lakin daha önce o devrimin, bir halk hareketi olmadığı, yalan söylenti ve kışkırtmalarla başlatıldığı, masumların kanının sistem değişikliği uğruna döküldüğü ve sonucun şeytana hizmet ettiği anlaşılmalıdır. Keza Sevr ile bölünmüş Anadolu toprakları da bir başka örnektir. Açlık, zulüm, parasızlık, fabrikasızlık, yorgunluk, moralsizlik yaratıp sonra umut olma vaadiyle geleceği tasarlayan bu karanlık güç, şayet başarırsa karanlığı kalıcı kılmış olacaktır ki bunu Fransa’da başarmış, Atatürk Türkiye’sinde başaramamıştır.
İnsanlık tarihinde belki de ilk kez devasa ve global bir şeytani kumpas ile karşı karşıyadır. Bunun kurtuluş çaresinin inanç ve değerleri yaşatıp, tarih-kültür ve insanlık medeniyetine sahip çıkmak olduğu ise barizdir. İnsanlık inançlı ve erdemli yaşam ile suni-sanal bir yaşam arasında yani şeytanlarla Allah arasında çok yakında bir tercih yapmak zorunda kalacaktır. Medeniyetler tüm sosyal ilişkilerinde öncelikle araması gereken gerçeklik, faydalılık, dürüstlük, akılcılık ve samimilik ilkelerini terk ettiği içindir ki manasız, gereksiz kaoslara düşmüştür. Bu yüzden Kur’an’ın tüm insanlık için ikinci kitabımızda bahsedilen ‘Ey insanlar’ seslenişleri çok iyi okunmalıdır. Çünkü orada dünyanın güzel bir dünya için yapması gerekenler yazılıdır ki bunlar; inanç, dürüstlük, sevgi, eşitlik, merhamet, barış, kardeşlik, hoşgörü, ilim, akıl, paylaşım ve adalettir. Tüm bu anılanların hayata geçmiş en muazzam örneği ise Sevr bataklığından yeşeren genç Atatürk Cumhuriyeti’dir. Parasız, güçsüz, moralsiz bir milletin, çağın en güçlü yedi devletini dize getirişinin destanı İstiklal harbi ve inkılaplar zinciri, Kur’an’ın çağrısının ne kadar yerinde ve mümkün olduğunu, Allah’ın yardımının sonucu belirleyen asıl etken olduğunu göstermiştir.
Dünya küreselci veya ulus devletçi olmak seçeneklerine mahkum edilmiştir ki bunların anlamı emperyalizme köleliğe devam etmek veya tam anlamıyla goyim edilerek esirleştirilmek. Doğrusu üçüncü seçenek olan yeni dünyanın sessiz çoğunluk istekleriyle ortaklaşa tesis edilmesidir ki bunun ülkemiz için tercümesi şu şekildedir; Allah’ın Bir’liğine ve muktedir oluşuna kesin inançlı, laikliği dinsizlik, dinsizliği laiklik görenlerin hegemonyasına son veren, Atatürkçü, üniter devlet yanlısı, insancıl, yerli ve milli üretime dayalı, bir ve beraber, tam bağımsız, vicdan ve inanç hürriyetini sonuna dek yaşayan, fikir ve sevgilerinde baskı altında olmayan, adil ve hakkaniyetli, sevgi ve merhameti öngören, hoşgörülü, gelirlerin adil/eşit dağıtıldığı, doğal, temiz, kardeşçe, akla ve bilime dayalı yaşam modeli. Bu model her türlü baskıyı reddeden, halkın bünyesine, kültüre ve inanca en uygun yönetimsel ilkedir, ülke ve dünya kurtuluşu için elzemdir.
Namusluların namussuzlara, Allah dostlarının şeytan soyuna, vatan aşıklarının vatan hainlerine galip gelmesinin tek yolu da budur.
Bir yanda asırlar boyu coğrafyalara rejim ihraç eden emperyalist-kapitalist ülkelerin baskıcı zulümleri, döktükleri Müslüman kanları, diğer yanda insanlığı tümden köleleştirmek isteyen siyon şeytanları arasına sıkışan insanlık, Kasım ayında yapılan ABD seçimlerine kaderini tevcih etmiş vaziyettedir. Oysa, dünyanın asıl kurtuluşu çok daha farklı, rüştünü ispat etmiş bir modeldedir, Atatürk Cumhuriyetinin dinamik ilkelerindedir. Bu hayalin gerçekleşmesine inanmayanlar görecektir ki çok yakında başta ulus devlet savunucuları olmak üzere mazlum devletler (Türki, Müslüman, Balkan vb.) bu üçüncü seçeneğe sarılmak zorunda kalacaktır. Çünkü petrolleri bitmese de kullanılamaz hale gelecek, gıda ve su kıtlığı yaşayacak, ekonomileri çökecek bu ülkeler için bir himaye devlet arayışı hasıl olacaktır ki bu çare Türkiye’dir. Bu seçenek şu an masada olmadığı için dünya iki kötünün iyisini seçmeye zorlanmakta, her ikisi de kendisini tatmin etmemektedir. Ara çözümler de samimiyetsizlikler nedeniyle yakın görülmemektedir.
Bu durum Balkan devletleri gibi küçük ve kendine yeterli olmayan ülkeler, Ortadoğu küçük devletleri, Türki devletler, hatta Afrika devletleri için bile geçerlidir. Dünyanın merhameti ve vicdanı olan Türkiye, kurumsal kimliği, saygın kültür ve tarihi, namuslu ve laik ilkeleri, şanlı başarı ve zaferleriyle seçenek olmaya adaydır, çokça taraftar bulması da olasıdır. Bu Osmanlı ruhunu canlandırmak yahut bir İslam Devleti kurmak hayali değil, mazlumları himaye etmek, kol kanat germek görevidir. Yoksa kutupsal büyük kavgaların darbeleri en çok bu ülkeleri vuracaktır. Öte yandan bu bir araya geliş, bazı Avrupa ülkelerine de sıçradıkça hem güçlenecek, hem de tevhidin yeryüzü egemenliğine bir adım daha yaklaşılacaktır. Ancak bunun için çok çalışmak, üretmek, yerli ve milli olmak, örnek ve öncü olmak lazımdır.
Küresel Hürriyetsizlik tehdidi bu kadar büyükken hala günlük politikalarla kendi içimizde birbirimizle boğuşmak, Fatih İstanbul’u işgal ettiğinde “melekler dişi midir erkek midir?” tartışmasını yapan Bizanslı papazlar gibi olmak durumudur. Emperyal dünyanın bu bölgedeki çıkarlarının çok daha derin, çok daha uzun vadeli, bir beklentiye hizmet edecek tarzda düşünülmesi daha doğrudur. Çünkü ülkemiz 2.500 yıldır süren teopolitik tehdit altındadır.
Birlik olamazsak başaramayız, mazlumlar cephe kuramazsa siyonizm hep kazanır.
Son kez kısa bir paragrafla hatırlatalım ki; başımızdaki dertlerin tamamı, dünyayı kana bulayan belaların tamamı müstakil düşünülmemesi gereken, organize hamlelerdir, tamamında siyonist küreselciliğin parmağı vardır. İçteki ayaklanmalar da, dinci bağnazlıklar da, Cumhuriyet aleyhtarlıkları da, savaşlar, isyanlar da bu kanlı ve hain işbirliğinin şeytani planlarının ürünü olarak hayata geçmektedir. Şimdi başımızdaki bela corona da bugünün değil yarının belalarına hazırlık olsun diye icad edilmiş bir gerekçeden ibarettir ve gelecek maalesef siyonist küreselcilik eliyle kana bulanacaktır. Bu sebeple Türklüğe, insanlığa, Kur’an İslam’ı hilafına sistem karşıtlığı yapanlar, şeytani maksatlara hizmet ettiğini anlamak zorundadır.
İhanetin mazereti olmaz, bedeli olur. Bu bedel yarına kalsa da kimsenin yanına kalmaz. Atatürk ve eserleri her daim haklıdır, gerekli ve isabetlidir. Objektif değildir çünkü Cumhuriyet taraftarıdır, bilim taraftarıdır. Doğru taraf budur. Bardağa dolu tarafından baksak bile yanlış taraftakilere mazeret, süregelen ihanetlere kılıf bulamayız, yaşattıkları zulmü inkar edemeyiz. Atatürk’ten sonraki dönemde yaşadıklarımız; ulus devlet çizgisinden uzaklaşma, laikliği sulandırma, emperyalizme boyun eğme, kapitalizme muhtaç olma, teröre alıştırılma, siyaseten yalnızlaştırılma, çepeçevre kuşatılma, irticai faaliyetlerle dinin gerçeklerinden, anti milliyetçi eylem ve söylemlerle Türklük’ten uzaklaştırma şeklinde özetlenebilir.
Yazık ki Atatürk’ten uzaklaşılan her yeni yılda, ülke O’nun ilkelerinden de o denli uzaklaştı, uzaklaştırıldı. İlke ve inkılaplar sahteleriyle, kavramlar başka karşılıklarla bulanık hale getirildi, en yüce davalar, bağımsızlık ve laiklik bile tartışılır hale getirildi. Baskılar siyasi arenayla da sınırlı kalmadı, ülke dağlarında terörler, camilerinde cemaatler, borsalarında yabancı sermayeler, fabrikalarında yeşil dolarlar egemen hale geldi. Ülke dört yandan saldırılar ile çekili dizginleri nedeniyle koşmasına mani olunan bir şampiyon yarış atına döndü. Acı olan bu hainliklerin çoğu dost ve müttefik görünen ülkelerden, içimizde yıllarca huzurla yaşayan azınlık ve kökenlerden, devlet kadrosunda olduğu halde hain emeller besleyenlerden, aynı dinden olduğumuzu sandıklarımızdan gelmesiydi. Yani Ulusça son yetmiş yılda sırtımızdan, yüreğimizden vurulduk, din kardeşlerimizce, müttefiklerimizce, bizden sandıklarımızla.
Minik bir öyküyle devam edelim;
Fıtratı olarak her sabah namazında öten horoza sahibi;
Tekrar tekrar ezan okuma! Yoksa tüylerini yolarım!” diye tehditler savurunca horozcağız korkmuş. Ve kendi kendine düşünmüş…
“Zaruretler mahzurları mübah/helâl kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim.” diyerek o günden sonra ezan okumayı bırakmış.
Bir zaman sonra, sahibi ezan okumayı bıraktırdığı horoza gelerek;
Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yolarım!” demiş.
Horoz bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar. Tam bir ay gıdakladıktan sonra sahibi tekrar gelmiş ve bu kez şöyle demiş;
Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan, yarın seni keserim!
Bunun üzerine horoz ağlamaya başlamış ve demiş ki; ”Keşke ezan okuyarak zamanında şerefimle ölseydim!”
Şimdi bizlerde korkularımıza, menfaatle ettikleri tehditlere, kumpasla yaptıkları şantajlara boyun eğiyoruz. Ama küresel dikta güçlendiği zaman zaten biz gibi muhaliflere yaşam hakkı olmayacak. Ve sonunda! Keşke savaşarak şerefimizi ölseydik diyeceğiz birçoğumuz.
Türkçülerin, Atatürkçülerin hepsinin gerçek Atatürk ve vatan evladı olmadığını artık görmek zamanıdır. Ülkede kimin ne zaman başı sıkışsa hemen Atatürk’e döner. Çetelerden hain işbirlikçilere, siyasal İslamcılardan döneklere, rozetçi Atatürkçülerden dincilere kadar herkesin dili Atatürk’ü söyler. Ama kalbi Atatürk için, Türklük ve vatan için atan gerçekte kaç kişi vardır? Fark Atatürk’ü yürekten ve sözle sevmek farkıdır. Yalan sevdalardan kimseye fayda gelmez lakin toplum bu iki yüzlüleri ayırt etmeye mecburdur.
Atatürk millet ve devletleri bir bedene benzetmiş, herhangi bir uzuvda yaşanacak rahatsızlığın gün gelip tüm bedeni saracağına işaretle, o rahatsızlığa derhal müdahale etmeyi istemişti. Hatta bunu ilkesel olarak tüm dünya için tayin etmişti. Şimdilerde kardeşliğimizden uzaklaşmamızla paralel olarak bazılarımız bazılarının gelir ve adalet dengesizliğinden hiç rahatsız olmuyor, kendi dava(!)sının peşinde yürüyor ve ötekileştirdiklerinin acılarını görmüyor hatta bundan zevk alıp, statüsünün yüksekliğinden şeytani bir haz alıyor. Lakin unutulmamalı ki bugün uzak olan o acılar tedbir alınmazsa kronikleşecek ve tüm vücudu kaplayacaktır.
Bugün başkalarına nasip olan elemler yarın o gülenlerin başına aynı veya başka bir şekilde gelecektir. Adalet nasıl herkese bir gün lazım olacaksa, para adaleti sağlanmadıkça nasıl servetler mutluluk getirmezse toplumun huzur ve refahı bir bütündür, paylaşım ve yardımlaşma esastır. Bu aynı zamanda aynı vatanı paylaşmanın gereğidir ve şayet acılar paylaşılamıyorsa ortak değerlerde sorun var demektir.
Kabiliyet ve imkanı olduğu halde durumu izlemekle yetinenler, acıya sebep olanlarla aynı vebale ortaktır ve bedeli ağır olacaktır. Bu yüzden herkes imkanınca etrafına yardım etmek zorundadır. Peki, ediyor muyuz?