Her şeyimizde var olan, tüm yönleriyle deha, tüm vasıflarıyla eşsiz, tüm saygınlığıyla emsalsiz Kurtarıcı ve Kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk gelmiş geçmiş Türk Ata’ları içinde sevilmeyi en çok hak eden Başbuğ’dur, Bozkurt’tur. Çünkü O’na borçluyuz, çünkü O’na söz verdik, çünkü O’na minnet duymak insanlık ve vicdan gereğidir. Olmasaydı, belki yine olurduk ama ne babamız belli olurdu, ne ezanları duyabilirdik, ne vatanımız olur ve ne de saygın bir devlet olarak ayakta kalabilirdik. O’nu sevmemek bu nedenle eşyanın tabiatına aykırıdır. Şayet sevemiyorsak sorun… O’nda değil bizdedir.
“ … Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri, koltukları bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa’nın yüzü Rambrantvari bir tablo konusunu andırıyordu. Genç bir yüzde bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum. Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında sebat, alçakgönüllülük, asalet, uysallık, sertlik, temizlik, zeka… Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz…”
Değerli şair yazar Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk’ü böyle tanımlıyordu. Bu zeki, vakur, azimli, cesur Türk’ü tanıyabilmek, O’nun Türk Ulusu, Türk Yurdu için neler yaptığını anlayabilmek ve tabi ki sevebilmek için geriye dönüp tarihin sayfalarını çevirmek gerek. O kazandığı zaferler ve yaptığı devrimlerle Türklüğü aydınlatan, dünya üzerindeki köleleşmiş uluslara özgürlüğün yolunu gösteren bir meşaleydi.
Atatürk’ü ezbere, yüzeysel, sorgulamadan ve anlamadan sevmek, hem kendimize, hem ülkemize, hem de Atatürk’e haksızlık, Milli tarihimize ihanettir. Bugün yaşadığımız pek çok sorunun temelinde işte bu kronikleşmiş ve yüzeysel anlamama, tanımama, idrak edememe yatmaktadır. Sevmemek insafsız bir yargıdır çünkü tüm kazandırdıkları nedeniyle her Türk yurttaşı O’nu tanımak ve bilmekle mükelleftir. Sevmekten korkarak O’nu tanımamaya çalışmak kabul edilir bir şey olmadığı gibi, gerçekleri saptırarak O’nu karalamaya çalışmak da insan onuruna yakışmaz.
Kaldı ki hatasız bir kariyeri, mükemmel bir performansı, vatan aşkıyla hayata geçirdiği mucizevi kahramanlık ve başarılarını kasıtlı olarak belli yerlere çekmek insana yakışmaz bir adiliktir. Hele hele yurda ve millete, İslam’a, al bayrağa kazandırdıklarını, yaptığı hizmetleri bir kenara koyarak kişisel yaşamı üzerinden bel altı vurmaya çalışmak; karalamaların ne kadar dış mihraklı, bencil, cahil ve Türklük aleyhinde olduğunun hatta İslam’a ve bu Yurdun insanına düşmanlığın ispatıdır.
Meseleleri tartışmak ve doğrusunu öğrenmek yerine çaresizlikle yalana müracat etmek zayıf ve aciz kimselerin haksız, adaletsiz, günah ve insanlık dışı davranışıdır. Karalamakla güneş elbette sıvanmaz ancak kurtarıcı, aydınlatıcı, çağdaşlaştırıcı, yenileştirici, onurlu kılıcı bir insanı ve yaptıklarını bu yolla genç dimağlardan silip, onları merdiven altı din ticarethanelerinde Cumhuriyet aleyhtarı yapmaya çalışmak sadece günah ve insafsızlık değil aynı zamanda mevcut kanunlar nezdinde de yasal bir suçtur.
O’nu sevmek gereklidir çünkü;
O’nu tanıyınca ve yaptıklarını öğrenince sevmemenin imkanı yoktur, minnet duymamak mümkün değildir, örnek almamak imkansızdır. Böyledir çünkü O; sadece sıradan bir kahraman komutan olup yurdu düşmandan kurtarmamıştır. O; sadece sıradan bir devlet adamı olup inkılap ve ilkelerle yurdu aydınlatmamıştır. O; sadece sıradan bir vatansever olup Türklüğü yüceltmemiştir. Ama O, bunların tümünü, sabırla, halkından aldığı destekle, Allah’ın yardımıyla ve milleti adına başarmış Başkomutandır, Başöğretmendir, Türklüğün Ata’sıdır, Gazi’dir, Atatürk’tür.
Bugün etrafımızda gördüğümüz her şeyin mimarı, planlayıcısı, emredicisi, tedarikçisi, kurucusu O’dur. Bugün hür ezanların okunmasına, İstiklal Marşımızın gür sesle söylenmesine imkan sağlayan O’dur. Namusları, bahtları kurtaran, makus talihleri kıran, aydınlık yarınları mümkün kılan O’dur. Geleceğe umut, ışık ve rehber olan, akıl ve bilimi rehber ettiren hep O’dur.
O’nu anlamak için 57 yıllık yaşamına mucizeler sığdıran Atatürk, bunu nasıl yaptı, neden yaptı? diye sormak gerekir. O tüm bunları çok çalışarak, fedakarlıkla, vatan aşkıyla yaptı. Vadedilenlerle yetinip, İstanbul’daki süslü yaşama razı olup refah içerisinde yaşayabilecekken cesaret edebildi, çabaladı ve başardı. Elini taşın altına soktu, bana ne demedi yurdunu, ulusunu bütün ömrünü verecek kadar çok sevdiği için.
Bu sevgi ve fedakarlığı daha iyi anlamak için bugünkü konforumuzda çay yudumlarken değil, o günkü işgal ve zulüm anlarının istibdat ve korku, diğer yandan açlık, hastalık ve fakirlik etkisindeki atmosferinde düşünmek gerekir. Topraklar kaybedilirken, para pulken, işgalci askerler sokaklarda devriye gezerken, kızların ırzlarına geçilirken, ordu esirken, ezan okunamaz, namaz kılınmazken… O’nun başardıkları, hem de bunu İstanbul’dan değil Anadolu’dan yapması olağanüstü bir başarıdır.
O’nu, Bandırma’yla başlayan, İzmir’de 9 Eylül’de sonuçlanan bu destanın kaleme alanı olduğu için sevmek gerek. Kurtuluş ve kuruluş yıllarını düşünmek o yıllarda çocukların, gençlerin, yaşlıların, hastaların kısacası bütün halkın neler çektiğini yüreğimizde hissetmek gerek. Hissedemezsek barışın, refah ülkemizin, yurdun ve insanlığın değerini anlayamayız.
Celal Bayar Atatürk için şöyle demişti; “Atatürk’ü sevmek her Türk vatanperveri için milli bir ibadettir.” Haklıydı. Atatürk, yola çıktığında etrafında çok az insan vardı. Aydınların çoğu İngiliz himayesi ya da Amerikan mandası istiyordu. Bağımsızlığı hayal eden bile yoktu. Biri çıkıp; ‘Geldikleri gibi giderler’ diyememişti. Atatürk işte o umutsuz koşullarda Türkiye’nin bağımsızlığı ve bütünlüğü için ‘Ya bağımsızlık ye ölüm’ diyerek yola çıktı ve başardı. O’nu bu cesareti ve kararlılığı için, Kurtuluş Savaşında halkın çektiği sıkıntıları, elektriksiz, parasız, yemeksiz, ilaçsız günleri düşünerek sevmeliyiz. Bize bugün düşen görev ve sorumlulukları bu sevgiden çıkarmalıyız kalem kalem. Yarının nesillerini aynı aşkla yetiştirmeliyiz.
Adını tarihe elmas harflerle yazdıran Atatürk’ü sevmek; Kurtuluş Savaşına katılanı, cepheye mermi taşıyanı, şehit olanı, yaralananı, silahlı mücadele edeni, kalemle destek vereni, askere yiyecek pişireni, kısacası parçalanan, işgal edilen yurdu kurtarmak için ölümü göze alan, ilke ve inkılapları yurda yaymak için seferber olan asker, esnaf, çiftçi, şehit, gazi, kadın, erkek, yaşlı, çocuk hepsini sevmektir. Atatürk onların ortak adıdır. O dönemin ve şimdinin yol göstericisidir. Atatürk’ü sevmek yurdu sevmektir, birbirimizi sevmektir. Atatürk’ü sevmek; bilerek anlayarak sevmek… hepimizin gönül ve vicdan borcudur.
Güncel meselelerin çözümü için bir doktrin olan Atatürk ışığıyla bugün hala inleyen ulusların, demokrasi dileyenlerin, fakirleştirilenlerin, savaş ve terörle yok edilenlerin, memleketlerinden sürgün edilenlerin, gıdasızlığa mahkum bırakılanların, halkları ayrıştırılanların umuduysa… bu evrensel bir çözüm olduğu içindir. Küresel çıkmazlarda sadece ülkemizin DEĞİL dünyanın O’ndan başka çaresi de yoktur. Çünkü O önce ulusunun ve sonra tüm dünyanın medeniyet ve insanca yaşam alanında tek ve daimi Başöğretmen’dir.
8 thoughts on “Atatürk’ü neden sevmeli?”