Atatürk’ü neden sevmezler
Atatürk’ü kim, neden sevmez? sorusunu cevaplayabilirsek, neden sevmemiz gerektiğini de anlarız. Bu sorunun en kısa cevabı herhalde şudur; dini siyasete alet edenler, şeriat dileyen ve bu yolla kadınları köle, kendilerini efendi yapmak isteyen, dış güçlerin maşası durumundaki eşitlik karşıtı ilkel benlikler, içimizdeki İngilizler, Batı hayranlığı yanılgısıyla medeniyeti Batı’da sananlar, ayrımcılar, haksız kazanç tutkunları, mafyalar, hortumcular, tarikatlar, mandacı ve himayeciler, zümreciler, gayrimeşrular, arabizm ve israiliyat tutkunları, münafıklar, müşrikler, kafirler, ideolojik fraksiyonistler, spekülatörler, şekilciler, yurda düşman olanlar, işbirlikçiler….. hukukun boşluklarından yararlananlar, kısaca cahil ve gafiller.
O’nu neden sevemediklerini sorgulayabilirsek karşımıza; cahil bir aile, art niyetli bir öğretmen, fraksiyonist bir asi, pis sakallı bir yobaz, faşist bir ateist, ahlaksız bir patron, yanlış bir arkadaş, maksatlı kaleme alınmış onlarca kitap ve dergi, yandaş bir kanal, hain bir eş çıkacaktır. Tabi ki; mayası bozulmuş bir ortam, ahlakı çökmüş bir kitle ve paradan başka bir şey düşünmeyen oyuna gelmiş insafsız bir benlik! Tüm bunlarsa sevememenin yanlışlığının, kandırılmışlığın ve neden sevmek gerektiğinin ispatıdır.
Atatürk’e karşı olanlar bilgisine, komutanlığına, devlet idaresine, başarılarına söz edemedikleri için özel hayatına, inancına saldırır, kendilerini Allah yerine koyup O’ndan daha iyi Müslüman olduklarını iddia ederler. Zaten bilgi, akıl ve becerileri mevcut IQ’ları gereği çağ ötesi ve bilimsel Atatürk’ün icraatlarını bırakın eleştirmeye, anlamaya dahi yetmez. Ama annesi, dini, namazı üzerinden saldırıp karalamak, savunma hakkı veremeden gıybet ve iftira etmek, yaşadığı zamanda tüm din adamları O’na saygı duyarken, şimdi inançsızlıkla suçlamak, insanlık tarihi boyunca Hz. Peygamberden sonra bu dine en büyük hizmeti vermiş ve Allah’ın yardımına mazhar olmuş Atatürk’ü haksız yere karartmaya çalışmak, hem de bunu yasal olarak suçken yapmak, ölünün ardından konuşmak dinen en büyük günahlardan olduğu halde hakkını yemek, vefasızlıkla nankörlük etmek, ettirmek, taşlamak… kolaydır, mesnetsiz de olsa taraftar bulur.
Hele kitle tarihi ve dini bilmiyorsa, aklını kullanmıyorsa, yaşama dar pencereden bakıyor yahut kandırılıyorsa bu yalanlara kolayca aldanacaktır. Oysa Milletini dipsiz kuyulara atmayan Atatürk, hayalcilikten uzak dine saygılı, inançlı ve namuslu bir politika izlemiştir, noksansızdır, dine çokça hizmet vermiştir. Laik fikirleri hala meyve vermektedir. Taşlanması da bu yüzdendir.
Taassupçu yobaz ve işbirlikçi hainlerin Atatürk düşmanlığını kişiselleştirmek yanlıştır. Atatürk’ü sevmemektedirler ama asıl hırs, kin, nefret ve öfkeleri Atatürk’ün boğduğu; din sömürgecilikleri, hurafecilikler, menfaat kayıpları, yol açtığı; aydınlanmalar, umut ve mutluluklar, organik olarak yarattığı çağdaş ve milli inkılaplar nedeniyledir. Düşmanlıkları kısaca Atatürk’ten ziyade hür ve bağımsız oluşa, eşitliğe, Cumhuriyete, laikliğe, adalete, din tezgâhlarının bozuluşunadır.
Atatürk düşmanlığı, Cumhuriyet ve akıl düşmanlığıdır ki maalesef hedefte laiklik vardır. Laikliği anlamayan, Allah emri olduğundan habersiz gafillerce ortadan kaldırılmaya çalışılan laiklik, İslam’ın yaşayabilmesi için tek kurtuluş yoludur. Allah ve Kur’an, ayetlerdeki manaların hayata yansımasını sayısız adrese gönderir ki akıl ve bilim ile insanlık değerleri başta gelir. Laiklik bunların garanti eden, dini hür ve eşit yaşama şeklidir. İtirazı olanlar ise yobaz zihniyetli, israiliyata veya Arap milliyetçiliğine hevesli, dini tanımayan menfaatçi iman ve ihsan yoksunlarıdır. Yani dinin özünü halka hatırlatan kişi; Mustafa Kemal’dir; “Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, bilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tümüyle uygundur.”(1923)
Atatürkçüleri, irtidat etmiş (mürted) gösterip eskiden Müslümanken şimdi din dışına çıkmakla (tekfir) itham edenlerin, Atatürk Cumhuriyetini Darül-harp göstermeye çalışanların asıl maksadı; hurafelere mahkum ve kişiliksiz İslam’ı Ortadoğu ile kaynaştırarak halkı Araplaştırmak, dini Arap örflerine teslim etmek, laikliği silmek, Türklüğü tüketmek, uzun vadede halkı köle gören -kendisini (haşa) Allah’ın gölgesi sayan- hem dine hem devlete sahip halifeliği geri getirmektir ki bu Peygambere de, Kur’an’a da, Allah’a da savaş açmaktır.
Kimse Atatürk’ün imanını sorgulama hak ve yetkisine asla sahip değildir. Çünkü Cumhuriyet halen O’nun gibi bir mü’min yetiştirmek şerefine erişememiştir. Laik kesim tüm bu yalanları çürütmek ve milli gücü muhafaza etmek için bile olsa dini yakından tanımak mecburiyetindedir.
Atatürk gericiliğin Türk insanının karakterinde olmadığını ama bu gafletin halkın korku ve kuruntularını bazı ilkel siyasetçilerce çıkar uğruna yaratıldığını şöyle anlatıyordu;
“Türkiye’de aslında gerici yoktu ve yoktur. Korku vardı, kuruntu vardı. Cumhuriyetin ilânı ve onun için gerekli olanların kurulması, gereksiz kurumların kaldırılması üzerine herkesin açıklıkla gördüğü manzara o korkanlar ve kuruntu yapan için de gönül rahatlığına yol açmıştır. Bundan sonra, sadece bir şey akla gelebilir. O da, bazı ilkesiz siyasetçilerin, alçak çıkarcıların o korkuyu uyandırmaya çalışması o yüzden isteğini elde etme ve çıkar düşüncesinden oluşmaktadır. Size güven veririm ki, bütün varlığımla sağlarım ki, bu gibiler her ne şekil, biçim ve her ne aracılığıyla olursa olsun, varlıklarını sezdirdikleri gün, milletin amansız yok edişine hedef olmaktan kurtulamayacaklardır. Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok uzaktır. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar. Geçmişin dikkatsizlikleri, paslı tembelliği, Türk halkının aklından silinmiş olduğundan kuşku ve kararsızlığa yer yoktur. Ulaştığımız mutlu durumdan bir adım geriye gitmek, kimsenin söz konusu etmeye dahi yetkisi olmadığı kesin bir gerçektir. Türkiye’de Cumhuriyet vardır ve Cumhuriyetseverler vardır. Bu kutsal varlıkları yıkıcı unsurlar artık Türkiye havasını – zehirlenmeden- soluyamazlar.”
Kur’an okumayan, okusa da anlamayan toplum, Nutuk da okumadığı için bugün kara bulutlar vatan toprakları üzerinden eksik olmamaktadır. Kur’an’ı ve dini tahrif eden odaklar, Arapçaya ve israiliyata teslim eden nifak tohumları nasıl inançlarda depremler yaratabildilerse ve toplum nasıl yozlaştıysa, bunu ayetlerin mealiyle oynayarak, tefsiri yumuşatarak, hadis külliyatı içerisine on binlerce yalanı sokarak yaptılarsa, hatta tefsirin önsözündeki talimatı ve gayeyi basımdan kaldırdıysalar, Nutuk’un eklerini de aynı mantık halktan gizlemektedir.
Bunu yapan maalesef basım maliyetini düşürmek için kısaltmaya giden milliyetçi kesimler bile vardır. Oysa o belgeler tarihi vesikalardır, ihanetin belgeleridir, savaşın ve inkılapların gerçek arşividir. O belgeler okunmadığı içindir ki bugün Türk halkı en hainleri hala kahraman olarak görebilmektedir. O halde dost ve düşman kimdir? Cevap: içimizdeler, her yerdeler…!
Atatürk Vahdettin döneminde apartman yapılmak üzere yabancılara satılmaktan kurtardığı İstiklal caddesindeki Ağa Camii’ni 1937 senesinde Vakıflar İdaresi’nce restore ettirip (22.432,30 Lira) ve camiye şunu yazdırmıştı;
“Yurttaş, dünü unutma, bugünü iyi anlarsın.”
Oysa vatandaş dünü unuttu, unutturuldu. İskilipli Atıf Hoca’nın yok yere asıldığını iddia edenlere, suçunu itiraf edip, affedilmek ve idam edilmemek için Atatürk’e yazdığı mektup gösterilmedi, Necip Fazıl’ın kumarcı, eski bir CHP’li olduğu da, Vahdettin ve Abdülhamit’in anayasa ve meclis aleyhine, halk sefaletteyken sürdüğü şatafatlı yaşamı da, Abdülmecit’in sübyancılığı, Sultan Abdülaziz’in delikanlı düşkünlüğü de.
Bilim ve Gelecek dergisi şöyle yazdı; “Dokuz, on yaşında kızların bikrini izaleden (bekâretini bozmaktan) pek büyük zevk duyan Sultan Abdülmecit… Şâb-ı emretlere (genç delikanlı) düşkün olan Sultan Abdülaziz… Hareminde genç ve şirin kızlardan teşkil ettiği oyun takımı, oyuncuların maharetleri ve hoşlukları ile emsalsiz denilecek bir mükemmeliyet arz eden “Ulu Hakan” Abdülhamit… İşte Cumhuriyet arifesindeki kızlı erkekli Osmanlı sarayları…”
“Ahlâksız” eğlencelerle sefahat içinde yaşayan Osmanlı riyakârlığı ile şimdilerde de laiklik ve Cumhuriyet düşmanlığı kisvesiyle şatafatlı saray yaşamları, köleleştirilmiş teba ve haremleştirilmiş, mahremleştirilmiş kadın modelleri sunuluyor. Ama Ulus Atatürk’ün dediğinin aksine dünü unuttu. Bu nedenle de bugünü anlayamıyor.
Atatürk, emsalsiz bir dehadır. Sadece zamanının değil, tüm zamanların Atatürk’üdür. Hitabesindeki basiret, gençliğe tevcih ettiği görevler ve yarınları harfiyen tarif edişi büyüklüğüne ispat, mücadelesinin haklılığına delildir. Bu mükemmel insana kin besleyebilecek kadar gaddar olanların Türklüğü tartışmalı olduğu gibi inançları da şaibelidir. Öte yandan onların bu bedbahtlığının mesuliyeti aynı zamanda bizedir. Çünkü anlatamadık, dinletemedik, Atatürk’ü savunamadık, çare olamadık! Şundan emin olun; Atatürk’ü sevmeyen adam olmaz çünkü Atatürk’ü sevmeyen… adam olamaz! Dünün kurtuluşu nasıl Atatürk idiyse, bugün ve yarınların da kurtuluşu sadece başöğretmen, başkomutan Atatürk’tür, ilke ve sezişleridir. Bugün yaşadığımız çaresizlikler işte bu sezişten yoksun olduğumuz içindir. İhanetimizi, ciddiyeti anlamayışımızı daha 1963’de yazmıştı Falih Rıfkı Atay:
“Atatürk devrimlerinin temeli layisizmdir. İçtimai (toplumsal) hürriyetlerdir. İkisine de hıyanet ettik. Biz bugün 1908 Meşrutiyet havası içindeyiz. Hala davamızın bir medeniyet davası olduğunu kavrayamayanların kurbanlarıyız.”
Özetle; O, hiç sarhoş olmadı, kusmadı ama bugün O’na saldıranlar en çok bu argümanı kullanıyor. İmanının yokluğuna şehadet edip, dinden çıkışına kefil olup, Allah inancını yok sayıp, İslam’a hizmetlerini görmezden gelip, Kur’an aşkını yok farz ederek… insafsızca, ahlaksızlıkla saldırıyorlar. Bu ise onların ne kadar inançsız ve gayri millî olduklarının ispatı. Onların bu beyhude çabası sonucu değiştirmeye elbette yetmeyecek. Karalamaları altın gibi parlayan ve tarih sayfalarında ispatlı gerçekleri değiştirmeye elbette yetmeyecek. Ama tüm bunlar birer kandırma aparatı maalesef. Bu yüzden diyoruz ki O’nu sevmek için önce ilke, eylem, fikir ve davasını anlamak gerek. Çünkü bu bir kez anlaşılırsa… bir daha kanmak ve yanlışa düşmek söz konusu değildir.
Atatürk’ü neden sevmezler sorusunun cevabı özetle böyle… O’nu sevmeyen görüldüğü gibi vatanı sevmiyor, demokrasiye yakın değil, inançları kulaktan doğma… araştırmamış, öğrenmemiş, unutmuş verdiği sözü okurken… o yüzden sevmiyor, sevmiyorlar.