Yıl 1938. Bir İran’lı şair bir Tahran gazetesine Atatürk’ün vefatı üzerine bir şiir yazar. O şiirin iki mısrası şöyledir;
“Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.”
O, kuru bir hayat hikayesinden ibaret değildir, tarihin tozlu sayfalarına prangalanmış sıradan bir devlet adamı da değildir. O’nun eserleri gibi ideal ve ülküsü de bugün hala yaşayabiliyor ve dünyaya ışık olmaya devam edebiliyorsa bu davasının haklı, doğru ve gerekli oluşundan, zamanın küresel dev güçlerine karşı rüştünü, başarısını ispat etmiş olmasındandır. Bu nedenle niyetimiz o hayat hikayesinde ve başarı öyküsünde bugünün milli ve global dünyası için bir çıkış yolu aramak olmalıdır.
O’nun davası; canı kadar sevdiği annesine, vatanına, askerlik mesleğine yakışır, Yüce Allah’ın rızasına mazhar olacak bir asalet ve fedakarlıkla, ulusuna ve dinine hizmetle, esaret zincirlerini kırmak, zulme son vermek, medeni ve aklı rehber edinmiş bir medeniyeti yeniden canlandırmak, unutulmaya yüz tutmuş Türklüğü ve yaban otlarından tanınmaz hale gelmiş İslam’ı hak ettiği yüce mevkiye yeniden çıkarmak, kahraman ve fedakar Türk ulusunu yeniden ülküsü istikametine koyarken, saygıdeğer ve çalışkan bir ülke yaratmaktır. Bu ülke; tam bağımsız ve çağdaş olacak, güven verecek, güçlü olacak, kendine yeter halde, etrafına da örnek teşkil edip, güven ve moral verecektir.
İçinde bir ve bütün olan bu Millet, devleti ve halkıyla bütün, özgür ve eşit olacak, demokrasiyle, mertlik ve merhametiyle dünyaya emsal olacak, iç ve dış düşmanlara aman vermeyecektir. Kurumsallaşmış Cumhuriyet, laik, sosyal ve hukuk devleti kimliğiyle ilelebet payidar kalacak şekilde kendi sistemlerini sürekli güncelleyecek, sistem kurucuları ve tüm organları bu sistemi sürekli geliştirip muhafaza ederken, beka ve esenlik adına yapılması gerekenler halkın egemenliğine ve rızasına dayalı bir ortamda tespit ve tayin edilecektir. İç ve dış mihrakların zararlı etkilerine karşı kendisini koruyabilecek sistem; özgür, eşit, yeterli, güncel ve medeni olacak, inanç ve kültürle, akıl ve bilimi kaynaştıracak, yobazlığa, ihanete, cehalete imkan tanımayacaktır.
Bu yeni Cumhuriyet; Türklüğün haysiyet ve mertliğini, Ulusun Türk ve Müslüman kimliğini, tarihten gelen mesuliyetini, ay yıldızlı bayrağın şanını şerefle taşırken, kaderimiz olan Anadolu’nun bozkırlarına da umut ve sevgi olup yayılacak, en ücra kalplere dek girecektir. Bir ve beraber olarak tek yürek olabilen halkın coşkun sempati ve desteğiyle insanca, hakkaniyetle, korkusuzca, inanç hürriyeti içerisinde yaşanacak asırlar, Türk’ün varlığını ve yüceliğini eskitemeyecektir.
Atatürk’ün davası, öğretmek, göstermek, dayatmak değil, halkın sinesinden çıkan istek ve arzuların hayata geçmesini sağlamak, yerleşik yanlış ve korkuları silip atmak, cihanın en zalim ve zorba iktidarlarına karşı dik durabilmektir. Atatürk bu nedenle şahsını veya çıkarını değil daima halkını düşünmüş, fikirlerini zorla empoze etmek yerine halkın sesine kulak vermeyi seçmiştir. Bunu ise ‘Milletinin elinden kendisi yürümeye başlayana dek tutmak’ şeklinde tarif etmiştir ki on beş yıl gibi kısa bir sürede Ulus; fabrikaları, tarlaları, uçakları, makineleri, refah ve huzuru ile gerçekten de kendisi yürümeye başlayabilmiştir. Atatürk mucizesi, tarihte yaşanan bu muazzam milli kalkınma, varoluş sebebimiz olarak tarih yapraklarındaki şanlı yerini korumaktadır. Bizlerin bu detayları, gayeleri bilme mecburiyeti ise bakidir. Bu şahlanıştan habersiz kaldığımız müddetçe ümitlenmemize de imkan yoktur.
O, kot giyemedi. MP3 müzik çaları, alarmlı kol saati, kaykayı, bluetooth kulaklığı olmadı. Cafe latte içemedi, dershaneye gidemedi, bardakta mısır yiyemedi, pahalı cep telefonu hiç olmadı. Zamanında sinemalar, tiyatrolar yoktu. Gençliğinde kız arkadaşını koluna takıp Emirgan’a çay içmeye gidemedi. Stada maç izlemeye gidemedi. Marka Tshirtleri hiç olmadı. Converse giyemedi. İnternetten alışveriş yapamadı, sıcak yemek söyleyemedi telefonla. Ne maaş hesabı yaptı, ne faizlerle para yığdı. Maaşını devlete, muhtaca geri verdi. Baba özlemiyle, memleket hasretiyle büyüdü. Borsayla, döviz kuruyla, kripto parayla, altın kuruyla uğraşmak yerine, Kordon’da bira yudumlamak yerine okudu, cepheye koştu, çalıştı, yaralandı, savaştı.
Parasız yorgun gecelerde gaz lambasında, sedyede, kumda uyudu, üşüdü, hastalandı. Tuzaklara , iftiralara, suikastlere maruz kaldı. Hakkında idam kararı verildi, çok sevdiği üniforması alındı sırtından. Parasız kaldı, işsiz kaldı, yolda kaldı, çaresiz kaldı. .. ama durmadı. Canından aziz bildiği vatanı korumak ve kurtarmak için gençliğini, servetini, maaşını, ömrünü feda etti. Annesinin cenazesine bile gidecek zaman ve imkan bulamadı devlet işlerinden. Memleket meseleleri yüzünden aklar düştü saçlarına erken yaşlarda. Ellisinde yaşlandı. Uyumak yerine okudu, dinlenmek yerine daha çok çalıştı. Kurtardı, modern ve çağdaş kıldı, söylemekle kalmayıp yaptı, yaptırdı, örnek ve lider oldu, denetledi.
Tek kuruş devlet malına dokunmadan, sınırsız yetkileri reddederek, dokunulmazlık ve tek adamlık istemeyerek, tüm mal varlığını milletine bırakarak, tek bir yanlış yapmadan , tek savaş kaybetmeden, ulusunu aldatmadan, kendisine güvenenleri utandırmadan, yarı yolda bırakmadan, ahirete intikal etti. Saygınlığıyla, dehası, kahramanlığıyla, barışseverliğiyle, basiretiyle tüm dünyanın ayakta alkışladığı sönmez bir fikir ve ilke olarak yaşamaya devam etti.
O halkını hiç aldatmadı, aldanmadı. Yalan ve boş işlerle uğraşmadı., nüfusunu kötüye kullanmadı, ulusunu boş macera ve heveslere sürüklemedi. Örnek, lider, öğretmen oldu. Şefkatli bir baba, hayırlı bir evlat, saygın bir eş, sevgi dolu bir ağabey oldu, vefalı bir dost, adil bir yönetici, liyakat aşığı bir orkestra şefi oldu.
Kadına, çocuğa, gençliğe güvendi. Ordusuna güvendi. Eğitimi, ekonomiyi yüceltti, milli ve yerli oldu. Tasarruf bilincini kuvvetlendirdi, tüketen ülkeden üreten bir dev yarattı. Dışa bağımlılığı bitirdi, düşmanı, zulmü ve cehaleti yenerken dünyanın geri kalanından hep bir adım önde oldu. On yılda olmaz deneni oldurdu, yapılamaz deneni yaptı. Geçilemez denen savunma hatlarını üç saatte delip geçen kahraman ordusuna, kültür ordularını kattı. Avrupa’nın bir asırda aştığı çağı, ulusuna on senede aştırdı. Zulmü yok ederken namusları, ezanları, şehit kanlarıyla sulanmış mübarek toprakları kurtardı. Sadece ülkede değil tüm mazlum coğrafyada umut, ışık ve güvenin adı oldu. Moral oldu, örnek oldu, Ataşark oldu.
Akıl ve kalbi doğruda buluştururken unutulmuş Türklüğü yüceltti, geri bırakılmış Anadolu’yu imar ve iskan etti. Aşağılanan köylüyü, çiftçiyi baş üstüne taşıdı, milletin efendisi yaptı. Kıt kaynak ve imkânları doğru ve yerinde kullanarak bütçeyi namus, edilen yeminleri kutsal kabul etti. Yeşili, hayvanları, doğayı sevdi, korudu. Şehitlere, gazilere, camilere, yabancı asker mezarlarına bile saygı duydu. Dili, dini anlaşılır, okunur, bilinir kıldı, karanlıkları, hurafeleri dağıtıp, örümcek ağlarını, yaban otlarını temizledi. Çocukları, kimsesizleri, muhtaçları sevdi. Halktan biri, halkın içinde, halkın hep yanında oldu. Hakk’ı savundu, hak’kı korudu, haklıyla yürüdü, hakkaniyetli oldu.
Çakalların, domuzların, akbabaların cirit attığı yurdumuzu kuş sesli, mis kokulu yemyeşil mesire yerlerine çevirdi.
O sevgilerin en yücesini hak etti. Çünkü O sadece Mustafa Kemal değildi, ATATÜRK’tü, ATAŞARK’tı.
Ders kitabı oldu yabancı milletlere, sokak, cadde ismi oldu tüm cihana, eserleri, ilkeleri anayasalara geçti pek çok ülkede, mazlum devletlerin tarihlerine ışık oldu. Fikir ve aşk olarak ölümsüzleşti, örnek, umut ve ışık olmaya devam etti, edecek.
Şayet; aç, susuz, aşağılanmış, köle, kişilere kul, korkak, yoksul, ürkek, terk edilmiş, sokağa çıkamaz, okuyup yazamaz bir hayata razıysanız sevmeyin Atatürk’ü. İkinci sınıf vatandaşlıksa hayaliniz, kara çarşaflara dolanmaksa özleminiz, dünyanın alay ettiği bir kavim olmaksa dileğiniz, Türk dünyasını utandırmaksa, mazlum devletleri hayal kırıklığına uğratmak, şehitleri acıtmaksa niyetiniz… sevmeyin O’nu.
İlkelliğe, batıla, pis ve ahlaksız yaşama, eşitsizliğe, adaletsizliğe, hürriyetsizliğe razıysanız sevmeyin, yürümeyin yolunda. Çocuklarınıza milli terbiye vermek değilse arzunuz, töreden uzaklaşmaksa maksadınız, tanınmaz – anılmaz hale getirmekse bu yurdu, aidiyetsiz yaşamsa muradınız, şan ve şeref duygunuz körlendiyse, bayrağımızı, marşımızı sevmiyorsanız…. Atatürk’ü de sevmeyin.
Sevmeyin çünkü bu halde O’nu seviyorum deseniz de gerçekten sevmiyorsunuz demektir. Bu özde değil sözde sevginin size de, yurda da bir tutam faydası olmaz, olamaz. Bunca art niyet ve cehaleti taşırken, O’nu sevmeye zaten layık değilsiniz demektir. Bu durumda sizden vatana dair güzel şeyler beklemek de nafiledir.
Çünkü O’nu sevmek; O’nu görmek, O’nu görmek; O’nu anlamak ve davasını sürdürmek demektir. O’nu Atatürk’ün ölümsüz fikir ve ilke olduğunu anlayamayan ve anıtkabirdeki mozele ve abidelerden ibaret sanıp, huzuruna koşanları kınayanlara, oraya bırakılan sevgi çiçeklerini ‘puta kurban adamaya’ benzetme cüretini gösterenlere inat, O’na hakaret edip keşke Yunan kazansaydı diyenlere, mandacılara, ayrımcılara, teröristlere, düşmanlara, işbirlikçilere inat, O’nu zihin ve kalplerden silmek için kirli emellerini düşmanlarla birleştirenlere inat sevmeli.
Ne mutlu O’nu sevebilene! Bu nedenle O’nu sadece tanımak, sevmek yetmez… bilmek gerek! Gerek ki anlayalım, anlatabilelim. Atatürk, medeniyet merdivenlerinde Ulus’unun kaldıracıdır, asansörüdür. O’nun imzasını taklit etmeyin, O’nun adıyla kendi imzanızı atın. O’nun ardında olmayın… yanı başında, O’nunla birlikte yürüyün. Mustafa Kemal’in askeri olmayın…. Birer Mustafa Kemal olun!
Yani sevmek yetmez, gereğini de yapmak gerekir.
NOT: Bir sayısının üssü 365 bile olsa değeri sadece bir’dir. Bir sayısına sadece yüzde bir eklerseniz (1,01) bu sayının üssü 365 değeri; 37.7 olur. (1.00365=1.00 ve 1.01365=37.7) Hiçbir şey yapmamakla, en ufak kişisel gayretin arasındaki farkı gösteren en bariz izah şekli budur.