(Okuma süresi 11 dakika, 1803 kelime)
Ülkemizin, komünizmin ortadan kalktığı mevcut dünya düzeninde bu ideolojiden etkilenme endişesi olmasa da, İstiklal Harbi esnası ve sonrasında Rusya ile yaşanan ideoloji rekabetine, sosyalizmin Cumhuriyet’e alternatif olarak düşünülmesine, bugünlerde yapılmak istenen aşırı sosyalist (totaliter despotizm) küreselciliğin anlaşılmasına imkan sağlamak için ve elbette Atatürk’ün komünizm taraftarı olmadığını ispat etmek için izlenen Bolşevik politikasını kısaca hatırlamak yerinde olacaktır.
“Biz memleket ve milletimizin mevcudiyetini ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize tâbi bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiç kimseden ders almadık, hiç kimsenin vaatlerine aldanarak işe girişmedik. Bizim görüşlerimiz, bizim ilkelerimiz cümlece malûmdur ki, Bolşevik ilkeleri değildir ve Bolşevik ilkelerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim inanışımıza göre, milletimizin hayatının temini ve yükselmesi, kendi hazım kabiliyetiyle mütenasip olan görüşlerdir.” 1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 97-98)
Atatürk, 29 Ekim 1933´te şunları söylemişti:
‘’… Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını bugünden kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir.’’ (Vural Savaş, Ulusalcı mı Milliyetçi mi Olmalıyız, s.72-73) Atatürk, Sovyetler Birliği´nin dağılabileceğini öngörüyor, dünyada yeni dengelerin oluşabileceğini iddia ediyor, elinde bulundurduğu birçok devletin dağılarak, Sovyetler’den ayrılabileceğini söylüyordu.
Yıl 1915, Çanakkale. İtilafların Çanakkale´de bir cephe hattı oluşturmasının başlıca sebebi “Rusya´ya yardım göndermek” ve kalkışmayı bastırmaktı. Hem Rusya´ya yardım gidecek hem de Payitaht ele geçirilmiş olacaktı. Çanakkale´de hem deniz hem kara muharebelerinde başarılı olamayan İtilaf devletleri geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada Çarlık Rusya yardım gelemeyince, çöktü. Vladimir Lenin önderliğinde 1917´de büyük bir devrim yapıldı. Komünizm rejimine geçildi. Gerçekleşen bu devrim sonucunda İtilaf devletleri için Rusya artık dost değildi. Peki Rusya, Türkiye´nin ne kadar dostu ne kadar düşmanıydı?
Ankara Hükümeti birden fazla kuvveti karşısına almış, savaşıyordu. Ekonomik olarak zordaydı. Çiçerin, 2 Temmuz 1919´da Halil Paşa nezaretinde Rusya´dan Anadolu´ya 6 sandık içerisinde toplam 500 kg altın göndermiş, bu yardım Sovyet Rusya´dan gelen ilk yardım olmuştu. (Ümit Doğan, Topal Osman, s.119)
NOT: Hadi (Bara) Bey ve Sabiha (Bengütaş) Hanım’ın yardımlarıyla, İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılan Taksim Cumhuriyet Anıtı, 1928’de tamamlanmış, 8 Ağustos 1928’de açılan anıtın, kaide ve çevre düzeni mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmıştır. Anıtın bir yüzü Türk Kurtuluş Savaşı’nı, diğer yüzü ise Cumhuriyet Türkiye’sini simgeler. 1928’de yerleştirilen anıtın kuzey yüzünde Mustafa Kemal, askerlerinin önünde görülmekte, diğer yüzünde ise sivil giysileri ile Mustafa Kemal Atatürk yanında İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak, askerler ve halkla birlikte betimlenerek genç Türkiye’nin kuruluşu canlandırılmaktadır. Gene anıtın bu yüzünde “Atatürk’ün ardında bulunan Sovyet general Mihail Frunze ve Kliment Voroşilov’un heykeli Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’ye yapılan Sovyet yardımına duyulan minnettarlığı” simgeler.
Enver Paşa ne yapıyordu? Mustafa Kemal´in başarısız olacağını ve O’nun yerine geçebileceğini düşünüyordu.
‘’Atatürk, Batı emperyalizmine karşı durabilmek için Sovyetlerden para ve silah yardımı almasına rağmen Sovyetlere karşı da ‘tam bağımsızlığını’ korudu. Üstelik bunu çok zor bir dönemde başardı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Enver Paşa, Moskova´da Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin ile anlaşmıştı. Ankara Hükümeti eğer Sakarya Savaşı´nda yenik düşseydi Enver Paşa, Müslüman askerlerden oluşan bir ‘Kızıl-Yeşil Ordu’ ile Anadolu´ya girecekti. Enver Paşa, Anadolu´ya gireceği ümidiyle Batum´a gelmiş bekliyordu. Aynı günlerde Atatürk ise, düşmanları tarafından ‘İttihatçı’ ve ‘Bolşevik’ olmakla suçlanıyordu. Bu iftiralar sonunda Anadolu´da Ankara Hükümetine karşı çok sayıda iç isyan patlak verdi. Bu arada, Türkiye´yi parçalama planı olan Sevr Antlaşması´nı TBMM´ye kabul ettirmek için emperyalist destekli Yunan orduları Anadolu içlerine doğru gönderildi’’ (Sinan Meydan, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.323)
‘’Atatürk ise, düşmanları tarafından ‘İttihatçı’ ve ‘Bolşevik’ olmakla suçlanıyordu.’’ Doğru. Sovyet Rusya neden Türkiye´ye durup dururken yardım etmek istesin ki? Amaç iki kola ayrılıyor; birincisi, Türkiye´yi müttefik olarak kendi safına çekmek, ikincisi, Türkiye bu buhranlı dönemde iken komünizm ideolojisi Türkiye´de faal hale getirip rejimde değişiklik.
‘’O günlerde Moskova´dan Türkiye´ye doğru esen çok güçlü bir ‘Bolşevizm rüzgârı’ vardı. Moskova´da Enver Paşa´nın liderliğindeki ‘Halk Fırkası Şûrası’ ve Bakü´de Mustafa Suphi ve arkadaşlarınca 14 Temmuz 1919´da kurulan Türkiye Komünist Partisi (TKP) Bolşevik propagandaların odağı durumundaydı. Bu sırada Türkiye´de komünist fikirler yayılmaya başlamıştı. Bolşevik fikirlerle İslamiyet´in bir sentezi olarak TBMM´de ‘Yeşil Ordu’ hareketi doğdu. Yeşil Ordu, programında sosyalizmi, milliyetçiliği ve Müslümanlığı birleştirmeye çalışan bir hareketti. Mecliste 85 kişiye yakın yandaşı vardı. Eskişehir´de Yeni Dünya adlı bir gazete bile çıkarmışlardı. 6 bin kişilik ‘Seyyar Kuvvetleriyle’ Çerkez Ethem de bunlara katılmıştı.’’ (Sinan Meydan, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.324)
Mustafa Kemal öyle bir strateji geliştirmeliydi ki hem Türkiye´ye aşılanmak istenen yeni bir ideolojinin önüne sert bir duvar çekmeli hem de Türkiye´yi Sovyetler’den olabildiğince uzak tutmalıydı. 18 Ekim 1920´de Türkiye Komünist Fırkası (TKF) kuruldu. Partide Tevfik Rüştü, Yunus Nadi, Hakkı Behiç, Refik Bey (Koraltan) gibi önemli isimler vardı. Daha sonra bu isimlere Fevzi Paşa (Çakmak), Ali Fuat, Refet Bey (Bele), İsmet Paşa ve Kazım Karabekir de katıldı. Batı hattında Yunan ile sıcak temas varken Mustafa Kemal bir yandan da, dış politika ile mücadele ediyordu. Çerkez Ethem´in de durdurulması gerekiyordu. Anadolu´da İstanbul destekli, İtilaf destekli isyanlar, Yunan ordusu ile cephe mücadelesi sürüyorken Mustafa Kemal bir de doğu bölgesinde bu olaylar ile mücadele ediyordu. Eskişehir´de yayın yapan Yeni Dünya gazetesi Ankara´ya taşındı, Türkiye Komünist Gazetesi adıyla faaliyetine devam etti.
‘’Atatürk, 31 Ekim 1920 tarihinde Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa´ya gönderdiği ‘Komünizmin en büyük kumandanların elinde kalmasına dair’ başlıklı gizli bir şifrede neden TKF´yi kurmak zorunda kaldığını çok açık şekilde anlatıyordu: “Komünistliğin, memleketimizde değil, henüz Rusya´da bile uygulanması hakkında kesin kanaatlerin olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber içeriden çeşitli maksatlarla bu cereyanın memleketimiz içine girmekte olduğunu ve buna karşı gereken tedbir alınmadığı takdirde milletin pek ziyade muhtaç olduğu düzen ve sükûneti bozanlar sınırlarımız içinde bulunmuştur. En uygun ve doğan tedbir olarak aklı başında arkadaşların, hükümetin bilgisi dâhilinde bir Türkiye Komünist Fırkası teşkil ettirmek olacağı düşünüldü. Bu takdirde memlekette bu fikre sahip bütün akımları bir noktaya toplamak mümkün olabilir. Kurucu heyeti ve otuz kişiden oluşan bir genel merkezi yanında güzide arkadaşlarımızdan Fevzi, Ali Fuat ve Kâzım paşalarla, Refet ve İsmet beylerin de gizli olarak dâhil bulunmalarını uygun gördüm.’’ (Sinan Meydan, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.326)
Daha sonra Mustafa Kemal, Ali Fuat´ı 1921´de Moskova´ya Büyükelçi olarak atadı. Sovyetler ile ilişkiler olumlu yönde ilerlerken 16 Mart 1921 tarihinde Türk-Sovyet Antlaşması imzalandı.
“1920-1922 yılları arasında gelen Sovyet yardımı Türk ve Sovyet kaynaklarında farklı verilmektedir. Ancak gelen yardım miktarı ortalama şöyledir: 40 bin civarı tüfek, 50 bin sandık civarı cephane, 10 bin kadar süngü, 200-300 civarı makineli tüfek, 1100 civarında makineli tüfek cephanesi, 100 civarında top, 160 bin civarında top mermisi, Ayrıca askeri teçhizat, yedek parça ve 10 milyon altın ruble.”(Sinan Meydan, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.328)
Bu sıkıntılı dönemde dahi Atatürk asla bağımsızlıktan vazgeçmemiş, Sovyetlerle dost olunmasına, askeri yardım alınmasına rağmen ülkeyi Sovyetlere bağımlı hale getirmemiş, Parolası hep ‘’ya istiklal ya ölüm!’’ olmuştu.[1]
1917 Bolşevik Devrimi rüzgarından herkes gibi Mustafa Kemal de etkilenmişti. Kazım Karabekir, İstanbul’da iken kendisinin ve Mustafa Kemal’in “Bolşevik olma yolunda bulundukları”nı yazdı. Keza… Teşkilat-ı Mahsusa ve MM Grubu Başkanı Albay Hüsamettin Ertürk’ten naklen yazılan hatıratta; Mustafa Kemal’in Samsun’a varışından sonra Havza’da geçirdiği 22 günlük dönemi Bolşeviklerle temas olayına bağlar. Havza’ya gelip Mustafa Kemal ile görüşen Sovyet heyetinin başında bir süvari albayı bulunmaktaydı. Ertürk’e göre aralarında şöyle bir konuşma geçti:
– Paşa Hazretleri, Anadolu’da kurulacak hükümet için nasıl bir rejim düşünüyorsunuz?
– Sovyetler’in şu aralar cumhuriyetine benzer bir hükümet tarzı.
– Yani Bolşevikliğin prensipleri üzerine kurulmuş bir cumhuriyet, değil mi generalim?
– Öyle olacak, devlet sosyalizmi dersek daha doğru söylemiş oluruz.
Rasih Nuri İleri’ye göre Atatürk komünist yönlü bazı yazılar yazdı, demeçler verdi, hatta yakın arkadaşlarına komünist isimli bir parti kurdurdu ve daha ileriye giderek III. Komünist Enternasyonal’e, yani Komintern’e üye olunması için müracaatta bulundu. Fakat sosyalist-komünist olmadı. Atatürk dünyadaki güçler dengesi bakımından kurtuluşa yardımcı olabilecek, ortak düşmanla savaşan tek güç olarak Sovyet Rusya’sını gördü ve bu yüzden yaklaştı.
Sabahattin Selek’in “Anadolu İhtilali” kitabında yaptığı tespite göre, komünist sistemin tatbikatta başarılı olabileceği hakkında Mustafa Kemal Paşa’ya tam bir güven gelmemişti. Türkiye’nin sınıfsal yapısı ve dönem şartları buna uygun değildi. Rasih Nuri İleri, Mustafa Kemal’in, bir Bolşevik rejimi kurmayı bir ara hesapladığı ancak bunun tehlikeli olacağını gördüğü tespitinde bulunuyor. İleri’ye göre, Atatürk gücünün sınırlarını çok iyi biliyordu; büyük bir gerçekçiydi. Her attığı adımda ne yapabileceğini, nereye kadar gidebileceğini gayet iyi hesaplayan bir kurmaydı. O, hayatı boyunca Marksizm’in ünlü formülünü doğal olarak uyguladı: “Özgürlük zorunlulukların bilinmesinden ibarettir!” Politikada en beklenilmedik hamleleri yaptığı, herkesi şaşırttığı zamanlarda bile Atatürk için ölçü; zorunluluk, olanak ve sınırların gayet iyi hesaplanmasıydı.
Rasih Nuri İleri, bir diğer tespitinde, “Atatürk zorunda kalsaydı bir sosyalist rejimi kurardı; ancak kendisi kurardı” diyor: Lenin’in öngördüğü proletarya devrimini hiçbir zaman kabul edemezdi. Devrim olacaksa, onu kendi kadrosu ile gerçekleştirirdi. İleri, bir önemli konunun da altını çiziyor: Atatürk sosyalist değildi ama karşısında da değildi. “Din, iman düşmanı Bolşevik”, “geleneksel düşman Moskof” gibi demagojileri bir tarafa attı.
Atatürk’ün döneminde Sovyetler Birliği aleyhinde yayında bulunmak yasaktı. İlişkiler çok iyiydi. Örneğin, Atatürk sipariş ettiği “Ankara Anadolu’nun Kalbidir” filmini bile bir Sovyet rejisörüne, Sergei Yutkeviç’e çektirdi. Filmde bol bol orak-çekiç amblemleri görüntüsü vardı. İstiklal Marşı’nın yanı sıra Enternasyonal çalıyordu. Hatta bu filmin yapılmasından sonra Atatürk, (Rasih Nuri İleri’nin dayısı) Abidin Dino’yu 1934’te sinemacılık tahsili yapmak üzere Rusya’ya gönderdi.
Atatürk döneminde genellikle sol yayınlar ve sosyalist partiler serbestti. İngilizlerin Musul’u bize vermemek için kışkırttıkları Şeyh Sait ayaklanmasından sonra rejim sertleşince diğer bütün akımlar, örgütler ve yayınlarla birlikte sol da yasaklandı. 1925’ten Atatürk’ün ölümüne kadar, (pek kısa “Serbest Fırka” sondajı dışında) her türlü parti ve örgüt kurmak yasaktı. Mason derneklerinden Türk Ocakları’na, işçi derneklerinden tekkelere kadar CHP kontrolü dışındaki her türlü politik ve hatta kültürel teşekküle izin verilmedi. Ancak Atatürk’ün ölümüne kadar yine de, genel anlamda sol yayınlar ve çeviriler serbestti. 1932-1936 arasında her kitap çevrilebiliyordu; her türlü kitap yazılabiliyordu. Örneğin, Rasih Nuri İleri’nin babası Suphi Nuri İleri’nin çevirip özetlediği Marx’ın “Kapital”i basıldı; Lenin’in “Devlet ve İhtilal” gibi kitapları yayımlandı. (Suphi Nuri’nin 1936’da yazdığı bir diğer kitabı “İspanya’da Sınıf Savaşı” idi.) Bir önemli detay ise Nazım Hikmet’in ders kitaplarına girmesiydi!
Rasih Nuri İleri bir ilginç tespitte de bulunuyor: “Yasak olan sol örgütlere verilen cezalar Atatürk yaşarken şaşılacak kadar azdı. Atatürk hayatta iken en büyük cezalar Harp Okulu ve Bahriye ile ilgili, Nazım Hikmet ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı içine alan davada verildi. Atatürk ölüm döşeğindeydi. Kaldı ki bu davada hüküm giyen Nazım Hikmet ile Dr. Hikmet Kıvılcımlı bile ağır hapis cezalarına rağmen derhal şartlı olarak tahliye edildi. Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar tutuklandılar. Sosyalistlere, komünistlere düşmanlık Soğuk Savaş döneminde arttı.”[2]
Atatürk, bir taraftan düşman cephesini daraltırken diğer taraftan kendi cephesini güçlendirmek için Sovyet Rusya, Afganistan gibi ülkeler ile Hindistan’daki, Mısır’daki, Suriye’deki ve Irak’taki İngiliz ve Fransız karşıtı bağımsızlıkçı gruplarla dayanışma içine girdi. Kendi ifadesiyle “emperyalizme”, “zulüm dünyasına” karşı “mazlumlar dünyasını” örgütledi. İngiliz ve Fransız emperyalizmini, yine onların sömürgeleriyle ve antiemperyalist Sovyet Rusya ile köşeye sıkıştırdı.[3]
Hürriyet yazarı Taha Akyol, Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele döneminde ‘Bolşevizm sempatisini’ değerlendirerek şöyle diyordu; “Tarih’ açısından önemli olan şudur: Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele’de hem İslami hem sol siyasetleri birlikte yürüterek Milli Hareket’i toparladı, Bolşevik Rusya’dan askeri ve mali yardım aldı. İyi ki böyle yaptı, İstiklal Savaşı zaferle sonuçlandı”
[1] Ayberk KIZILKAYA, https://mustafakemalim.com/ataturkun-bolsevik-stratejisi/
[2] https://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/ataturk-komunist-miydi?/
[3] (Sinan Meydan, sozcu.com.tr, Kurtuluş savaşı ustası)