“Gelecekte, millet hayatını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak, vatanını seven bütün millet fertlerinin borcudur. Gerçekten, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe üstün gelmek kâfi değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, idare ve ekonomi bakımlarından kuvvetli olmak lâzımdır.” 1922
Atatürk’ün bugünlere varan dinamik evrenselliğini her yerde okumak mümkün değildir. Oysa yüceliği sadece değiştirdiklerinde değil, değişimin gerekliliğini gösterdiği, değişimi başlattığı ve sistematiğini kurduğu içindir de. İnkılapçılık ilkesinin özü zaten bu evrensel değişim ve dinamikliktir. Atatürk; o gün için yaptığı her şey bugün hala geçerliliğini koruduğu için, akıl ve bilim aksini ispat edemediği için, makul antitezi oluşturulamadığı için, gerçeklerden ve gereklerden yola çıktığı için, sonuçlar ve tarih kendisini haklı çıkardığı için, başkaca ülkelere tatbik edilmesi durumunda aynı başarıyı garantileyeceği için, isabetli öngörülere dayandığı için evrenseldir.
Bugün hala var, yarınlarda da var olacağı için evrenseldir. İnancı ve coğrafyası farklı pek çok devlet ve lider tarafından saygıyla anıldığı ve onlara da başöğretmenlik yaptığı için, hayatın hemen her alanına temas edebildiği için, ideali ölümsüz olduğu için evrenseldir… Toplumun her kesimine, nüfusun tüm paydalarına adalet ve hakkaniyetle dokunabildiği için, evrensel değerlere ve insan haklarına saygılı, bilime dost, mazlumlara destek olduğu için, kalıcı olabildiği için evrenseldir.
Atatürk evrenseldir çünkü; sadece içerisinden çıktığı Türk Milletinin değil, düşmanları dahil tüm dünyanın saygı ve sevgiyle andığı, dünya ülkelerinin gerek savaşlarını gerek inkılaplarını ders diye okuduğu, emperyalizm, siyonizm ve kapitalizm karşısında aldığı zaferlerle gönüllere taht kuran, çağdaş, bilimsel, barışsever, insanlık değerlerine kıymet veren, egemenliği kişilerden alıp halka teslim eden bir liderdir. Zaman üstüdür, kendisini sürekli geliştiren ve çağa uyduran ilkeleriyle refah ve barışı dünyaya egemen kılmaya çalışan, eşitlikçi ve hürriyetçi bir fikirdir. Atatürk ve ilkeleri evrenseldir çünkü rüştünü ve başarısını ispat etmiştir. Hiçbir zümre, görüş veya partinin mensubu olmayan siyaset üstü milli bir değer olan Atatürk, başardıkları, hayal ettikleri, gösterdiği hedeflerle yücedir. Altı ok da bir partinin değil ülkenin çizgisidir. Atatürk’ün yolu; bilimsel çağdaşlıkla temiz inancı ve milli ruhu yan yana koyan, namus ve milli ahlakla şekillenen, milli his ve kültürle bezenmiş dosdoğru bir yoldur.
Mustafa Kemal, sadece batı emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşının değil; aynı zamanda sömürgeciliğe karşı verilen savaşın da küresel ölçekte ilk lideriydi. O, sömürgeciliği yenen, küresel ölçekte anti-sömürgeci direniş sürecini başlatan ve başarıya ulaşmış bir liderdi.
21 nci yüzyılın sıkıntılı Corona günlerinde bu evrensellik daha bir parlamakta, Sevr günlerindeki koyu karanlıklardan ulusunu aydınlığa taşıyabilen Atatürk davası, bugünkü karanlıklardan çıkışın da umudu olmaktadır. Bu nedenle dünya corona virüs ile zirve (peak) yapan küresel siyonizm zulmünden kurtuluşunu Atatürk’e bağlamak ve dolayısıyla O’nu iyi tanımak mecburiyetindedir. Şartlar, teknolojiler, düşmanlar, savunma teknikleri değişse de mücadele aynıdır, tam bağımsızlık ve halk egemenliği anlamında yapılması gerekenler benzerdir. Bu sebeple başta Yüce Türk Milleti olmak üzere, dünya uluslarının ışığı ve çıkış yolu Atatürk’tür, O’nun evrensel ilkeleri ve davasıdır.
“Eğer harp bir bomba patlaması gibi birdenbire çıkarsa milletler, harbe mâni olmak için, silahlı mukavemetlerini ve malî kudretlerini saldırgana karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidirler. En hızlı ve en müessir tedbir, muhtemel bir saldırgana, taarruzun yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak uluslararası teşkilâtın kurulmasıdır. Mamafih, bugün için en acele ihtiyaç, komşu memleketlerin, birbirlerinin hususî ihtiyaçlarını ve meselelerini görüşmeleridir. Bundan başka bölgesel antlaşmalar, barışın korunması için kıymetlerini şimdiden ispat etmişlerdir.” 1935 (Ayın Tarihi, Sayı: 19, 1935)
Son yıllarda, önce Irak, sonra Suriye’de ve genelde Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yaşadıklarımız; ülkemizin içinden geçtiği darbe girişimleri, çatışma, kutuplaşma ve içine kapanma süreci, bir kere daha bize, Atatürk’ün ve onun vizyoner ilkelerinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Salgın sürecinde en uygar sayılan ülkelerin dahi düştüğü çaresizlikler Atatürk Türkiye’sinin aslında ne kadar hazır olduğunu ama O’nun davasını yaşatamadığımız için müşküle düştüğümüzü gösterdi. Bilimin hayata rehber edilemeyişinin, çalışmanın önemini kavrayamayışın cezasını ülkece, dünyaca çektik. Ama düşman uyumadı ve önce saldırıp sonra çözüm olarak ortaya çıkarken, çalışkan ve sistemli oluşunun mükafatını da aldı. Bu sebeple öngörülerini de dikkate alınarak denebilir ki bir küresel lider olarak Atatürk’ün küresel ölçekte hala süren önemini, etkisini, geçerliliğini ve mirasını; gerek Türkiye’de yaşadığımız sorunlara çözüm olanaklarını, gerekse de yurt dışında izlerine bakınca görmemek mümkün değil.
Atatürk;
Yarını düşünürken “gerçekçi” de olan, “Ülkemiz kendi içinde ekonomi, eğitim, kültür ve devletin kurumsallaşmasında ne kadar güçlü olursa dışarıya karşı da o kadar güçlü olur” ilkesini hayata geçiren, Batı, Rusya ve dünya ile ilişkilerinde başarılı bir “denge politikası” izleyerek hem sahada, hem masada, hem de algıda başarılı olan, Milliyetçilik ile vatanseverliği birlikte yaşayarak ülkesine ve dünyaya bakan, gelişmiş ülkelerden daha önce ülkesinin insanlarına “vatandaşlık” kavramı üzerinden yaklaşan, daha o günden “küresel ölçekte bir lider” olduğunu ve olacağını gösteren, bir lider, bir devlet adamı, bir vatanseverdi. Dünya da Atatürk’e her zaman öyle baktı; saygıyla ve önemseyerek.
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra, dünyanın önemli eğitim kuramcılarından John Dewey 1924 yılının başında o dönemin Türkiye Cumhuriyeti Eğitim Bakanı Vasıf (Çınar) bey’den bir mektup alır. Vasıf bey mektubunu Atatürk’ün emriyle yazmıştır. Ve mektubunda Dewey’e, Atatürk’ün kendisini yeni Cumhuriyet’in eğitim reformuna katkı vermek için Türkiye’ye davet ettiğini iletmektedir. Dewey, daveti kabul eder, 19 Temmuz-10 Eylül 1924 arası ülkemizde kalır; İstanbul, Bursa ve Ankara’da incelemelerde bulunur ve meşhur “Türkiye Maarifi Hakkında Rapor”unu hazırlayarak Atatürk’e sunar. Atatürk, Dewey ile uzun uzun konuşur, fikirlerini dinler; Dewey de Atatürk’ün fikirlerinden etkilenir.
Atatürk ve yeni Türkiye’den çok etkilenen Dewey, 1945 yılında tekrar Türkiye’ye gelir. Hasanoğlan Köy Entitüsü’nü inceler ve başarılı bulur. Ülkesine dönüşünde verdiği konferansta şöyle der;
“Benim Amerika ve İngiltere için düşlediğim okullar Türkiye’de açılmıştır, dünya Türkiye deneyimini incelemelidir.”
Dewey’in raporunda önerdiği, Eğitim reformunun güçlü okullarla tüm ülkede, özellikle yoksul ve yoksun yerlerde başlatılması; iyi ve kaliteli öğretmen yetiştirmeye önem Atatürk Türkiye’sinde mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra, 1924 yılı başında, Atatürk’ün Dewey’i bilmesi, onu ülkeye davet ettirmesi, ona eğitim üzerine rapor yazdırması, bu konuyla yakından ilgilenmesi, Atatürk’ün ne kadar vizyoner ve dönüştürücü bir lider olduğunu, daha o dönemden küresel ölçekte ve yarını düşleyen bir anlayışa ve felsefeye sahip olduğunu göstermektedir. Bugün Atatürk’ün Dewey ile başlattığı eğitim reformunu başlangıç noktası alıp geliştiremediğimiz için sıkıntılı ve başarısız bir eğitim sistemi sorunu yaşıyoruz.
O, siyasal, ekonomik, kültürel ve eğitim alanındaki modernleşmeyi güvenliğin anahtarı olarak gördüğü için saygın, mirası hala geçerliliğini koruyan bir liderdir. Onun mirası olan, “yurtta sulh, cihanda sulh”, “bağımsızlık”, “siyasal, ekonomik, kültürel modernleşmeyi birlikte düşünmek”, “vatandaşlık”, “vatanseverlik”, “kalkınma ve eğitimi en güçlü biçimde ülkenin her tarafına götürmek” ilkeleri hala sadece ulusal değil, bölgesel ve küresel sorunların çözümünde de önemli yer tutuyor. Atatürk’ün değerini bilmek, onu ilkeleriyle yaşatmak da bizlere düşüyor.
Atatürk’ün bugünkü dünya yöneticilerinden farkı; yüksek ahlakı, ileri görüşlülüğü, cesareti, halkına güveniyor olması, sonsuz deha ve bilgisi, taassupsuzluğu, akıllı hamleleriydi. O’nun sofraları bile ilim üreten, çözüm bulan meclislerdi. Asker olarak sahayı, siyasi olarak devlet kademelerini, Cumhurbaşkanı olarak halkı yakından bilen Atatürk, dış dünyayı ve bilimi takip etmesinin meyvelerini sıkça aldı, kandırılamadı, satın alınamadı. Maneviyatı, ilim ve kudreti yüksek, halkıyla kol kola yürüyen Atatürk, ulusunun kaderini küresel yamyamlara terk etmedi, vatan topraklarını silahla veya parayla ezmeye kalkanlara müsaade etmedi. Barış sürecinde de, çok uluslu kurumlara üyelikte çekince göstermedi, nitelikli barışı savundu, insan haklarına riayet etti, komşularıyla dostane ilişkiler kurdu, mazlumlardan yana oldu, sanayileşti, yerli oldu, inançları hür bıraktı… süper güçlere tavizler vermedi, enflasyona yenilmedi, dış borç almadı, süse değil ihtiyaca, yatırıma, istihdama, altyapıya ve üretime harcadı. Servet ve makama asla esir olmadı. Her soruna bir çözümü, her çıkmaza bir fikri, her suale bir cevabı vardı.
Atatürk’ün fikir ve eylemleri evrenselken, Milli mücadele de, İnkılaplar süreci de başlı başına evrensel meselelerdi. Tüm mazlum devletlerin zulme ve esarete karşı baş kaldırması gereğini gösteren, azim ve fedakarlıkla bunun başarılabileceğini örnekleyen İstiklal Harbi’miz dünyaya ders olarak okutulacak öneme sahipti. Yurdun bağrından fışkıran ve zaruretlerden doğan inkılaplar, yüzleri medeniyete ve bilime döndürmenin en güzel örneklerini vermiş, barışı, huzur ve refahı temin etmişti. Bu haliyle her bir inkılap geri kalmışlıktan, cehaletten kurtulmayı dileyen uluslara umut olacak kadar kudretli birer feryattı, başarılmıştı, tümü bir bütün halinde üst aklı yenebilmişti.
Kurtuluşu ve inkılapları abideleştirip kalıcı kılan ilkeler, tüm cihana, tüm beşeri meselelere çözüm olması yönüyle birer insan hakları bildirgesi anlamı taşıyordu. İstiklal Harbi’nin ve inkılapların evrenselliği de buradaydı ki isyana yeltenebilen ulusların başarısız olması mümkün değildi. Kısaca Atatürk’ün evrenselliği; sadece fikirlerinden değil aynı zamanda başardıklarından ve geleceğe hedef gösterdiklerinden kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle eser boyunca Atatürk evrenselliğinden söz ettiğimiz anda okuyucu; Cumhuriyet’in Atatürk örneğinde resmolunan ilkelerini, inkılaplarını, hedeflerini ve kurtuluş için her alanda verilen mücadelesini anlamalıdır.
Küresel kumpasların bugün yaşattıkları asla ilk değildir, son da olmayacaktır. Türk insanı zulmün ve cehaletin o zor günlerini Atatürk ile hainlere rağmen nasıl aştıysa, bugünleri de O’nun evrensel liderliğinde ve yine hainlere rağmen bir kez daha aşacaktır. Yapılacak şey; O’nu anlamak ve kolları sıvamaktır. O, dış düşmanlarla başa çıkmanın yollarını anlatırken, bu saklı işbirlikçilerden kurtulma yollarını da göstermişti;
“Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, sinesinde yetişerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek dikkatinden, bir an vazgeçmesin!” 1925 (Nutuk II, s. 607)
Saltanat iddiasındakiler için de işareti şuydu;
“Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun hakikî ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi kendi istediği yolda götüren, lâf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri şahsına bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan oldukça çok zarar çekildi.” 1919 (Atatürk’ün S.D.III. s. 8)