Eski Türklerin kurt kapanı oyunuyla büyük taarruzda bozguna uğratılan İngiliz destekli Yunan ordusu, 1922’den beri Batı Anadolu’daki bu büyük bozgunu okullarında KÜÇÜK ASYA FACİASI diye okutmaktadır. Milli bayramların kutlanmasına mani olanlar; Yunan’a facia, Türk’e zafer olan işte bu şanlı şahlanışın anılmasını yasaklamaktadırlar. Oysa Yunanlılar kaçarak terk ettikleri İzmir’i yakıp yıkarken, şehir duman altındayken, Atatürk yanındaki genç subaylara şöyle diyordu;
”Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın. Bu alevler bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığını gösteren yangındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyıldaki bütün günahları şu ateşle temizlenirken yeni bir Türk Devletinin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilan ediliyor.”
Ümmet ve teba olan, ulus ve halk olamayan Osmanlı vatandaşlık sistemini kulluktan bireyliğe, insanlığa terfi ettiren Cumhuriyet, milli olma duygusunu aşılayarak, övünç ve güven yaratabilmişti. Aynı topraklarda yaşayan, aynı ideali paylaşan herkesi bir bütün ve kardeş gören Milliyetçilik ilkesiyle, ulus milli his, milli terbiye ve milli ahlakı bir arada yaşan dev bir kitleye dönüştü, yaratılan bu sinerji daha büyük işler yapılmasına imkan sağladı. Halkçılığın demokrasi, eşitlik ve özgürlük ilkesiyle birlikte ele alınan milli olma hali, milli tarih ve kültürden kaynaklanan öz değerleri yaşam felsefesi yapabildi ve sonuçta ekonomiden sanata Türk Medeniyeti’nin yeniden hatırlanır ve saygı duyulur hale gelmesini mümkün kıldı.
Lakin gün geldi emperyal kültür empozeleri gençliği tesir altına aldı, ekonomik zorluklarla ve yanlış politikalarla güven kaybı yaşayan halk, milli heyecanını terk ederek, daha karlı (!) ümmetçilik anlayışına kaydı, çalışmak azmini terk ederek dilenciliği ve muhtaçlığı seçti, yabancılarca kaleme alınan tarih, kültür ve bilimi yeğlerken, kendi tarihinden övünç duymamaya, tarihini dizilerden öğrenmeye şartlandırıldı. Teknoloji veya medeniyet ithal ederken özensiz davranılması neticesinde de Batı’nın yanlış ahlak ve yaşam tarzı sınırlardan içeri girdi, milli his zarar gördü ve Millet’in bağrında tarifi imkansız yaralar oluştu.
Oysa “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” (1923) sözleriyle Türk Milliyetçiliğini tanımlayan Atatürk için “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır.” (1932) sözüyle vurguladığı şekilde aynı kültür ve azmi paylaşan herkes Millettendi, aziz milletin emrinde ve milli menfaat için çalışan herkes Türk’tü.
Atatürkçülüğün birlik ve beraberlik yaratma hususundaki ilk temel ilkesi, milliyetçilikti. Atatürk “Bir milletin, diğer milletlere oranla doğal veya sonradan kazanılmış, özel karakter sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir özellik göstermesi genellikle onlardan ayrı olarak onlara paralel gelişmeye çalışması niteliğine milliyetler prensibi denir. Bu prensibe göre her kişi ve her millet kendi hakkında iyi niyet, topraklarına bizzat kayıtsız sahip çıkmayı istemek hakkına ve bu hakkın kullanılmasını önleyen veya sınırlayan engelleri ortadan kaldırmak hak ve hürriyetine sahiptir. Bu prensip, bize hangi milletlerin hür, hangilerinin hürriyetinden şu veya bu şekilde yoksun olduklarını, yani millet adını taşımaya layık olmadıklarını kolaylıkla gösterir.” diyerek, milliyetçilik kavramını tanımlamıştı.
Atatürk’ün Türk milliyetçiliği, dünyada yaşayan bütün Türkleri seven, onlarla olan doğal ilişkileri kabul eden, kardeş sayan, onların uygar ve zengin olmasını, gelişmelerini dileyen ama kendisine siyasi alan olarak yalnız Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarını benimseyen bir anlayıştır. Onlarla siyasal bütünleşmeyi öngörmez.
Nitekim Atatürk “Türk Milleti Kurtuluş Savaşından beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına ilgisiz davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır. Milliyet davası siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ideal meselesidir… Hareketlerin imkan sınırları ve öncelikleri mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle uygun bir ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” diyerek Milli sınırlar dışındaki Türklerle ilişkilerimizin esaslarını belirtmekteydi.
Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen ve Türklük idealini benimseyen, yani dil, kültür ve amaç birliği ile birbirine bağlı vatandaşlardan oluşan doğal, siyasi, sosyal ve ekonomik bütünü, Türk Milleti kabul eder. Bunlar hangi dinden olursa olsun Türk’tür. Bu ilkeye bağlı olan her kişi kendini Türk milletinin üyesi sayar. Bu bakımdan Türk milliyetçiliği, dar ve tekelci değildir.
Atatürk’ün “Türkiye halkı ırki veya dini ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplumdur.” ve “Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal toplumdur.” şeklindeki sözleri milli sınırlar içindeki dil, duygu ve kültür birliğinin Türk Milleti için zorunluluğunu açıklamaktadır. Milliyetçilikte milli terbiyeyi esas olan Atatürkçülük ; Ulus’un “dilini, usulünü, vasıtalarını da milli yapmayı” öngörmüş ve bunun için esaslar belirlemişti.
Atatürk, Türk milliyetçiliğini tanımlarken özellikle milli karakter ve milli ideale önem vermiş, Türk toplumunun özel karakterinin saklı tutulmasını istemiş ve Türk karakterini şöyle belirtmişti: “Türk Milletinin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk Milletinin yürümekte olduğu gelişme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale, müspet ilimdir.”
Atatürk, Milli İdeali de şöyle açıklamıştı; “Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihi bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorgunluk bilmeyen çalışkanlığını, yaradılıştan sahip olduğu zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu, devamlı olarak ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek, milli idealimizdir.” Bu sözleriyle Atatürk, Türk milletine gelecek için bir amaç göstermiş, Türk Milliyetçiliğinin başlıca unsurlarından biri olan bu inanç ve ideali şöyle belirtmişti;
“Milletimiz, sonraki çalışmalarında da başarılı olabilmek için milli hedefini bütün açıklık ve kesinliği ile bütün vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün parlaklığıyla belirlemiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin ideali olarak kabul ediniz. Fakat bu değerlendirmeyi yaparken dikkat ediniz ki, hayali bir anlama kendimizi kaptırmayalım. Milletimizin hedefi, milletimizin ideali, bütün dünyada tam anlamı ile medeni bir sosyal toplum olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin varlığı, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle uyumludur. Medeni eser meydana getirmek kabiliyetinden yoksun olan kavimler, hürriyet ve bağımsızlıklarından ayrı tutulmaya mahkumdurlar. İnsanlık tarihi baştan başa bu dediğimi doğrulamaktadır.”
Millet uğruna gerektiği zaman canını vermek kuralı, Atatürkçülüğün benimsediği önemli kurallardan biriydi. Nitekim Atatürk ölümünden bir buçuk yıl öne sahip olduğu çiftliklerini hazineye bağışlaması dolayısıyla, Millet Meclisinin teşekkür bildirisine karşı verdiği cevapta “Söz konusu olan hediyenin, yüksek Türk Milletine benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymeti yoktur. Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.” demişti. “Millet varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olması, bir milletin en yenilmez silahı ve korunma vasıtası” kabul eden Atatürk, bu fedakarlığı sağlayan nitelikleri “Milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğimiz” hedefler şeklinde ele almıştı.
Türk Milletini milli idealine ulaştıracak önemli araçların başında çok çalışmak geliyordu. Atatürk, “Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Apaçıktır ki, o adam, insan olarak yok olacaktır. Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Olumlu düşünen bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, “Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi ? diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce bilinmemesini tercih edecek karakterde bulunanlardır” demekle gelecek nesiller için çalışmanın insanları yücelteceğini ortaya koymuştu.
Atatürkçü milliyetçilik; hayati sorunların çözülmesinde Türk Milletini sevmeyi, güvenmeyi bir güç kaynağı olarak görmekteydi. Bu esasın en güçlü kanıtını Atatürk vermişti. “Ben 1919 senesi Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk Milletine güvenerek işe başladım.”
Atatürk, milliyetçiliği Türk Milletine mensup olmakla övünmeyi, Türk Milletine inanmayı ve güvenmeyi “Ne mutlu Türk’üm diyene” vecizesinde açıklamış ve bu fikri, “Türk! Övün, Çalış, Güven” esası ile harekete dönüştürmüştü.
Ne mutlu Türk’üm diyene şeklinde özetlenebilecek milliyetçilik ilkesi; ırkçılığa, faşizme tamamen karşı ama öte yandan tarihi ve kültürel şerefi taşımakta kararlı ve bunda da haklı olan ulusa Türk temel katsayısı etrafında toplanmayı emreder. Anadolu ve devlet, ulus ve millet, bayrak ve tüm milli olan şeylerin temeli bu Türklük bilincidir ve ilke asırlardır baskılanmış ve üçüncü sınıf insan muamelesi görmüş Türklüğü ayağa kaldırmak gayesini güder. Milli ve beraber olmayı, Türklük etrafında kenetlenmeyi öngören ilke, sınırlar ve bayrak altında yaşayan herkesi kardeş kılar ve aynı ideale hizmete çağırır. Yurtta ve dünyada sulhu her şeye rağmen değil şartlara bağlı olarak öngören ilkede tam bağımsızlık ve egemenlik vazgeçilmez öğeler olup, bunlara uygun barış tekliflerine her zaman açıktır. Türk tarih tezi ve Türk dil tezi bu ilkenin belkemikleridir. Türk Tarih Tezi’ne düşmanlık, Yunan tarih tezine uşaklıktır. Asırlarca yanlış öğretilen bilgileri tanzim, ilkenin esas gayesidir. Dolayısıyla milli idrak ve hissiyata sahip olmak esastır.
1 thought on “Atatürk’ün Türk milliyetçiliği”