Atatürk’ün karakalem resmini yapmamız istense aklımıza ilk gelen Kocatepe ve kara tahta başında ulusuna Türkçe harfleri tanıtan Atatürk, sonra Anıtkabir olacaktır. Bunların; ilki varoluş, ikincisi ölmez Cumhuriyet ve çağdaşlık aşkı, üçüncüsü sonsuza yolculuktur. İşte bu aşkla insanımızı bir asır sonra bile koşarak Anıtkabir’e götüren şey; bir babaya özlem, bir dehaya minnet, bir asil öğretmene duyulan şükrandır. Azalmayan, artarak devam eden bu yüce sevgi, sebepsiz olmadığı gibi, kalplere refleks olarak girmiş bir gerçek aşktır. Çünkü bazıları inkar ediyor olsa da bu Ulus; mevcudiyetini, refah ve huzurunu, bildiği, sahip olduğu ve yaptığı her şeyi Atatürk derslerinden aldığı sonuçlara borçludur.
Atatürk, aklı ve mantığı ile, muhakeme kabiliyeti ile, öz eleştirisi ve gerçeği arayıp buluşuyla, zeki ve keskin hafızasıyla etrafındakileri her alanda etkileyebilmiş, akılların savaşı durumundaki muharebeleri ve diplomasi ataklarını başarıyla sonuçlandırabilmiştir. Çağının, asrının ve yarınların en büyük dehası Atatürk, bu nedenle ölümsüzdür, eşsizdir. Dünyada çok başarılı komutanlar, çok etkili liderler, eşsiz matematikçiler, kıymetli sanat tutkunları, halkın sevgisini kazanmış nice siyasiler vardır ancak bunların hepsini aynı bedende buluşturabilen tek lider Atatürk’tür. O her alandaki bilgisi ve öz güveniyle inkılap ve muharebelerin her birine tesir etmiş ve başarıyı getiren kahraman olmuştur.
Lakin Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük özelliği komutanlığı, liderliği, dehası, devlet adamlığı, karizması değil… öğretmenliğidir. Çünkü O, kaderin kendisini hazırladığı muazzam mevkiye zorluklarla sınanarak, değişik coğrafya, inanç ve kültürleri yerinde görerek, ihanet ve gafletlere bizzat şahit olarak, araştırarak, okuyarak, görüp yaşayarak ve unutmayarak gelmiş, genç yaştan itibaren hayal ettiği bağımsız ve çağdaş bir yurt idealini gerçekleştirirken, tüm ulusunun elinden tutmuş, ayağa kaldırıp, yürümeyi öğretmiştir. O’nun öğretmenliğini sadece alfabe veya yeni Türkçe ile sınırlamak haksızlıktır çünkü O’nun öğrettikleri demokrasi, özgürlük, medeniyet, insanlık ve umut adına olan her şeyi kapsamakta, bugün ulaştığımız modern yaşamın kökleri O’nun başardıklarına uzanmaktadır.
En büyük özelliği başöğretmenlik olan Atatürk, Ulusu’na öğretebilmiş, demokrasi ve çağdaş yaşam mücadelesinde doğru yolu gösterebilmiş bir liderdi ki bu mizacı O’nun asli karakteriydi ve O bu sıfata sahip dünyada tek liderdi. Kısa sürede kurtuluş ve aydınlanma hamlesi gerçekleştirebilen, eğitimi sadece çocuklar için değil tüm vatandaşlar ve memurlar için şart gören Atatürk’ün başarısındaki asıl sır da öğretime verdiği kıymet ve takipçi kontrol alışkanlığıydı. Bu kontrol; savaş, inkılap ve ilkeler safhasının tüm demlerini kapsamaktaydı. “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum olarak yaşatır; ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder” diyen Atatürk’e göre yarınların teminatı bu yüzden; çağdaş eğitim ve öğretim usulleriyle yetişmiş vatansever yurttaşlar, devlet çalışanları, özel sektör mensupları, anne babalar ve en çok da Türk gençleriydi.
Öğretmenliği de bu sebeple sadece okullarla sınırlı değil, yaşamın her alanındaydı. Askeri orduların yanı sıra kültür orduları dediği sivil tüm önderler, sanatçılar, sporcular, vekiller velhasıl tüm çağdaş ve vatansever aydınlar bu derslerin öğretmeniydi. Çocuklar ve gençler ise yarınları teminatı olarak, öğrenmek, Cumhuriyet’i daha ileriye götürmek ve bunun için araştırıp, sorgulayıp, öğrenip, uygulamaya ve öğretmeye, bayrağı teslim aldıkları yerden daha yükseklere taşımaya mecburdular. Ve acılar çekmiş halkın tüm fertleri çağdaş yarınlara ulaşmak mecburiyetindeki öğrencilerdi. Yani O’na göre her yer okul, her yenilik, her mesele bir ders, her vatansever aydın bir öğretmendi. O’nun kara tahtası; tüm yurt, tebeşiri; fabrikalardan çıkan pabuçlar, çimentolar, şeker çuvalları, dersi; demeçleri, yasaları, köy okulları, alfabesi, Nutuk’uydu.
Öğretim ile okullarda verilen dersleri, eğitim ile aydınlanma sürecinin tüm nüanslarını kast eden Atatürk kıyafetten yazıya, tarımdan sanayiye akıl almaz bir olgunlukla Ulus’una liderlik ve örneklik yapabilmişti. Öğretileri sadece o günle de alakalı değildi. Bir yandan mazinin değiştirilmiş tarihini şerefli Türk geçmişine yaslayarak, diğer yandan yarının ihtiyaçlarını ve ilelebet var olmanın gereklerini göstererek deha bir bütünlükle rota çizebilmiş, yanlış düşünce ve çirkin sesleri saf dışı edebilmişti. Bu derinliğine eğitimin yanı sıra O’nun öğretmenliği tüm dünya uluslarına ve bilhassa da mazlum ülkelereydi.
Atatürk verilecek öğretim ve eğitiminin milli olmak zorunda olduğunu görecek bir fikir olgunluğuna sahipti. Tarafından izlenen eğitim ve öğretim politikaları, geçmiş deneyimler, mevcut koşullar ve ulaşılmak istenen güçlü yapı göz önünde bulundurularak şekillenmişti, uyguladığı öğretme metodu dönemin öğretilerine bağlı kalmayan özgün, çağın ilerisinde bir anlayışa haizdi. Bu inancıyla Türk devrimini yalnızca siyasi alanla sınırlı bırakmamış, ekonomik ve sosyal yaşamın da değişimini hedefleyerek kendi Atatürkçü Kalkınma Modelini geliştirmişti.
Yok olmanın kıyısına gelen Ulusu önce zulüm ve işgalden, sonra karanlıklardan kurtaran, aydınlığın sürmesi için ilke ve inkılaplara öncülük eden, devleti var ve muktedir kılarak kurumsallaştıran, anayasa ile Cumhuriyeti teminat altına alan, cehalet ve köhne zihniyeti, umut ve atılım ruhuna dönüştürebilen Atatürk bu nedenle Ulusu’nun ebedi başöğretmeniydi.
Kaybedilen prestij ve toprakların derin darbesi, emperyalist güçlerin ağır tahriki, sarayın tahammül edilemez baskı ve tesiri altında tarih Mustafa Kemal gibi bir deha elmas’ı ve Türk İstiklal harbi gibi nadide bir şahlanış destanını yaratmıştı. En kıymetli madenler nasıl yüksek basınç altında oluşursa laik cumhuriyet de öyleydi.
O, tüm bunları yoktan var etmemiş, unutulanı, çamurla kirletilmiş, aşağılanmış, mahzene saklanmış olan cevheri gün yüzüne çıkartmış, duyguları, değerleri yüceltirken, moral ve güven vermiş, gerisi zaten Yüce Ulusun damarlarındaki asaletle kendiliğinden gelmiş, sevgiyi ululaştırmış, yardımlaşma ve paylaşmayı öğretmiş, ekmeği bölüşmeyi sağlamış, Ordu ile milleti beraber kılmış, el ele bir yaşam temin etmiş, yılmamayı göstermiş, vicdanların hür olmasını sağlamış, kültür bağlarını kuvvetlendirmiş, eşitlik ve adaleti temin etmiş, yorulmamayı, yorulunsa da ilerlemeyi öğreterek hep birlikte kalkınmayı, sınıfsal ayrımcılığa son vermeyi sağlamış, Anadolu’yu imarla kalkındırmış, karınları doyurmuş, cehalet ve zulmü bitirmiş, yüksek idealleri yaşam gayesi ettirmiş, haysiyetli, özgür ve tam bağımsız bir yaşam sunmuş, ezanların hür okunmasına, ay yıldızlı bayrağın göklerde gururla dalgalanmasına imkan sağlamıştı.
Atatürk emperyalist Batı’yı, kapitalist küreselci siyonizmi işbirlikçi hainleri ile teşhis, mağlup ve imha edecek kadar bilgili, öngörülü, inançlı ve cesur bir yapıya sahipti, masonizmi tarihte yenebilmiş tek liderdi, on beş yıllık atılım sürecinde dünyada emsali görülmemiş kalkınma hamlesine imza atacak kadar olağanüstü bir insandı, ilkeydi, fikirdi, ölümsüzdü.
Öğretmenlik araştırmak, okumak, öğrenmek, bilmek ve sonra öğretmektir. Öğretmek de planlı, seviyeli, artan dozda, bilim ve akılla, ispat ederek, inandırarak olur. Ulusunu ayağa kaldıran ve hayal kurmayı öğreten Ulu Önder, yaşamın tüm sahalarında önder ve örnek oldu. Bütün öngörü ve hamlelerinde tam isabet sağlamış olması da ne kadar haklı, doğru ve bilgili olduğunu ispat etti. Çünkü O evvela yaşayarak öğrenmiş, Batı’lı örneklerini incelemiş, düşmanı ve dostu doğru teşhis ederek, imkan ve kabiliyetleri uygun değerlendirerek hal tarzları belirlemiş, sonra bir kez olsun yanılmamış basiretiyle Ulusuna öğretmişti.
Öğretirken de öğrenen Atatürk, gelinen her bir noktadan sonra bir yenisine atılırken, zamanca derinliği tercih ederek ve gerekli şartların oluşmasını beklemeden harekete geçmeyi reddederek inkılap ve değişimin hazmedilmesine imkan sağladı, ufukları genişletebildi. 57 yıl gibi gayet kısa olan ömründe pek çok mevkiye erken yaşlarda gelen Atatürk, bugün çoğumuzun sergilediği tembellik ve korkulardan uzak vaziyette yatağa düşene kadar aktif rolünden taviz vermemişti. Hasta, yaralı ve yorgun olsa da memleket meselelerinin halli için seyahatler yapmış, demeçler vermiş, törenlere iştirak etmiş, eş zamanlı aktivitelerle değişime çok yönlülük katmış Atatürk, vasiyetleriyle de ulusuna örnek olabilmiş yılmaz bir deha, kahraman ve yurtseverdi.
Kader O’nu Türk Milleti’nin kurtarıcısı olarak çok erken yaşlarda hazırlamaya başlamıştı. Yetim büyüyen, değişik milliyet ve dinlerin yaşandığı, çağdışı eğitimin verildiği, çetelerin kol gezdiği topraklarda yok olup gitmek yerine, kader O’nu askeri okula sevk ederek nispeten modern ve milliyetçi bir disipline sokmuş, görev yaptığı yer, birlik ve cephelerde yarınlara hazırlamıştı. O kadar ki Çanakkale savaşıyla tarih sahnesine çıkacak Atatürk’ü, üç yıl öncesinde o coğrafyaya gönderen kader aslında zaferi önceden hazırlamış, yurt dışı izlenimleri, okuduğu kitaplar, hastalıkları, siyaset ve saraya yakınlığı O’nu halk ve yönetim kademelerinin tamamına yakınlaştırmış, o esnada yurtta ve dünyada cereyan eden gelişmeler fikri hayatına yön vermişti.
Öğrendiklerini Samsun’la başlayan destanında hayata geçirebilmiş, Anadolu dağlarından kopan fırtınaları Cumhuriyet’le onurlandırmış, Ulusun kapalı gözlerini, kırık kalplerini, sönmüş umutlarını bir öğretmen edasıyla gelişme ve sevince çevirmiş Atatürk, dünyada emsali görülmemiş bir efsaneye de yoğun bilgi birikimiyle imza atabilmişti. Milletin ve Türklüğün varoluş serüveninin şaşmaz galibi Atatürk; kararlılığı, isabeti, cesaret ve fedakarlığıyla tüm Ulusu’nun yani öğrencilerinin gönlünü kazanabilmişti ki O’ndaki öğretmen şefkati etrafındakilere “çocuk” diyecek kadar yüceydi.
Atatürk’ün dünyaya gözlerini açtığı ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği dönemlerde, batı bilimsel ve teknolojik açılardan olağanüstü gelişme halindeydi. Özellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknoloji alanında hızlı atılımlarla dünyanın çehresi değişmeye başlamıştı. İnsan gücünün yerini, yeni enerji kaynaklarının alması (maden kömürü, buhar, elektrik, daha sonra petrol gibi) sanayide fabrikasyon üretimini getirmişti. İçten yanmalı motorun bulunmasıyla otomobil ve uçak imalatına yol açılmış, lokomotifin icadıyla demiryolları gittikçe yayılmaya başlamış, buharlı gemiler deniz ulaşımına yeni ufuklar açmıştı.
Yeni haberleşme imkanları (telgraf, telefon gibi), iletişimi çabuklaştırmıştı. Ulaşım kolaylıkları da tüketimi kolaylaştırmış, fabrikasyon üretim yeni pazarları gerektirmiş, bunun sonucunda güçlü bir sömürgecilik politikası gelişmişti. Sanayi devrimine ayak uyduramayan devletlerin el emeğine dayalı yerli sanayi, çökme durumuna girmiş, dolayısıyla bu gelişmeyi yakalayamayan milletler önce ekonomik, sonra da politik anlamda, sanayi gelişmiş ülkelere dolaylı veya dolaysız bağımlı hale gelmişlerdi. Osmanlı devleti de 19. Yüzyılın sonlarına doğru, teokratik devlet yapısı, sosyal ve ekonomik yapısı itibarıyla artık çağ dışı kalmış, yarı sömürge bir devlet konumundaydı.
Gençliğinden beri devamlı öğrenme gayreti içinde bulunan, sezgisi çok güçlü bir gözlemci olan Atatürk, Batı’nın ezici üstünlüğünün nedenlerini hayatı boyunca sorgulamış, devleti kurtarma senaryoları hep kafasını meşgul etmişti. O güç sahibi olduktan sonra her şeyden önce tam bağımsızlığı hedef almıştı. Çünkü O’na göre milli sınırları içinde egemenlik haklarını tam kullanamayan bir ulusun kendini bağlayan zincirlerden kurtulması mümkün değildi. Bunu sağladıktan sonra, milli bir taban üzerinde, demokratik ve hukuki karakterde, din ve devletin kesin çizgilerle ayrılmasına dayanan bir yönetim şekliyle, akıl ve bilimi rehber edinen bir anlayışla, cehalete, dirence, ihanete ve batıya rağmen, Türk toplumunu Batı’ya, çağdaşlaşmaya yönlendirebilmişti.
Tüm bunlardan dolayı Atatürk halen ve daima; Türk’ün atasıdır, Türkçülüğün parlayan güneşi, mazlum tüm devletlerin umut ışığıdır, Türklüğün Bozkurt’u, başkomutanı ve başöğretmenidir. Türk Milleti kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısı genciyle, doğulusu batılısıyla bir ailedir, yemeli, çalışmalı, huzurla uyumalı, ekip biçmeli, üretmeli, gelecek nesilleri sağlıklı ve aydın yetiştirmeli, geleceğe güvenle bakmalıdır. Bu ailenin babası Atatürk’tür. Çünkü Atatürk Türkiye, Türkiye Atatürk’tür. İşte bu Atatürk, tarihin rast geldiği bu en muazzam komutan, beden değil fikirdir, tarih değil gelecektir, sönmeyen umudun adıdır.
Bu aziz kahramanın halkına öğrettiklerini genellemek başarılarının tümünü yansıtmaya yetmeyecektir. Bu yüzden akıllarda ve kalplerde tatlı bir esinti yaratmak adına acizane temennimiz ara sıra da olsa gözlerini kapatarak o günleri hayal etmesidir.
Atatürk’ün aziz ruhu önünde bir kez daha saygıyla eğilerek….
1 thought on “Başöğretmen Atatürk”