Büyük oyun ve üst akıl
Zalimler cephesi – mazlumlar cephesi
Dünyada ırkına, cinsine, yaşına ve ten rengine, dinine ve diline bakmaksızın sadece iki grup millet olduğunu söylemek mümkündür. Zulmedenler ve zulümle mağdur olanlar. Yani zalimler ve mazlumlar. Bu aslında insanlar ve toplumlar içinde geçerli. İsterseniz siz buna kısaca iyiler ve kötüler de diyebilirsiniz. Tıpkı gece ve gündüz, tıpkı sıcak ve soğuk, tıpkı hayır ve şer gibi.
Zulüm arkasına aldığı cehalet, servet, makam ve silahlarla sömürmeye, kan emmeye, dejenere edip manipüle etmeye, doğalı bozup, insanların parasını çalmaya, ahlakı bozup inançları yok etmeye kararlı bir çeteden ibaret. Her güce ve imkana sahip. Geçtiği yerlerde ot bitmiyor. Dokunduğu toplumlarda kan ve göz yaşı kader oluyor.
Mazlumlar cephesi ise cahil, taassup, kaderci, cahil, fakirleştirilmiş, umutsuz, birlik olamayan, idealsiz ve bilime düşman olanlardan teşkil. Maalesef pek çoğu da Müslüman. Hedefte İslam aleminin olması ise elbette tesadüf değil ve Türki devletlerle, Müslüman ülkeler dışında neredeyse sömürülen üç beş ülke var. Onlar da Batı sömürgeciliğinin düşmanlığına bayrak açıp isyan eden kapalı toplumlar. Çoğunluğu teşkil eden Türk ve İslam ülkelerinin ortak yanı; birlik olamayışları, bilimi terk edişleri, sistem yerine kişileri izlemeleri, teknoloji, makine ve mahsül üretemeyip ithale dayalı bir ekonomiye sahip oluşları. Ülke sistemlerinin neredeyse tamamının dışa bağımlı halde olduğu bu ülkelerde tam bağımsızlığın adı bile yok, tarih ve kültürden nasiplenmemişler, çalışmaya hevesli değiller ve esaretten kaçıp kurtulmayı düşünmüyorlar bile.
Osmanlı devleti de mazlumlardandı. Hatta vaktinde dev imparatorluklar kuran Roma, Helen ülkesi, Bizans, Almanya bile. Bugün ABD’nin ve İngiltere’nin mazlumlardan olmadığını varsaysak bile onların halkları da en az bizler gibi sömürülüyor ve eziliyor. Yani mazlumlar kümesinde sadece başka ülkeler yok, devletlerin kendi halkları da var.
Kutuplaştırılmış, kandırılmış dünya
Dünya Savaşı’nı takip eden günlerde dünyada ciddi anlayış evrimleri, değişmeler oldu. Sıcak savaştan soğuk savaşa, kimyasal harpten asimetrik savaşa, çatışmadan ziyade istihbarat ve casusluğa önem veren bu yeni anlayış bir şeyi daha değiştirdi ki bu siyasi emellere de hizmet eden biyolojik yaklaşımdı. Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal (NBC) alanında pek çok hain teşebbüs icat olundu ve olunurken pek çok masum denek diye kullanıldı. Diplomasi kirli siyasetle tanıştı, Amerika’nın keşfiyle başlayan kızılderili katliamları, kapitalizm teşkilleri, bankacılık ve tefecilik hizmetleri, petrole dayalı sanayi ve tehdide dayalı teknolojiler uluslara egemen oldu.
Çağlar boyu savaş meydanlarında çözülen meseleler barış ortamında tartışılır oldu ancak, savaştan kaçınmak adına var edilen çok uluslu teşkiller artık hür ve bağımsız değildi, başka bir el ve aklın esiri olmuşlardı. Üst akıl dediğimiz bu kirli tezgahın eserleri de sıkça görülmeye başlanınca evvela İslamiyet ve Türklük, sonra insani ve ahlaki değerler, sonra yer altı ve yer üstü kaynaklar hedefe kondu, dünya uzunca bir müddet sömürgen ve sömürülen devletler arenasına döndü. Ortadoğu cehaleti, geri kalmışlığıyla en bahtsız coğrafya oldu ve halen de karışıklıklar en çok o bölgede sürmekte. Nihayetinde dünya sonu izm’le biten pek çok ideoloji üretti, felsefe var etti ve akıllar gerçekten varsayıma kaydırıldı. Dinle bilimi ilk etapta birbirine düşman etmeyi başaran Fransız ihtilali, 1492 sonrası Amerika kıtasında filizlenen emperyal ve kapitalci zihniyetin önünü açtı, sapık ideolojiler, güçlü silah teknolojileri ile dünyayı kana buladı.
Ülkemiz Sevr ve sonrası ile maruz kaldığı bu kabustan Atatürk etkisiyle kurtulabildi, on beş yılda ürettikleriyle çağ atladı, saygın ve güçlü bir devlet oldu, Cumhuriyet’i en doğru yaşayan ülkelerden biri haline geldi. Lakin İkinci Dünya savaşı sonrası çetinleşen şartlar, çoklu parti döneminin işbirlikçi zihniyetleri, sınırsal huzursuzluklar, dünyanın siyonizme teslimiyeti, dinlerin artan bölünmüşlüğü, artan nüfus ve cehalet nedeniyle barış terk edilirken, şeytancılık siyasi bir misyon kazandı ve dünya tekelcilerin ellerine teslim edildi.
Bugün üst akıl yahut küreselci diye adlandırdığımız sermaye sahipleri 19ncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren gittikçe güçlendi ve paranın gücüyle donattıkları ordularıyla dünyayı kan gölüne çevirdi. Terörü, anlaşmazlıkları destekledikleri için de barış hayal oldu.
Dünya zalimler cephesi (emperyalist ve kapitalist güçler) ve mazlumlar cephesi (hedefteki, masum, fakir, baskı gören, sömürülen devlet ve milletler) olmak üzere iki kutba ayrıştı. Bu aynı zamanda Batı’nın aklı ile Doğu’nun aşkı arasındaki kalın çizgiyi de teşkil etti. O andan itibaren de medeniyet beşiği Doğu, terk ettiği bilim ve Batı’nın iticiliği ile daha fazla gerilemeye, Batı’ya daha çok muhtaç hale gelmeye mecbur kaldı.
Türkiye öz kaynakları, sağlam devlet yapısı ile bir istisnaydı ve uzun müddet kendisine yeter ülke olarak kalırken, zamanın iktidarı marifetiyle II. Dünya Savaşına katılmamak gibi bir akıllılık yaptığı için de övgüyü hak etti. Lakin Batı’nın açlığı, kaynak ve Pazar arayışı bitmeyecekti ve Afrika’ya, uzak doğuya uzanan kirli elleri buralarda nice katliamlara sebep oldu. Ele geçirdikleri kirli elmaslarla teknoloji ve medeniyet kuran Batı, aldığı ahlar ve mazisinin kirleri nedeniyle parayı bulsa da, huzur ve refahı asla bulamadı. İnsani değerlerini unuttu, hukuka yaslandı, aile kuramadı, çocuk yapamadı, bencil hayatlara mahkum oldu, korku dolu bir hayat yaşadı, terörle, fakirlikle, Türklerle korkutuldu.
Servete tapan, bencil ve mertlikten uzak duruşuyla Batı, devlet adamlarının yaptıklarına artan milli gelirleri nedeniyle sessiz kalınca siyasiler daha da azdı ve dünya kan gölüne döndü. Neticede ezen ve ezilen uluslar haritası şekillendi. Türklük mazlum milletler safında yer alırken, diğer tüm mazlum milletlerin de ağabeyi, sancaktarı, kurtuluş umudu, lider ve örneği oldu. Üstlendiği bu vasıflarda daha çok baskıya uğramasına sebep oldu. Nitekim şeytan cephesi anladı ki Türkleri yok etmeden İslam’ı ve İslam’ı da yok etmeden şeytani düzeni hayata geçirmek olası değildir. Bu nedenle tüm güçleriyle Türk’e ve İslam dünyasına saldırdılar. Çok yönlü bu saldırıları ekonomik, askeri, diplomatik, ticari pek çok alanda başarılar elde etti, satılmış işbirlikçiler eliyle de ülkeye kan kaybettirdiler. Bugün hala Türkiye ve Türklük küresel siyonizmin öncelikli hedefindedir, yok edilmesi veya etkisizleştirilmesi için sayısız düşman ve hain işbirlikçi ter dökmektedir.
Sonuç olarak dünya Türkiye önderliğindeki Ulus Devlet savunuculuğu (üniter devlet yapısı) taraftarlığı ile küreselci (Tek Dünya Devleti taraftarlığı) siyasetleri arasında kaldı, iki kutba büründü. İleride bahsolunacağı üzere pandemi kapsamında hasıl edilen Corona (Covid-19 virüsü) ile de hain emelleri için düğmeye basıldı. On yıldan çoktur tatbikat olarak oynanan oyunla pandemi ve darbe etkisiyle iflaslar, asosyal hayat, eğitim devrimi vs. ile yaşamın tersine çevrilmesi, nüfusların azaltılması bilhassa da yaşlı nüfusun öldürülmesi hedeflendi.
‘Corona yalandır’ ve ‘corona öldürür’ arasına sıkışan insanlık bir kez daha kutuplara ayrıştırıldı ve tehdidin büyüklüğü nedeniyle küreselci-ulusalcı ayrımından da öte, halklar Corona’ya inanmak veya inanmamak ayrımına geldi. Bu da son değildi nitekim zorunlu aşılama ile başlayacak zulüm, hürriyetsizleştirmeye varacak kadar tehlikeli olacaktı, oldu da.
Emek, kaynak ve toprak sömürü düzeni olan siyonizm, çalışmadan kazanmayı, kendisinden olmayanları ezmeyi gaye edindi. Hedefine varmak için tüm yolları mübah sayan, insanlığın her türden zaafını kullanmaktan çekinmeyen, merhametsiz ve sinsi siyonizm, küreselizm ile birleştirdiği ideolojisini dini boyutla beraber teknolojik ve fiziki boyuta da transfer ederek kazanamayacağı ama çok can ve mala sebep olacağı ciddi bir topyekun hamleye girişti. Biz buna küresel siyonizm adını veriyoruz.
Üst akıl; Tek Göz
Vaktiyle hahamların, kahinlerin başını çektiği isyan çetelerinin tamamı üst akıl dediğimiz şeytani güç, tek göz ile tarif edilir ve her yerde, her şeyi görür şeklinde tasvir edilir. Güneş sembolü her eve, her kalbe girerek aydınlatacak manasınadır. Oysa vadettikleri şey yalnızca nihayetsiz bir karanlık ve acıdır.
Siyon adı dişi cin İsrael için kullanılan ve Günah Kraliçesi manasına gelen kelimedir. Siyonizm de adını buradan almıştır ve günah kraliçesinin emeline çalışan tabir yerindeyse işçileri ve gayeyi temsil eder. Bu manayı unutmayın çünkü siyonizmin şeytanı yüceltmek gayesinin ardında saklı olan gerçek budur.
Günümüzde siyonizm hedefine hiç olmadığı kadar yakındır ve ideolojilerden, yönetimlerden, bedenlerden de ziyade ruhları ve zihinleri ele geçirme noktasına gelmiştir. Yarattığı algılarla (sanrılarla) ve sahte bilimlerle çoktandır zihinleri işgal eden, bilgisayar oyunlarıyla çocuklarımızı bizden çalan, bilim kurgu filmleriyle bizleri kuracağı düzene alıştıran siyonizm, 21nci yüzyılda küreselleşmiş, emperyalizm, kapitalizm, totalitarizm ve komünizmi de aşarak küresel siyonizmin asıl gayesine yeni dünya düzenine odaklanmıştır.
Dünya savaşlarıyla, öncesinde Amerika’nın keşfiyle, uzay çağında ise teknoloji ve gök bilimleriyle avantajlı duruma geçen siyonizm, cinlerden de aldığı güçle, yalan ve abartılı organizasyonlarla, corona plandemisi ile artık insanları esir alma gayretine girişmiş vaziyettedir. İsrail’in Kudüs merkezli hevesi bölgesel iken ve vadedilmiş topraklar avuntusu Ortadoğu’nun bir kısmıyla alakalı iken küresel siyonizm dünyanın tüm insan ve kıymetlerini yeniden tanımlamak, global bir zafer kazanmak peşindedir. 13 varlıklı insanın altındaki 200 kadar CEO ile tarif edebileceğimiz ve şeytanla anlaşması bulunan üst aklın mensuplarına göre dünya yaşamı kalabalık, yanlış, zararlı ve geleceksiz bir hal almıştır, müdahale edilemezse insanlığın sonu gelecektir, küresel ısınma kaynakları yok edecektir, tabiatın kendisi virüs ve zarar üretmektedir. Oysa zalim ve cahil olan … sadece insandır.
Burada yorumu biz yapmayacağız. Her okuyucu altı çizili, kalın harfle vurgulanmış, dipnotla çerçevelenmiş ayrıntılardan yola çıkarak kendisi bir sonuca varmalıdır. Yoksa oyunu hala anlamamış demektir ama önemli bir hususu vurgulamak yerinde olacaktır; küreselci oligarkların köksüz insan sevgisi yeni değildir. Bu yüzden neredeyse bir asır boyu gençler beyin göçüyle yurt değiştirmiş, bu yüzden gurbetçiler Almanya’ya yollanmış, komünist blokta bu yüzden fabrika-hammadde-işçi üçgeni her biri farklı ülkelerden temin edilecek şekilde ayarlanmıştır. Gençlerin yurt dışına, başka şehirlere (özellikle Metropollere) kanalize edilmesi de bu yüzdendir.
Çünkü çocuklar baba terbiyesinden, aile kontrolünden, mahalle baskısından bu sayede (ERASMUS, Öğrenci değişim programları vs.) kurtulur (!), özgürlüklerini (!) ilan ederler, kültürel etkileşim bu sayede gerçekleşir. Kişi bir kuruluşa girdiği anda o kuruluşun kurallarını kabul etmiş olur ki yurt dışına vesair surette giden biri, daha gitmiş olmakla, o kurallara uyacağının taahhüdünü vermektedir. Bu nedenle yurt dışına okumaya, çalışmaya gidenler mecburen kabuk değiştirmekte, gıdadan giyime değişmektedir. Çok uluslu şirketlerin özendirilmesi, sermaye ortaklıklarının kurulması hep bu cümledendir.
Boşanmaların özendirilmesi de bu nedenledir. Gelecek nesillerin üzerindeki bu oyun terbiye ve ahlak ile de alakalı değildir. Ortadan kaldırılmak istenen şey aynı zamanda vefa ve vatan sevgisidir. Köksüzlerse vatansızdır, vatana sadakatleri kişisel çıkarlarından sonra gelir, daha kolay söz dinler ve eğitilirler! Küresel nizam anlaşılan odur ki insanlığı bu vatansızlık gayesiyle evcilleştirecek ve aidiyet duygusunu yok edecektir! Küresel dikta bu nedenle göçmenler konusuna büyük atıf yapmaktadır ki Covid-19 aşısına dair keşif çalışmalarının göçmen bir Türk ailesine nasip olmasını da, CEO’ların göçmen olmasını da böyle okumak lazımdır. Nitekim Davos 2030 hedefleri arasında yazan şey; ‘göçmenlerin geleceğin CEO’su olacağına’ dairdir.
WikiLeaks’i kurucusu Julian Assange’ın deyimiyle “Son özgür nesil” olan bizler, bu saatten sonra kendimize tasma geçirmek isteyen şeytaniler ve onların uşakları ile her ortamda çatışmaya hazır olmalıyız. Ancak aşı adı altında “Akıllı şeytani toz” kullanımı komplo olarak görüldükçe, küresel ısınma yalanlarına kandıkça, dizilerden kopamadıkça, tarihi doğru öğrenmedikçe ve aklı kullanmadıkça bu mümkün değildir. Olan bitenin sorgulanması bu yönde (genetik tabanlarıyla) yapılmazsa, yarın direnecek, kaçmayı düşünecek, mankurt olmayan sağlıklı insan da kalmayacaktır.
5 thoughts on “BÜYÜK OYUN VE ÜST AKIL”