Atatürk’ün davası; zenginleşmek, saltanat sürmek, rahat yaşamak değil …
Atatürk’ün davası kendini zengin, mevki sahibi, herkesi Türk, Müslüman, bağımsız, namuslu, vatansever, çalışkan, zengin, okuryazar veya şehirli yapmak değildir. Ülkeler fethetmek, maceralara atılmak, dokunulmaz olmak hiç değildir. Onun davası; Misak-ı Milli sınırları dahilinde insanca ve özgür bir yaşam, sağlıklı ve huzurlu bir müstakilliktir, tam bağımsızlıktır, milletinin yarınlarını barış içinde, sevgi ve hoşgörüye, muhabbet ve dostluğa yaslamaktır.
Bir başka deyişle davası; Yurdunu düşmandan arındırıp, hür ve çağdaş bir refah ülkesine dönüştürmek, milletini tarihten gelen şanlı mevkine yükseltmek ve Anadolu’yu yeniden Türk yurdu yapmaktı. Bu yüce insanlık ideali istikametinde çalışmış, gençliğe bu erdemli hedefi miras bırakmıştır. Şartlar ve durum ne olursa olsun davası insanca medeni, bağımsız ve hür yaşamaktır, kardeşçe. Bu fert için de ülke için de aynıdır.
Küresel çıkmazlara evrensel çözüm olarak düşünülmesi gereken çarenin ATATÜRK olduğunu anlayabilmek için O’nun 57 senelik yaşama sığdırdıklarına bakmak, davasını ve mucizesini anlamak gerekir. Bizler gibi et ve kemikten olan, erken yaşlarda rütbeler alıp Cumhurbaşkanlığına dek yükselen, askeri, siyasi ve medeni hayata dair her alanda müthiş bir öngörü ve isabet oranıyla, savaş kaybetmeden, yanlış yapmadan, kandırılmadan, mağlup edilemeden yaşamış, Allah’a ve vatana olan aşkından aldığı feyz ve güçle yirmi yılda asırlara sığamayacak büyük işler yapabilmiş büyük dehayı tanıyabilmek ve davasını anlamak kaçınılmazdır. Yoksa O, kuru bir hayat hikayesinden ibaret değildir, yaptıkları tarihin tozlu sayfalarına prangalanmış sıradan bir devlet adamı asla değildir. O’nun eserleri gibi ideal ve ülküsü de bugün hala yaşayabiliyor ve dünyaya ışık olmaya devam edebiliyorsa bu davasının haklı, doğru ve gerekli oluşundandır, zamanın küresel dev güçlerine karşı rüştünü, başarısını ispat etmiş olmasındandır.
Bu nedenle ulu önderin Milletin elinden tutup yürütme ve koşmayı öğretmesini anlamaya çalışırken, niyetimiz o hayat hikayesinde ve başarı öyküsünde bugünün milli ve global dünyası için de bir çıkış yolu aramak olmalıdır.
Görüldüğü üzere O’nun davası; saltanat veya zenginlik değil, dokunulmazlık ve sefa hiç değildir. O’nun davası canı kadar sevdiği annesine, vatanına, askerlik mesleğine ve tabi ki Yüce Rabbine yakışır bir asalet ve fedakarlıkla, ulusuna ve dinine hizmetle, esaret zincirlerini kırmak, zulme son vermek, medeni ve aklı rehber edinmiş bir medeniyeti yeniden canlandırmak, unutulmaya yüz tutmuş Türklüğü ve yaban otlarından tanınmaz hale gelmiş İslam’ı hak ettiği yüce mevkiye yeniden çıkarmak, kahraman ve fedakar Türk ulusunu yeniden ülküsü istikametine koyarken, saygıdeğer ve çalışkan bir ülke yaratmaktır.
Bu ülke tam bağımsız ve çağdaş olacak, güven verecek, güçlü olacak, kendine yeter halde, etrafına da örnek teşkil edip, güven ve moral verecektir. İçinde bir ve bütün olan bu Millet, devleti ve halkıyla bütün, özgür ve eşit olacak, kısa sürede yaptığı atılımlarla dünyaya emsal olacak, iç ve dış düşmanlara aman vermeyecektir. Kurumsallaşmış Cumhuriyeti, laik, sosyal ve hukuk devleti kimliğiyle bu genç Cumhuriyet ilelebet payidar kalacak şekilde kendi sistemlerini sürekli güncelleyecek, sistem kurucuları ve tüm organları bu sistemi sürekli geliştirip muhafaza ederken, beka ve esenlik adına yapılması gerekenler halkın egemenliğine ve rızasına dayalı bir ortamda tespit ve tayin edilecektir. İç ve dış mihrakların zararlı etkilerine karşı kendisini koruyabilecek bu sistem; özgür, eşit, yeterli, güncel ve medeni olacak, inanç ve kültürle, akıl ve bilimi kaynaştıracak, yobazlığa, ihanete, cehalete imkan tanımayacaktır.
Bu yeni Cumhuriyet; Türklüğün haysiyet ve mertliğini, Ulusun Türk ve Müslüman kimliğini, tarihten gelen mesuliyetini, ay yıldızlı bayrağın şanını şerefle taşırken, kaderimiz olan Anadolu’nun bozkırlarına da umut ve sevgi olup yayılacak, en ücra kalplere dek girecektir. Bir ve beraber olarak tek yürek olabilen halkın coşkun sempati ve desteğiyle de insanca, hakkaniyetle, korkusuzca, inanç hürriyeti içerisinde yaşanacak asırlar, Türk’ün varlığını ve yüceliğini eskitemeyecektir.
Atatürk’ün davası ; öğretmek, göstermek, dayatmak değil, halkın sinesinden çıkan istek ve arzuların hayata geçmesini sağlamak, yerleşik yanlış ve korkuları silip atmak, cihanın en zalim ve zorba iktidarlarına karşı dik durabilmektir. Atatürk bu nedenle şahsını veya çıkarını değil daima halkını düşünmüş, fikirlerini zorla empoze etmek yerine halkın sesine kulak vermeyi seçmiştir. Bunu ise ‘Milletinin elinden kendisi yürümeye başlayana dek tutmak’ şeklinde tarif etmiştir ki on beş yıl gibi kısa bir sürede Ulus fabrikaları, tarlaları, uçakları, makineleri, refah ve huzuru ile gerçekten de kendisi yürümeye başlayabilmiştir.
Dünyanın tek ve gerçek kurtuluş umudu olan Atatürk mucizesi, tarihte yaşanan bu muazzam milli kalkınma varoluş sebebimiz olarak tarih yapraklarındaki şanlı yerini korumaktadır. Bizlerin bu detayları, gayeleri bilme mecburiyeti ise bakidir. Bu şahlanıştan habersiz kaldığımız müddetçe ümitlenmemize de imkan yoktur.
Atatürk davasının muzaffer olmasıyla; kula kulluk eden halk egemenliğine kavuşmuş ve sadece Allah’a kul olmayı öğrenmiş, işgal altında inleyen Anadolu topraklarında hür ezanlar okunur olmuş, parasızlık ve umutsuzluktan sürünen, egemen güçlerin merhametine muhtaç Ulus saygıdeğer ve yerli-milli olabilmiş, cehalet denizleri yok olurken, işbirlikçi manevi mikroplar temizlenebilmiştir. Bu yüzden Atatürk’ün ilk yaptığı işlerden birisi bilgisayar deyimiyle hata-böcek ayıklamak (debug etmek) olmuştu.
Tam bağımsız ve saygın Türkiye Cumhuriyeti ve O’nun sarsılmaz kurumsallaşması, inkılapları, ilke ve prensipleriyle dünyaya örnek olabilmiş, mazlum devletler Türkiye’yi örnek almış, en güçlü düşmanlar bile halka, ordumuza ve Ulu Önder Atatürk’e saygı duymaya mecbur kalmıştır. Çünkü İstiklal Harbi nasıl bir kahramanlık destanıysa, İnkılapların kısa sürede hayata geçişi de, halkın o yenilikleri benimsemesi de ayrı birer destandır. Batı’nın dört asırda toparlayabildiği aydınlanma sürecinin, Türkiye Cumhuriyeti’nde 15 yıl gibi kısa bir sürede yaşanır hale gelmesi ise ayrı bir mucizedir.
Atatürk’ün Yüce kişiliğinde yer bulan bu fedakar ve kahraman şahlanış, karanlıkları dağıtmış, beyinlerdeki örümcekleri yok etmiş, yaban otlarını temizlemiş, aydınlık bilim yolunu rehber ettirerek umut ve sevgileri çoğaltabilmiştir. Bu Atatürk sayesindedir ve bu yüzden bugün bu topraklarda nefes alan herkes, ezan dinleyen, namaz kılan, ekip biçebilen, hatta ihanet edebilenler bile varlık ve statülerini Atatürk’e borçludur.
Atatürk, zor günlerde sığınılan deha liderdir ve dünya çok yakında evrensel Atatürk ilkelerinin tek çıkar yol olduğunu anlayacaktır. Ulu önderin mucizesinin satır aralarına kısaca değinmek, bugünlerde alınmasını önereceğimiz tedbirler için de mehaz teşkil edecektir. Çünkü askeri zafer ve inkılapların başarısı sıradan, tesadüfi yahut zorla tesis edilmiş bir uygulama değil, bütünleşerek, akıllı ve öncelikli bir sıralama ile hayata geçirilmiş manevralardır. Her bir detayı düşünülmüş bu hamlelerin kendi içlerindeki maksadını anlamak bu nedenle mühimdir.
Türkiye’nin Sevr Anlaşması ile mahkum olduğu kader bizler için yok olmanın sınırı, zulüm cephesi için tarihten silme arzusunun dışa yansımasıdır. Türk Milleti o zor tablodan alnının akıyla çıkabilmiş, akabinde gösterdiği performans ile hayata geçirdiği ilke ve inkılaplar ile 15 yıl gibi kısa bir sürede akıllara sığmayacak büyük ve kalıcı medeni adımlar atabilmiştir. Gerek savaş yıllarındaki eli silahlı düşmanlar, gerekse savaş sonu devralınan sivil hayattaki zorluklar bugünün corona şartlarından çok daha güçlü ve yenilmezdir.
Buna rağmen Türkiye, Atatürk önderliğinde muvaffak olabilmiş, O’nun yüksek dehası ve vatanseverliğiyle yirminci yüzyıl sınavından başarıyla çıkabilmiştir. Dahası Yüce Allah bu kutlu davada başta Atatürk olmak üzere sıralı komutan ve davadaşlarına yardımını esirgememiş ve ulusun muvaffakiyetine yardım etmiştir. Bu da göstermiştir ki Ulus haklıdır, zulüm yenilmeye mahkumdur, Türklük bakidir. Zamanın en kudretli ordularının, yedisinin birden işgal ettiği, fakir, yorgun Türk halkının başarıya giden yolda gösterdiği kararlılık inancın ve Allah’a güvenin sonucudur. Bugünlerde yaşanan corona ve devamındaki küresel despotizmin yenilebilmesi, tanzim edici müteakip atılım ve yeniliklerin hayata geçmesi de yaşanmış başarılı bir örnek olan Atatürk mucizesi ile mümkündür.
Milli mücadelede sergilenen fedakarlık, azim, istek ve şehit olma arzusunun aynısını gösterebildiği takdirde dünya milletleri için de kurtuluş olasıdır. Ulusların topyekun bir seferberlik ve inanç birliğiyle ayağa kalkabilmesi, ölümü göze alan isyana imza atabilmesi şartıyla, sıfırdan başlayacak ve milli kalkınmayı mümkün kılacak her türlü gayret bu yolda başarıyı getirecektir. Atatürk Türkiye’since esarete hayır çemberinde toplanan milli gücün ve milli cephenin teşkil edilebilmesi sağlanabilirse bu ülke ve toplumlarda da cehalet ve zulümle savaş kazanılabilecektir.
Halkın bir ve beraber olarak, fedakarca, elinden geldiği oranda devletine sahip çıkması ve yardım etmesiyle mümkün olacak bu uyanış, akıl ve bilim önderliğinde, kadın erkek eşitliğine dayalı, birleştirici, liyakati esas alan bir tarzda gerçekleştirilmesi durumunda tam bağımsızlık da tesis edilebilecektir. Bu bağımsızlığın yerli ve milli olması, egemenliğin halk tarafından kullanılması, dolayısıyla çoğulcu demokrasilere yanaşılması, bunun eğitim seferberliğiyle desteklenmesi, kalkınma planlarında öngörülen hedeflerin de ele geçirilmesine yardımcı olacaktır.
Ana dilde anlaşılır dini yaşayan, ana dilde ibadet edebilen, inanç ve azim birliği yapabilmiş, şaşadan uzak, tasarrufa önem veren, mütevazi yönetimler bu süreçte sanayileşmeden tarım ve hayvancılığa her alanda başarıyı yakalayabilecektir. Halkın sağlığının öncelikle ele alındığı, özgürlüklerin dokunulmaz kılındığı bu sistemde, medeni hukuk ve bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı, şeffaf devlet modeliyle tesis edilebilirse, yönetenler hesap verir hale getirilebilirse, bilim üreten odaklar hayata geçirilebilirse, tarih ve kültürden ders alınabilirse insan sevgisi ve hoşgörü de görünür olacaktır. Adaletin ve namusun kesinlikle ve öncelikle aranacak ilklerden olması durumunda gençliğin ve çocukların da davaya ortaklığı sağlanabilecektir. Tüm bunlar içinse milli eğitim, milli egemenlik, milli tarih ve milli dil, dolayısıyla üniter devlet yapısı şarttır.
Dünya uluslarının belki bir Atatürk bulması zordur ancak Atatürk sadece Türk milletinin değil dünyanın lideridir. Bu cihetle muhtaç oldukları gücü ve örneği O’nda bulmaları mümkündür. Teknolojik seviyenin değişmiş, güç dengelerinin küreselciler lehine bozulmuş olması emsalin kıymetini azaltmayacaktır. Mesele düşmanı ve kendini tanımak, mücadele etmeyi istemek ve sonuçları acı verici de olsa özgürlükten vazgeçmemektir. Küresel diktanın bir milleti değil, tüm milletleri hedefe koyması da durumu değiştirmez çünkü sorun küresel, kurtuluş millidir.
Özetle Atatürk’ün hayal edip başardığı davası; rayından çıkmış gidişatı yeniden doğruya, güzele ve bizlere yakışan yönlendirmek, öncülük etmektir. Bu öncülüğe, en çok suistimal ise maalesef din ve siyaset alanında yaşanmaktadır. Çünkü Atatürk devrimlerinden en büyük darbeyi hainler, mandacılar, sözde milliyetçiler ve dinciler (dindarlar değil) almış, zafer sonrası yeniden yapılanma sürecinde en büyük zararı da onlar vermiştir, hala da vermektedir.