Batı Emperyalizminin, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde yıllarca oynadığı «Böl ve Yönet» ilkesine dayanan oyununu ve kaçınılmaz olan yenilgiyi önlemeye, imparatorluğun yönetiminde zaman zaman oluşturulmak istenen batılılaşma ve yenileşme çabaları yetmemiş, ayrıca Birinci Meşrutiyet devriminin yürürlüğe koyduğu 1876 Anayasasının getirdiği seçimle oluşan meclis fikri ve 1908 İkinci Meşrutiyet Devrimi’nin bağımsızlık düşüncesiyle yola çıkan çabaları da kurtarıcı olamamış, böylece imparatorluk son nefesini vererek yıkılıp gitmişti. Türk Ulusu, kapkara bulutlarla örtülmüş Türk Yurdu’nu, çaresizliğe düşmüş Türklüğünü kurtaracak bir lider düşlemişti.
Oysa, tarih bu kurtarıcıyı ve lideri bağrında yavaş yavaş, özene bezene hazırlamakta ve oluşturmaktaydı. Beklenilen olmuş tarih ve kader önce Mustafa, sonra Mustafa Kemal, daha sonra Gazi Mustafa Kemal ve sonunda ATATÜRK olarak tarih sahifelerine yazılan bir yüce lider yaratmıştı. Bu yüce kahramanın gücü, yalnız Türk Ulusunun kurtuluşuna, yeni Türk Devleti’nin kurulmasına değil, emperyalizmin yıkılışına da yetmiş; yenilmezliğini ulusundan alan bu gücün önünde Batı’nın emperyalist ulusları kendi yıkılışlarının yanı sıra, doğunun asırlardır sömürdükleri mazlum uluslarının yeniden doğuşlarını ve uyanışlarını da görmekte gecikmemişlerdi. Bu olgu onlara kendi yıkılışlarından da ağıra mal olmuştu.
Atatürk bir ulusun yaşamında eğitimin ve öğretmenin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve Cumhurbaşkanı idi. Atatürk öğretmendi çünkü dinin anlaşılır ve temiz olanının da, hayatın masum, düzgün ve hak olanını da, vicdanları ve bedenleri hür kılmayı da, barışı, huzuru ve saadeti de o öğretti. Yüce Allah bizleri özgür, akıllı, vefalı, inançlı, insanlara sevgi dolu, tabiata saygılı yarattı. Doğalı sevmeyi, doğal olmayı, doğal yaşamayı koydu kalbimize. Atatürk kanmamayı, paraya makama tamah etmemeyi, gerici taassuba köle olmamayı, Allah ile aldatılmamayı, hür irade ve vicdanla kişilere değil sadece Allah’a kul olmayı öğretti. O ümmetten koca bir ulus yarattı. İdeali, ülküsü, menfaati bir, tazecik, dinamik bir Cumhuriyet, laik ve sosyal bir devlet, sarsılmaz bir azim ve inanç, inmeyen bayrak, susmayan ezan yarattı. Bu mukaddes emanetlerin nasıl korunacağını da.
Hür, doğal, insanca ve mutlu yaşamı, akılı kullanmayı. O komploları, yalanları fark etmeyi, kanmamayı, cahilce aldanmamayı, sürüleşmemeyi, öngörüyü, basireti, korkmadan tedbir almayı, millet malının namus olduğunu, harama el sürmemeyi, devlete nasıl hizmet edileceğini öğretti. Kur’an 14 asır önce, Peygamber 23 sene bunları anlattı. Atatürk 23 sene (1915 Çanakkale – 1938 Ebediyete intikali) aynısını anlattı.
Tahsil hayatında gördüğü batı tarzındaki eğitimi, üstün zekasıyla birleştiren Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştireceği devrimleri çok önceden planlamıştı. Örneğin Çanakkale savaşının en çetin ve ateşli günlerinde Latin alfabesi hakkında araştırmalar yapmış, Fransız Türkolog Deny ve Macar Türkolog Nemeth’in gramerlerini incelemişti. Mustafa Kemal bu incelemeleri yaptığında harf devrimine daha 13 yıl vardı.
Cehaletin ancak planlı ve topyekun bir kültür savaşıyla yenilebileceğini bilen Atatürk; önce halkı kültür savaşına hazırlayacak öğretmenlerin kendisiyle aynı noktaya bakmasını temine çalıştı. Onları milli ülküye inandırdı, gerçek tarih ve kültürle hazırladı, direktifler verip donattı, yurt dışına gönderip çağdaş bilimle tanışmalarını mümkün kıldı. Yani önce lider eğitimine önem verdi. Büyük taarruzdan önce topladığı Maarif Kongresi buna en güzel delildi. Orada aynı zamanda milli doktrini oluşturdu, genç öğretmenlere hedefler gösterdi, dinamik bir eğitim bakanlığı tesisine çalıştı. Anlaşılır lisanı, doğru bilgileri, çağdaş bilimi okullara, kitaplara taşıttı.
Çoklu, demode eğitim sistemini standart, bilimsel ve milli hale getirerek batıliyeti yendi, kız ve erkek çocuklarına eşit eğitim hakkı tanıyarak zihinlerdeki prangaları kırdı, dini okul ve kitaplardan çıkararak ait olduğu yere kalplere gönderdi. Merdiven altı, kontrolsüz tarikat ve tekkeleri kapatıp, eğitimi devlet gözetimindeki, aydınlık ve temiz okullara münhasır kıldı. Hayata rehber ve ışık olarak akıl ve bilimi koydu. Herkese eşit ve adil okuma, öğrenme hakkı tanıdı. Öğretmenlerin halka ulaşmasını temin için okul seferberliği başlatıp, tüm yurdu dersliğe çevirdi. Ders kitaplarını, yardımcı kitapları hatta bazılarını bizzat kaleme alıp okullara, hanelere, kışlalara dağıttı. Halkı, sadece çocukları ve memurları değil, tüm anne ve babaları, okuma yazma bilmeyenleri öğrenci kabul etti.
Eğitimi; eğitici eğitiminden başlayarak, ders kitap ve müfredatı tamamen baştan belirleyerek, okul ve eğitim birliğini standartlaştırarak, okul sayısını artırıp, idareci yetiştirip, kız çocuklarını da eğitime dahil ederek, devletin diğer kurumlarını adeta eğitimin emrine vererek, eğitimi okullara dek götürerek, okul yapımı için kısmi ve süreli ağaç kesimine dahi kanunla cevaz vererek, yabancı eğitimcileri de kültür ordusuna dahil ederek, güçlü bir milli eğitim bakanlığı teşkil edip, milliyetçi bakanlar atayarak, andımızı, İstiklal marşımızı okul bahçelerinde okutarak, uygulamalı eğitime yaygın yer vererek, hanelere, kışlalara değin kitap dağıtımı yaparak, beşeri ve dini aydınlanmayı eş zamanlı sürdürerek, öğrenci kıyafetlerini tek tip kılarak, yaygınlaştırarak, sistemli ve milli bir hale getirdi. Bu özgün model yepyeniydi, bize hastı, Atatürk bilgi ve kararlılığının eseriydi.
Atatürk’ün tüm dersleri uygulamalıydı. Memleketin ihtiyaç duyduğu sektörlere, yapılacak inkılaplara ve çıkarılacak yasalara uygun kalifiye personeli öncesinde eğitti, hazırladı. Her dersini hemen ertesinde inkılaplarıyla devreye soktu, yurdu bir laboratuvar kabul edip uygulamalı eğitimleri tarlalara, fabrikalara, demiryolu ağlarına çevirdi, üreten Türkiye’ye yakışır meslek erbabı yetiştirdi. Eğitimin devamı için anne babaları öğretmen yapıp, dersleri evlere taşıdı, mesuliyet verdi. Kışlaları okul yaptı, kılıç tutan elleri kalem tutar kıldı. Sağlıkçıları, hakimleri, asker ve öğretmenleri, memurları ortak davada birleştirip sinerji yarattı, verdiği milli eğitimle tüm beyinleri yarınlara sağlıklı olarak hazırladı.
Her gittiği yerde okulları da ziyaret etti, sorular sordu, dinledi, sınav yaptı, sınav kağıtlarını okudu. Karatahta başında, harita önlerinde dersler anlattı. Öğretmene saygıyla, eğitim aşkıyla kitaplar yazdı, sözlükler oluşturdu, eğitimdeki güçlükleri ortadan kaldırdı. Gerekli yasaları süratle hayata geçirerek, kaynakları önce eğitime tahsis ederek ulusun yarınları için en çok lazım olacak eğitim ve öğretimi diri tutmaya gayret etti. Öğretmen maaşlarına, okul ödeneklerine öncelik verdi. Eğitimde önceliği de milli ülkü ve milli ahlakın yücelmesine, çağdaş bilgiye verdi. Andımız’ı okunur, milli bayramları kutlanır kıldı. Seviyeli idarecileri, vatansever öğretmenleri yurdun dört yanına dağıttı. Eğitim felsefesini anlattı her gittiği yerde. Okudu, okuttu, araştırmayı ve sorgulamayı öğretti. Hurafeleri ayıkladı, hayatın gerçeklerini, memleket ihtiyaçlarını karşılamayı ilk hedef kabul etti. Cehaleti yenmeyi milli dava kıldı. Başardı da.
Atatürk en çok orduyu ve öğretmenleri sevdi. İlkiyle zulmü, ikincisiyle cehaleti yendi. Yarınlarda da en çok bu ikisine ve onların yetiştireceklerine güvendi. Bu yüzden öğretmenlik mesleğine adım atan herkes, öğreten durumundaki herkes Atatürk davasının neferi olmak zorundadır. Yani öğretmen geçmişi öğretip, geleceği şekillendirecek bilim insanı demektir. Öğretmen Atatürk neferi demektir.
Atatürk yaptı, yapmaya çalıştı. Kimini başardı, kimisi yarınlara emanet ve görev olarak kaldı. Şimdi bu emanet ve mesuliyet öğretmenlerde. Çünkü şanlı tarihi ve başarıları, zorluk ve ihanetleri, gerçekleri anlatmadan gelecek inşa edilemez. Yarınlarda selim ve güçlü olmaksa bunları bilip, ders almakla mümkün. Atatürk düşmanları, ona düşman olmakla aslında Atatürk sevdalılarına çok güzel örnek teşkil etmekte. Çünkü onların çaresiz ve insafsız saldırıları göstermektedir ki Atatürk’ün temsil ettiği zihniyet doğru, güzel ve kalıcıdır. Onlar ise beyhude yere gaflet ve ihanetle gerçeğe savaş açmaktadır. Sırf onların bu sonuçsuz saldırıları bile Atatürk dostlarına umut ve güven vermektedir. Nihayetinde onlar bel altına vurdukça bu tükenmek üzere oluşlarını da ispat etmektedir.
Atatürk mucizesi ve uyanışla gelen bu muazzam kalkınma, varoluş sebebimiz olarak tarih yapraklarındaki şanlı yerini korumaktadır. Bizlerin bu detayları, gayeleri bilme mecburiyetimiz bakidir, şahlanıştan habersiz kaldığımız müddetçe ümitlenmemize de imkan yoktur.