(Okuma süresi 13 dakika, 2152 kelime, uzun yazı)
Atatürk, 1921’de aynen şöyle demişti: “Anadolu, bu müdafaası ile yalnız kendine ait vazifeyi yapmıyor, belki bütün Şark’a yönelik saldırılara bir set çekiyor. Efendiler, bu saldırılar elbette kırılacaktır… İşte Ancak o zaman Batı’da, bütün dünyada gerçek sükûn, gerçek refah ve insaniyet hüküm sürebilecektir.”
Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı ezilen, sömürülen mazlum milletlere yol gösterici oldu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ifadesiyle “Atatürk, her şeyden evvel yeryüzünün bütün mazlum, mağdur milletlerine ‘kalk borusunu’ çalan ve onlara tam kurtuluş yolunu gösteren bir hürriyet ve istiklal örneğiydi.” Atatürk, kazandığı zaferlerle ezilen, sömürülen milletlerde büyük bir heyecan uyandırdı. Prof. Dr. Mohammed Sadıq’ın ifadesiyle “Sömürge yönetimleri altında ezilen herkese ilham verdi. Asya ve Afrika’da büyük bir uyanışın habercisi oldu; Türkiye’nin kurtuluş hareketi, sömürgeciliğin ölüm çanını çaldı.”
Türk ordularının büyük zaferini duyan Hint Müslümanları, 5 Eylül 1922’de Bombay’dan çektikleri telgrafta “Mustafa Kemal Paşa’yı ve muzaffer ordusunu” kutladılar ve 8 Eylül’de Türk ordusunun kesin zaferi için dua edeceklerini belirttiler. Gerçekten de Hindistan’da 8 Eylül 1922 günü cuma namazından sonra Türk ordularının kesin zaferi için dualar edilmiş ve bazı camilerin duvarlarına “Zindebad Mustafa Kemal” (Yaşasın Mustafa Kemal) yazılmıştı. O günlerde Hindistan’da bulunan Zeki Velidi Togan, gözlemlerini şöyle anlatmıştı: “Bombay’da bir camiye girmiştim. Duvarına ‘Zinde Bad Mustafa Kemal’ diye yazılmış bir levha asılmış olduğunu gördüm. Yani, ‘Yaşasın Mustafa Kemal’… Hindistan Müslümanları, Mustafa Kemal’i kendi milli kahramanları sayıyordu.”
İzmir’in kurtuluş haberini alan Hint Müslümanları, 13 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşunu kutlamak için bir telgraf daha çektiler. Telgraf, “Yaşasın Gazi Mustafa Kemal Paşa ve muzaffer orduları” diye bitiyordu. Bombay’dan gelen bu telgrafı Delhi’den gelen başka bir telgraf izledi. Delhi halkı, Türkiye’den binlerce kilometre uzakta büyük Türk zaferini kutlamak için bir miting düzenlemişti. Atatürk’ün İzmir’e girdiği 10 Eylül 1922’de yapılan bu mitingde bazı kararlar alınmıştı. Bu kararlardan biri İngiltere’yi tehdit niteliğindeydi. İngiltere, Yunan yanlısı tutumunu sürdürürse sadece Hindistan değil, bütün İslam dünyasının İngiltere’ye karşı çıkacağı belirtilmişti.
Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı sadece Hint Müslümanlarını değil, Hinduları da derinden etkiledi. Mahatma Gandi, başından sonuna kadar Türk Kurtuluş Savaşı’nı yakından takip etti. Atatürk’ün mücadelesine elinden geldiğince destek verdi. Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre Gandi, Atatürk’ün emperyalizm karşısındaki zaferi için şöyle demişti: “Biz bir Aysa memleketinin kapitalist bir devlet hâkimiyetinden tamamıyla kurtulup bağımsız olacağını düşünmezdik. Bizim parolamız otonomi idi. Böyle bir memleketin, kapitalist bir devlet değil, bütün devletler hâkimiyetinden kurtulup tamamıyla bağımsız olabileceğini Atatürk ispat etti. Bizi, bağımsızlığımıza kavuşabileceğimize inandıran O’dur.”
Hindistan Bağımsızlık Savaşı önderlerinden Pandit Jawaharlal Nehru’ya göre Atatürk, sadece emperyalizme karşı kurtuluş savaşları çağını açan lider değil, aynı zamanda yaptığı toplumsal devrimlerle “Doğu’da modern çağın yapıcısıydı.”
Atatürk’ün önderliğindeki Türk zaferi Afganistan’da da büyük coşku yarattı. Afgan Kralı Amanullah Han, sarayında verdiği büyük bir şölenle Türk zaferini kutladı. Atatürk’e iltifatlar etti.
Türk zaferinin sesi ta Güney Afrika’dan bile duyuldu. Johannesburg’dan gönderilen bir telgrafta “İslam düşmanlarına karşı kazanılan Kemalist zafer için Allah’a şükürler olsun! İslam’ın onurunu kurtardıkları için İslam’ın savunucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ve kahraman ordusuna derin minnettarlığımızı sunarız. Allah sizin asil fedakârlığınızı ve çabalarınızı karşılıksız bırakmasın!” deniliyordu.
Tüm Afrika kıtası Atatürk’ün zaferini konuşuyordu. Kenya’nın başkenti Nairobi Müslümanları Birliği gönderdiği bir telgrafla Türk zaferini kutluyor ve “Mustafa Kemal’in kahraman ordusunun daha nice zaferler kazanması için yürekten dua ettiklerini” belirtiyordu. Etiyopya’da Türk zaferini kutlamak için şenlikler düzenlenmişti. İngiltere’nin Addis- Ababa Temsilcisi Hugh Dods, 7 Ekim 1922 tarihli raporunda “Etiyopya’da Mustafa Kemal’in zaferini kutlamak için şenlikler düzenlendiğini” anlatıyordu.
Mısır Kadınlar Derneği Kurucu Başkanı Lebibe Ahmed doğrudan Atatürk’e gönderdiği uzun bir mektupta Atatürk’e şükranlarını sunuyordu. Mısır basını Atatürk’ü “İslam’ın şampiyonu”, “Doğu’nun kahramanı” diye alkışlıyordu. İskenderiye’den gönderilen 14 Eylül 1922 tarihli bir telgrafta “Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinden Allah razı olsun” deniliyordu.
Fas’ın Rif dağlarında İspanyol ve Fransızlara karşı savaşan Rif savaşçıları da Türk zaferini örnek almıştı. Rif savaşçı şeflerinden Caid Hadoum ben Hamou, 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşu üzerine gönderdiği telgrafla “Türk ordularının parlak zaferini” kutluyordu.
Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba 1965’te şunları söylemişti: “Sakarya Zaferi 20 yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez miyim; onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?”
Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Türk Kurtuluş Savaşı Asya’dan Afrika’ya bütün Doğu’da, özellikle İslam dünyasında hem büyük bir coşku yarattı, hem de kurtuluş umuduna yol açtı. Ezilen, sömürülen Doğu halkları Atatürk’ü “Doğu’nun kahramanı”, “İslam’ın kahramanı”, “İslam’ın kılıcı”, diye alkışladılar.
İslam dünyasının büyük din adamları ve şairleri, Atatürk’e hayranlık besliyordu. Örneğin Muhammed İkbal, “İslamiyet’in Uyanışı” ve “Mustafa Kemal Paşa’ya Sesleniş” adlı şiirleriyle Atatürk’ten övgüyle söz etti. Mısırlı ünlü şair Ahmet Şevki, Atatürk’le ilgili çok sayıda şiir yazdı; Atatürk’ü ünlü İslam komutanı Halid Bin Velid’e benzetti. Libyalı şair Ahmet Ginabe 1921’de yazdığı bir şiirde Atatürk’ü “zulüm ve kahra karşı Müslümanların fedaisi” olarak adlandırdı. Yani Kurtuluş Savaşı sonrasında Atatürk, İslam dünyasında yaşayan bir efsane haline gelmişti.
İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan (Atatürk’ten) yana olmaz? (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
İstiklal harbi zulmü, Türk inkılabı cehaleti yenmiştir. Tüm bu kaosun ortasında mübarek vatan toprakları olarak uzanan Anadolu Türk’ün kaderidir. Allah’ın tüm kıtalar, ideolojiler, kutuplar, diller, milletler arasına denge unsuru olarak koyduğu Türkleri tarih boyu hiçbir ulus dize getirememiş, bir araya gelen uluslar bile emeline ulaşamamıştır. Yine de öyle olacaktır. İç ve dış düşmanlarla savaşan Anadolu halkı nasıl başarı gösterebildiyse yine kaos yaratıcısı yarı tanrı adamlara mahkum olmayarak sağ kalmayı başaracaktır. Çünkü bu topraklarda bulunma mecburiyet ve lütfu aynı zamanda mazlumlara örnek ve lider olma mesuliyetini de yükler. Dolaysıyla kurtarmak zorunda olunan sadece vatanın selameti değil tüm insanlık onur ve erdemidir, İslam ve Türk olma bilincidir. Dahi yöneticiler, tehlikeleri gerçekleşmeden sezip önlem alırlar. Bu önlemleri algılayamayan toplumlar o dâhilere tepki gösterir. Dahi olamayan yöneticiler, tehlikelere gerçekleştikten sonra tedbir geliştirirler. Böylece tehlikeyi algılayan halk, bu yöneticilere kahraman gözüyle bakar.
Kurtuluş savaşımızda Düşman sadece Yunan gavuru değildi ki yavrum. İngiliz’i vardı, Fransız’ı vardı, İtalyan’ı vardı, Rusya’sı vardı, Ermeni’si vardı. Birde bunlara yardım eden bizim hocalar vardı, şeyhler vardı, ağalar vardı, hainler vardı… vardı da vardı. Çok şükür bizim bir Allah’ımız vardı, bir de Mustafa Kemal Paşamız! (Kurtuluş Savaşımızın son gazilerinden Süvari Yakup Çavuş, Eskişehir.)
Atatürk ve dava arkadaşları Türk’ün ateşle imtihanını başarıyla vermiş şanlı neferlerdir. Türk Milleti, Allah’ın yardımıyla 1915 senesinin kahırlı baharından 1923’ün sonbaharına dek uzun ve yorucu bir yok olmama mücadelesi vermiş ve kazanmıştır. Bu yaşananların kutsiyetini anlamak ise herkese nasip değildir ve buna sıradan diye bakmak hayatın değerlerini yok saymaktır. Kamil insan olmak ayrıntılardaki detaylarla mümkündür. O detay ise bize şunu söyler; Hz. Peygamber 23 senelik risaleti boyunca emek vermiş, ter dökmüş, iftiraya hakarete uğramış ama tüm güçlükleri yenerek Allah’ın yardımıyla İslam denen tevhidin tohumlarını atabilmiştir.
Örnek hayatıyla, ahlakıyla, iman ve ibadetiyle tüm dünyaya kardeşlik, doğruluk ve fıtri davet mesajını alnının akıyla ileten ve aramızdan ayrılan Hz. Peygamberden Rabbimiz razı olsun, bizler razıyız. Diğer yandan 23 sene bir başka kutsaliyete denk düşer ki iyi algılamak ve tarafsız olmak şarttır. Yüce önder Atatürk’e dini bir sıfat yaklaştırmak maksadıyla değil ancak benzerliği ön plana çıkarmak için denebilir ki 1938 yılında rahmete eren Ulu Önderin son 23 senesi, 1915 senesinden başlayan bir iman savaşının tarihçesi gibidir.
Vatan ve Allah aşkından filizlenen bu 23 senelik serüvenin yaşanan zorlukları, akıl almaz muzafferiyetleri, yedi düvele karşı başarılan masa başı diplomasileri, akabinde gerçekleşen inkılaplar ve imar süreçleri, halkın devletiyle el ele başardıkları başlı başına bir kutsal destandır. Atatürk’ün önderliğinde kahraman Türk milletinin başardığı bu destan, İslam’ın da, Türklüğün de diri kalmasına imkan sağlamış bir ilahi yardımdır ki bununla da sınırlı değildir.
İstiklal harbinin kazanılması İslam’ın laikleşmesi, sancağının dalgalanması anlamındadır ki şayet kazanılmasaydı bugün ortada İslam diye bir din kalmazdı. Ayrıca, tevhidin yeryüzü egemenliğinin gerçekleşmesi için gereken mucize o 23 senelik süreçti ve 20 nci yüzyılda, iki kahırlı savaşın tam ortasında cihana örnek olan bu destan, tüm mazlum devletleri de ölüm uykusundan uyandırdı. Laik İslam’ın hukuka dayalı inkılapçı Cumhuriyetin ne demek olduğunu dünyaya gösteren bu nezih örnek, tamamen tevhid mihverliydi. Saltanat ve hilafetin kalkması dahil tamamen iman ve İslam’a uygun yürüyen bu süreç neticesinde, Anadolu ve Ortadoğu uzun zamandır yaşayamadığı bir barışı yaşadı ve aradığı örnek uygulamayı bu topraklarda Atatürk ile buldu.
Yazık ki Batı kıskançlıktan, Ortadoğu ilimsizlikten, Yakın Doğu çaresizlikten, Balkanlar aldanmış olmaktan ötürü Atatürk örneğini ve cumhuriyet ideolojisini yaşayamadı, ülkesine yansıtamadı. Nitekim ne İslam huzura erebildi, ne barış duvarları yükseltilebildi ve çok değil yirmi sene sonra dünya yeni bir savaşla tarumar oldu. İkinci dünya savaşından sonra Batı nispeten kendisine dersler çıkarsa ve toparlansa da İslam ülkeleri bu treni de kaçırdı ve umursamaz bir rehavetle sömürülmeye razı oldu. Bugün Batı, kıskançlıklarını bir kenara koyup Atatürk ideolojisini kopya etmekle meşgul, İslam ülkeleri içine düştükleri ateş çemberlerinden çıkmanın ancak laiklikle olacağını anlamış durumda.
Vakit asla geç değil ancak Yüce Allah’ın rahmetinin tüm dünyaya sergilendiği bu süreç bugün Batı’da ders olarak okunurken yazık ki yurt içinden birileri çıkıp aleyhte konuşabilmekte, fikir ve siyaset üretebilmektedir. Bu gaflet sadece milli dava bazında değil, tevhidi anlamda da gaflettir ve vefa göstermemekle kalmayan, isyana varan bu gaflet nedeniyle bugün sadece ülke toprakları değil mazlum devletler ve tüm dünya, Türk ve İslam medeniyetinden mahrum bir hayata mahkum olmaktadır. Lazım olan şey bu 23 senelik serüveni fıtrat penceresinden analiz etmek ve ilahiliğini görmek, dil uzatırken Allah’tan korkmaktır.
Ölmesi en zor olan şey isabetli ve doğru fikirlerdir. Bedenlerin tek bir can, fikirlerin kendisine inanan insan sayısı kadar canı vardır. Ve fikirdaşların üzerine uygulanan baskı ve zulümler arttıkça o fikir daha da yayılır ve yarattığı kahır fikri daha mukavemetli hale getirir. Dolayısıyla bir fikri öldürmek için aksini ispat edemiyor veya yanlışlığını gösteremiyor iseniz o fikirdeki herkesi öldürmeniz gerekir. Bunun en tipik örneği Atatürk ve Cumhuriyet inancıdır ki aksinin ispatı mümkün olmayan bu ikili çamurla sıvanamaz, sulandırılamaz, öldürülemez. Bu fikri yok etmek için Türk milletinin % 90’nı öldürmek gerekir ki bu mümkün değildir.
Vatandan başka sevgili bilmeyen o Cumhuriyet kuşağı görevini, Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yaptı. Bugün eğer bağımsız bir vatanda özgür yurttaş olabilmişsek, başımız dik geziyorsak, Bayrak dalgalanıyor ve ezan okunabiliyorsa bunu Atatürk’e ve vatanı kanlarıyla yeşerten o kahraman kuşağa borçluyuz. Cumhuriyet yıllarının insanlarının zor sınavı ile bugün yaşayan bizlerin kolay sınavı birbirinden farklıdır. Onlar mukaddes ve ağır bir sınav geçirmiş ve başarmışlardır. Bizler ise çok daha kolay şartlarda basit sorulara yanlış cevaplar vererek sınıfta kalmak üzereyiz. Bu vaziyette de onlara da layık olamaz, Allah’a da açık alınla gidemeyiz.
Coğrafyanın kader oluşu gibi, yaşanılan çağ da insanın kaderidir. Sınavın mahiyetini komple değiştiren bu durum tekamülün kaçınılmazı olarak farklı cihadları ve üretişleri zorunlu kılar. Vaktiyle bir elmayı koparmak, cinayet işlemek günahları bugün nasıl hortumculuk, karaborsacılık, şeytancılık seviyesine çıktıysa, o günkü ‘öldürmemek iyiliği’, bugün hortumlamamak, adaletsiz cezalandırmamak şekline dönüşmüştür. O vakit cihad katili yakalamak iken bugün insan ve cin şeytanlarıyla kıyasıya ve her alanda mücadeleyi gerekli kılmıştır.
“Kanunlar örümcek ağları gibidir. Zayıflar ağa yakalanır, güçlüler ağı deler geçer.” Balzac
Atatürk sadece Türk Milletinin kurtarıcı kahramanı değildi, tüm mazlum devletler için umut ışığıydı, verdiği mücadelesi ve kazandığı zafer de. Türkiye’den kilometrelerce uzakta Hindistan’da Muhammed Ali Cinnah’ın çağrısıyla 18 Kasım 1938 Cuma günü tüm camilerde cuma namazında Atatürk rahmetle anılmıştı.
Atatürk, 1921’de aynen şöyle demişti: “Anadolu, bu müdafaası ile yalnız kendine ait vazifeyi yapmıyor, belki bütün Şark’a yönelik saldırılara bir set çekiyor. Efendiler, bu saldırılar elbette kırılacaktır… İşte Ancak o zaman Batı’da, bütün dünyada gerçek sükûn, gerçek refah ve insaniyet hüküm sürebilecektir.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ifadesiyle “Atatürk, her şeyden evvel yeryüzünün bütün mazlum, mağdur milletlerine ‘kalk borusunu’ çalan ve onlara tam kurtuluş yolunu gösteren bir hürriyet ve istiklal örneğidir.” Atatürk, kazandığı zaferlerle ezilen, sömürülen milletlerde büyük bir heyecan uyandırdı. Prof. Dr. Mohammed Sadıq’ın ifadesiyle “Sömürge yönetimleri altında ezilen herkese ilham verdi. Asya ve Afrika’da büyük uyanışın habercisi oldu; Türkiye’nin kurtuluş hareketi, sömürgeciliğin ölüm çanını çaldı.”
Türklük tarihinin en şanlı sayfası elbette Kurtuluş Savaşı yıllarıdır. Çünkü tarihimizin tüm destansı galibiyetleri, ganimetleri ordu ve devletin en güçlü olduğu anlara denk gelmiştir. Devlet güçlü, ordu güçlüdür. Lakin Kurtuluş Savaşı bir istisnadır ki devlet yok olmanın kıyısındadır, ordu yok denecek kadar silahsızlandırılmış, askersizleştirilmiştir. Fabrikalar, tersaneler ele geçirilmiş, vatan toprakları işgal edilmiştir. Türk mucizesi denmesindeki maksat da budur. O kadar elim bir durumdan onca büyük bir zaferi çıkartabilmek ancak asil milletlere nasip olan bir şeydir ki Türk Milleti kadını ve çocuğuyla ordusuna destek olup zulmü yurttan kovabilmiştir.
Bu destansı zafer ile Türk yurdu düşmandan temizlenmiş, zulüm yenilmiş, kırılmak istenen Türklük zinciri sağlam vaziyette kurtarılmıştır. Bu acı döneme neden olan sömürü düzeni piyonlarının üst aklın hizmetinde, Türklüğü bitirmek, kuzeyde Rum devleti, güneyde Kürt devleti, doğu da Ermeni devleti ve nihayet Batı da bir Yunan devleti kurmak niyeti açıkken, ortada geçici süre yaşamasına imkan verilecek bir Türklük sıkıştırılmışken, zincirleri kıran kahraman Türk ordusu milletinden ve Allah’a inancından aldığı güçle zafere ulaşmış ve berrak yarınların temelini atabilmiştir.
Ondokuz Mayıs bu anlamda Anadolu’nun batısında İonia Yunan Devleti, kuzeyinde Pontus Yunan Devleti, doğusunda Büyük Ermenistan ve Kürdistan kurmak üzere yurdumuzu işgale girişen emperyalistlerin Türklerin kökünü kazıma tasarısına Mustafa Kemal’in Samsun’dan meydan okuma günüdür. Samsun’a çıkmak sistem dışına çıkmak, soruna sistem dışında çözüm aramak ve bulmaktır. Atatürk’ün tabiriyle surların dışına çıkmak….
İstiklal savaşı öncesi yurdu işgal eden düşmanın gayesi toprak elde etmek yahut maden değil bizzat Türklüğü bitirmekti. Bu nedenle Padişaha dokunmamış, bu nedenle halifeyi arkalarına almış, bu nedenle masum, kadın, çocuk demeden Türk olan kim varsa öldürüp katletmişlerdi. Bu husus iyi anlaşılmalıdır ki hedef Osmanlı değil Türklüktü.
Hedef Türklük olunca da planları ters tepmiş ve saraydan ibaret sandıkları devlet, Anadolu bozkırlarından yükselerek kartal edasıyla yılanların başını ezebilmişti.
1 thought on “İstiklal Harbi’nin kıymeti”