Kaderin hazırladığı Çanakkale fatihi ; Atatürk – 7
10 Kasım 1914’te Osmanlı, I. Dünya savaşına girmeden bir gün önce Almanya ile 5 milyon altın Osmanlı lirası borç almak üzere anlaşma imzalamıştı. (Yıllık % 6 faiz ile) (Savaş boyunca Almanya’dan toplam 150 milyon lira borç alınmıştı.)[i] Yani Osmanlı yanlış ekonomik politikalar ve siyasi hatalar nedeniyle savaşa girerken bile yabancıların yardımına muhtaç bir haldeydi.
22 Aralık 1914’de diğer bir acı olay olan Sarıkamış (Kars) Harekatı başladı. Harbiye Nazırı ve Erkanı Harbiye Umumiye Reisi Enver Paşa’nın, Rus işgali altındaki toprakları kurtarmak ve Rusya içlerine ilerlemek amacıyla planladığı Harekat yaklaşık 60 bin askerin Allahüekber Dağları’nda şehit olmasıyla sonuçlandı. (Şehit sayısı Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’na göre 90.000’di.) Savaşın en hazin kısmı ise Osmanlı kayıplarının çoğunun Ruslar ile yapılan çarpışmalarda değil ağır soğuk hava koşulları yüzünden verilmesiydi. Ruslar; Türklerden 200 subay, 7000 eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu ganimet olarak almışlardı. Bunlar tahminlere göre Kırım’da domuz çiftliğinde çalıştırılarak ve aç bırakılarak ölmüşlerdi.
Tüm bunlar olurken 1914 yılında ülkemizdeki 95 doktordan sadece 7’si Türk’tü. 43 eczacı içinde Türk YOKTU.[ii]
II. Meşrutiyet’in ilanından Ocak 1915’e kadar geçen dönemde, Mustafa Kemal’in karakter çizgileri daha bir belirginleşmişti. O mesleğinde kabiliyetli, ileri görüşlü, doğru düşünen, süratli karar veren, kararın uygulanmasını ısrarla takip eden kıymetli bir kurmay subaydı. Medenî cesaret sahibiydi. Fikirlerini, eleştirilerini her çevrede çekinmeden ortaya koymaktaydı. Bu tutumu ve üstün meziyetleri sebebiyle rakip olabilir varsayımı ile bazı ittihatçı çevrelerce sistemli bir şekilde geri plâna itilmeye, önü kesilmeye çalışılmaktaydı. Dış borç yükünün feci neticelerini, hesapsız yapılan askeri hareketlerin zararını o yıllarda tüm ulus gibi O’da görmekteydi. Lakin durumu değiştirebilecek yetkiye ulaşana dek yapabileceği tek şey itiraz etmek ve doğrusunu göstermekten ibaretti.
Çanakkale savaşında; Müslüman oldukları halde Boşnaklar, Arnavutlar ve Araplar, din okullarında (medreselerde) okuyanlar ve çalışanlar, İmamlar, Müezzinler, Tekke Şeyhleri, Türbe görevlileri… askerlikten muaftı, Çanakkale’de bunların hiçbiri yoktu![iii] Kimler vardı? Tarlasından, köyünden kopup gelen kahraman vatan evlatları!
Çanakkale günlerinde 13 Mart 1915 günü Atatürk, 19. Tümen birliklerine yazısında: “ilk fırsat çıktığında, bütün subay arkadaşlarımın en büyük taltiflere hak kazanacak kahramanlıklar göstereceklerine inanıyorum” diyordu.
5 Nisan 1915’te Atatürk, -5. Ordu Komutanlığı aracılığıyla- Sofya elçiliğimize gönderdiği telgrafta: “İstanbul’a seyahat etmekte olan annemi araması için Dedeağaç’taki Konsolosumuza emir verilmesini rica ederim. Dedeağaç’tan mektubunu aldığımdan orada olduğunu zannediyorum.”, “Zübeyde hanım (eşi Ragıp bey Selanik’te taşınmaz malların başında kalmıştı.) ve Makbule Selanik’ten İstanbul’a hareket ediyor. (Annesi Dedeağaç’tan mektup gönderdiği için orada olduğunu bildiğinden) Dedeağaç konsolosu ilgilensin” demekteydi.
23 Mart 1915’de Mısır’da göreve başlayan “Asuri Yahudi Mülteci Katır birliği” 17 Nisan 1915’de Gelibolu’ya getirildi. (Yakalarında sarı renkli Davut yıldızı armaları vardı.) Birliğin yarısı Seddülbahir’e ve diğer yarısı Arıburnu’na çıkartıldı. Seddülbahir ekibi savaş sonuna kadar İngilizler emrinde görev yaptı. Arıburnu’ndaki grup ise etkin olamadı ve geri çekildi.
24 Nisan 1915 tarihi Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunan ve masum Türk köylerini basarak katleden Ermeni komitelerinin kapatıldığı tarih oldu. Bu komitelerin idarecilerinden 2.345 kişi tutuklandı. (27 Mayıs 1915 – Ermeni Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı.)
Atatürk savaşın sonlarında United Telgraph muhabirinin sorularına verdiği cevaplarda (Hâkimiyet-i Millîye) sözde katledilmiş Ermeni iddialarına dair şunları söylüyordu;
S- Türkler’in Ermenileri katlettikleri hakkında çıkan haberler doğru mudur?
C- “Türkler tarafından Ermenilere karşı katliam yapıldığı söylentileri ve son haberler, birtakım yalan ve uydurmalardan ibarettir. Bunların kesinlikle doğru olmadığına güvenebilirsiniz. Bu gerçeğin belgelenmesi için tarafsız kurulların ülkemizde, özgürce incelemelerini yapmalarını seve seve kabul ederiz. Bu konuyla ilgili Ermenistan’daki Yakın Doğu Amerika yardım kurulları tarafından verilen en son raporların okunmasını öneriyoruz.”
S- Türklere Ermeniler tarafından soykırım uygulanmış mıdır?
C- “Türk halkı ile ilgili Ermeniler tarafından düzenlenen işkence ve katliam ki Ermenistan üzerine ordularımız tarafından yapılan harekâtı zorunlu kılmıştır, oldukça geniş ölçüde olmuştur. Bununla ilgili kesin belgelere sahibiz; bu belgelerin örneklerini size ayrıca verdireceğim.”
NOT: Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmekle yetinmişti. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştu. Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştı. Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde “Ermeni soykırımının yıldönümü” diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihti.
Devletlerin bir araya gelerek Osmanlı’ya saldırması, azınlıkların çetelerle zulüm üretmesi, dünyanın öbür ucundan milletlerin dahi manasız bir davetle Türk topraklarına saldırıyor olması Atatürk’te derin tesir yaratmış ve ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı’ fikrini daha o yıllarda oluşturmuştu.
25 Nisan sabahı İngiliz-Fransız birleşik donanması Seddülbahir ve Arıburnu sahillerine çıktı. Saat 05.30 civarında Arıburnu sahillerine ayak basan düşman çıkarma birliklerinin karşısındaki az sayıda kuvvetlerin Conkbayırı’na doğru kaçtığını gören Mustafa Kemal’in kaçan askerlere emri şöyleydi; “Cephaneniz yoksa süngünüz var, hücum!” Nitekim az sonra saat 09:45 civarında cephenin yardımına 57. Alay yetişti. Mustafa Kemal, komutanlara, “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” diyerek 57. Alay’ı düşmanın üzerine sürdü.
Conkbayırı sırtlarında gün boyun devam eden boğaz boğaza çatışma sonunda düşman çıkarması sonuçsuz kaldı. (Kazanılan bu zamanda 57nci Alay savaş alanına yetişmiş, hücuma geçilmiş ve muharebe kazanılmış, ancak 57nci Alayın tamamı şehit olmuştu.[iv]) Mustafa Kemal, bu başarısından dolayı “Arıburnu Kuvvetler Komutanlığı”na getirildi ve 25 Nisan 1915’ten 16 Mayıs 1915’e kadar, bölgedeki tüm kuvvetlere komuta etti.
26 Nisan günü İngiliz çıkarma ve taarruzu gündüz ve gece devam etmiş ancak Atatürk komutasındaki kuvvetlerimiz, siperlerini kahramanca savunarak ve Conkbayırı üzerinden yeni bir taarruzla düşmanı püskürtmüştü. (Atatürk, bugünkü taarruzu -daha sonra- Kemalyeri adı verilecek olan yerden yönetmiş, Kanlısırt-Kırmızısırt hattındaki düşman ağır kayıplar vererek kıyıya çekilmişti.)
27 Nisanda 3. Kolordu Komutanı Esat (Bülkat) Paşa Atatürk’e yazısında: “Başarınızı kutlarım. Raporlarınızı Başkomutanlık Vekâleti Yüksek Makamına arz ediyorum. …Emrinize verilen 33. Alay’la birlikte düşmanı denize dökünüz! Donanmamız, bizi ateşiyle destekleyecektir. Tanrının yardımı bizimledir!” diyordu.
29 Nisan 1915 akşamı Atatürk 19. Tümen birliklerinin komutan ve subaylarına emri şöyleydi: “…İnşallah karşımızdaki düşmana son kesin darbeyi vuracağız. Beş gün ve beş geceden beri takdire değer kahramanlıklarınızın mükâfatını toplamak için bulunduğunuz mevzilerin bu gece tahkimatını artırarak kıtalarınızın bağlantı, düzen, emir ve komutasını bir daha kuvvetlendirmek ve yedek kuvvetinizi lüzumunda hemen kullanacak bir halde bulundurmak hususunda şimdiye kadar gösterdiğiniz gayrete devam etmenizi ve askerlerinizi mümkün olduğu kadar çok istirahat ettirmek ve uyutmak yönlerini göz önünde tutmanızı tavsiye ederim.”
Atatürk’ün 30 Nisan 1915 tarihli, bölge komutanlarını Kemalyeri’nde toplayarak onlara yapılması gerekenler hakkında verdiği sözlü emri şu şekildeydi: “Karşımızda bulunan düşmanı mutlaka ölerek denize dökmek lâzım olduğu kanaatindeyim… İçimizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kesinlikle kabul etmem. ..Bu gece katılacak taze kuvvetlerle Cenab-ı Hakk’ın yüce yardımına sığınarak yarın düşmana taarruz etmek niyetindeyim.”
1 Mayıs 1915 günü İngiliz savaş gemileri Eceabat’ta 2500 yaralıyı barındırmakta olan hastaneyi topa tutarak yıktı, çoğu hasta hayatını kaybetti. (Hayatını kaybedenler arasında iki İngiliz tutsak er de vardı.)[v] Bu gelişme Mustafa Kemal’e düşmanın zafer adına her türden vahşiliği sergileyebileceğini göstermişti.
3 Mayıs 1915 tarihinde Atatürk’ün, 19. tümen birliklerine emri şöyleydi: “Bütün muharebelerde, gerek subayların gerekse erlerin gösterdikleri kahramanlık cidden şan ve namus örneği olacaktır. Subaylar ve erlerin karşımızdaki düşmanı, tek kişi kalıncaya kadar denize atabileceğine tam inancım vardır… Benimle beraber burada harp eden bütün askerler kesinlikle bilmelidir ki, bize verilen vatan ve namus görevini tam olarak yapmak için, bir adım geri gitmek yoktur. Bu sırada uyku ve istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebep olabileceğini hepinize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın benimle aynı düşüncede olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk işaretleri göstermeyeceklerine şüphe yoktur.”
Aynı gün Arıburnu’ndan, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya da şu mektubu gönderecekti: “…Maydos bölgesi kuvvetlerine komuta ettiğim zaman aldığım tertibat ile, düşmanın karaya çıkmasına imkân verilmeyebilirdi. Liman von Sanders Paşa, bizim orduları, bizim memleketimizi tanımadığı, gerektiği şekilde incelemede bulunacak kadar da bir zamana sahip olmadığından, sadece, ihraç noktalarını tamamıyla açık bırakacak tertibat almış ve düşmanın karaya çıkmasını kolaylaştırmıştır. …Vatanımızın savunulmasında kalp ve vicdanları bizim kadar çarpmadığına şüphe olmayan, başta Liman von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikrî gücüne de itimat buyurmamanızı kesin olarak temin ederim. Bence, bizzat buraya teşrif ederek, umumi vaziyetimizin gereklerine göre bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur kardeşim.”
13 Mayıs 1915 günü Atatürk Kuzey Grubu Komutanlığı’na raporunda: “Kolordu’nun isteği gereğince karşımdaki düşmanı Arıburnu’ndan atmak için canımı fedadan bir an tereddüt etmem. Komuta ettiğim birliği dahi son ere kadar ölüme gönderebileceğime güvenim var” diyordu. Ayrıca aynı gün Atatürk’ün, İngilizlerin günlerdir Arıburnu’ndan devamlı asker çıkarması üzerine -subay ve askerlerimizi maddeten ve manen uyanık ve emirlere hazır bulundurmak üzere- bildirisi şöyleydi: “…Bölge komutanları, son erimize kadar ölmek veyahut karşımızdaki düşmanı bir fert kalıncaya kadar denize dökmek amacıyla taarruz ve hücuma hazırlanacaktır. Komutanlar bu görüş açısından her türlü tertibat ve incelemelerini bitirip hücuma hazır olduklarını bana bildireceklerdir.”
14 Mayıs 1915 günü Bombasırtı’nı ele geçirmek isteyen düşman gece 01.30’da şiddetli bir şekilde mevzilerimize saldırmış, kanlı süngü savaşları sonunda Mehmetçik siperlerini korumuştu. Mustafa Kemal bu geceye dair; “… emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu ruhtur” demişti.[vi]
Mustafa Kemal Dünya savaşında Osmanlı’nın acizliğini, köhneliğini, teknolojiye uzak oluşunu görmüş ama aynı esnada vatan evlatlarının aziz topraklar için ölüme nasıl koşarak gittiğine şahit olmuştu. Çanakkale Savaşı’nda çok daha öne çıkan ve yakından şahit olduğu bu durum O’nun müteakip Kurtuluş umutlarına da başlangıca temel teşkil edecekti. Nitekim O Çanakkale’yi kazandıran şeyin Türk evlatlarındaki vatan ve Allah aşkı olduğunu bilmekteydi ve muharebeleri kazandıranın bu ruh olduğunu da her fırsatta dile getirmekteydi.
Çanakkale savaşlarında Atatürk’ün etkilendiği en yüce olay, Türk askerinin şehadet arzusuyla, vatan topraklarını korumak için ölüme koşmasını sağlayan asil ruhu bir kez daha keşfetmesiydi. Bu inancı gördüğü içindi ki bundan sonraki yıllarda kurtuluşu ‘ya istiklal ya ölüm’ tercihine mecbur bırakacak, Ulus’ta önünde durulamaz bir inanç birliği sağlayabilecekti.
Cesaret korkusuzluk değildir, korkuya teslim olmamaktır. Teslim olana korkak, olmayana cesur denir. Mustafa Kemal hayatı boyu korkuya teslim olmayan kahramanlardan oldu. Çanakkale’de Cesarettepesi’nden Fuat (Bulca), Salih (Bozok) ve İbrahim Beylere 22 Mayıs 1915 tarihli mektubunda: “… Buralarda bugüne kadar komuta ettiğim kuvvetlerle yaptığım görevlere karşı Kolordu, Ordu ve Başkomutanlık tarafından gösterilen yüksek takdir cidden beni mahcup etmiştir. Savaşı yönettiğim yere “Kemalyeri”, tümenimin düşmandan geri aldığı ve bu dakikada bulunduğum yere “Cesarettepesi” isimlerini verdikleri gibi gümüş savaş madalyasından sonra altın liyakat savaş madalyası da verdiler. Terfiim dahi konu oldu. Tabiî ben, terfi için çalışmadığımdan “sıram geldiği zaman” cevabını verdim” diyordu.
5 Haziran günü Atatürk’ün, akşam, 19. Tümen birliklerine yayınladığı emir de şöyleydi: “…Düşmana olan yakınlığımız nedeniyle birinci hatlardaki kıtaların her vakit uyanık bulunmalarını, mangaların başında manga, takımların başında takım komutanları ve sırasıyla her kıta komutanının daima hazır ve erlerin heves ve gayretini artırmak suretiyle her durumda örnek olmaya fırsat gözetmelerini kesinlikle isterim.”
Atatürk Arıburnu’ndan 2 Ağustos 1915 günü Madam Corinne’e yazdığı Fransızca mektubunda: “…Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan uzak kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha dayanıklılar. Bundan başka hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Gerçekten onlara göre iki semavî netice mümkün: Ya gazi ya da şehit olmak!” sözleriyle Çanakkale’deki vatan aşkı ve şehadet özlemini ebedileştirmekteydi.
Conkbayırı’nda durumun kritikleşmesi üzerine Atatürk’ün, 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders adına Kurmay Başkanı Albay Kâzım (İnanç) Bey tarafından telefon başına çağrılması ve vaziyeti nasıl gördüğü sorusuna cevabı: “Bütün mevcut kuvvetlerin komutam altına verilmesinden başka çare kalmamıştır!” şeklindeydi.
5. Ordu Kurmay Başkanı’nın “Çok gelmez mi?” sözüne Atatürk’ün cevabı: “Az bile gelir!” olmuştu. (İşte bu kritik aşamada gece saat 21:45’te Liman Von Sanders emriyle Mustafa Kemal 8/9 Ağustos gecesi Anafartalar Grup Komutanlığına getirildi. Henüz 34 yaşındaydı.)[vii] Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirilen Mustafa Kemal’in bu görevi, Çanakkale’den ayrılacağı 10 Aralık 1915’e kadar devam etti. Anafartalar Grup Komutanı olarak emrinde 3 kolordu (2, 15 ve 16. kolordular) vardı. Turgut Özakman’ın da belirttiği gibi, “Çanakkale Savaşı boyunca, Liman Paşa dışında hiçbir komutan, bu kadar uzun zaman, bu kadar çok birliği ve bu kadar geniş bir alana komuta etmemişti.”
Erken yaşlarda çok büyük görevlere getirilmesi ve bu görevi başarması da göstermekteydi ki Mustafa artık yetişmiş bir askeri dehaydı, öne çıkan komutanlardandı, bundan sonraki daha büyük vazifeler için de artık mükemmel bir adaydı.
Mustafa Kemal’in 19ncu Tümen Komutanlığını teslim edip gece yanındaki Şefik Aker ile birlikte Anafartalar Grup Komutanlığını teslim almaya giderken “Selamet ve başarı için Allah’a” fısıltı ile niyazda bulunmaktaydı.”[viii]
9 Ağustos sabahı Mustafa Kemal, 7. ve 12. Tümenlerin sabaha karşı başlayan taarruzunu, Anafartalar bölgesindeki bir tepeden baştan sona kadar yönetti. Sayıca çok kalabalık olan düşman bozguna uğrayarak kaçtı. Böylece Birinci Anafartalar Zaferi kazanıldı. Mustafa Kemal ortaya çıkan tehlikeli durumu önlemekle görevlendirilmişti. O zamanki İngiliz Bahriye Nazırı Churchill’in deyimiyle “kaderin adamı” 9 Ağustos 1915’te süngü hücumu ile 4 saat süren kanlı muharebeler sonunda düşmanı Anafartalar’da geriletti.
10 Ağustos sabahı saat 04.30’da Mustafa Kemal’in komutasındaki Türk birlikleri (23, 24 ve 28. Alaylar) “İlahî bir süngü hücumu” ile cephenin kilit noktası Conkbayırı’nda durumu düzeltti. Atatürk askerlerine şöyle demişti: “Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvelâ ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!”
Bu savaşlarda Mustafa Kemal’in göğsüne bir şarapnel parçası isabet etmişti. Saat parçalanmış, kendisine bir şey olmamıştı. “İyi sevk ve idare edilen, cesaretle, yiğitlikle dövüşen asil Türk ordusu karşısında” itilâf kuvvetleri siperlere gömülmüştü. (Conkbayırı taarruzunda 20 bin Türk ve 25 bin düşman toplam 45 bin zayiat vardı.)[ix] Bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe, 21 Ağustos’ta II. Anafartalar zaferleri takip etti.
10 Ağustos günü Çanakkale cephesindeki İngiliz Kuvvetleri Komutanı General Hamilton şu kaydı düşecekti: “Türkler ancak bizi Conkbayırı’ndan atmak suretiyle görevlerini yapacaklarını anladılar ve öyle yaptılar! … Conkbayırı’nda Türkler en etkili savaşlarını veriyorlar. Mamafih, kayıpları bizden fazla. Çok mükemmel komuta edilen ve cesaretle dövüşen Türk Ordusuna karşı savaşıyoruz.”
27 Ağustos 1915 günü İngilizlerin, Anafartalar cephesinde Kayacıkağılı bölgesindeki siperlerimize topçu ateşiyle başlayan şiddetli taarruzu ve muharebeler esnasında Atatürk’ün 7. Tümen Komutanı Albay Ali Remzi (Alçıtepe) Bey’e emri şöyleydi: “Ben şu haberi bekliyorum: Siperlere giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerimiz girmiştir. Bundan başka hiçbir haber bence önemli değildir!” (7. Tümen cephesine yönelen bugünkü taarruz sonucu, düşmanın bazı siperlerimize girmeye muvaffak oluşu, Tümen’in yedek kuvvetlerinin tam zamanında siperlere yetiştirilememesi ve düşmanın da işgal ettiği siperlere iyice yerleşmesi nedeniyle karşı taarruzdan tam bir sonuç alınamamıştı.)
Tüm bunlar yaşanırken Atatürk 31 Ağustos 1915’de Anafartalar’dan, Madam Corinne’e kartında şöyle diyordu: “Bana göndermek lütfunda bulunduğunuz kitapları ve hediyeleri aldım. Bunun, beni ne kadar sevindirdiğini tasavvur edemezsiniz.” Ondaki okuma heves ve arzusunun büyüklüğünü bu satırlardan da anlamak mümkündü.
Yine bir diğer mektubunda 2 Eylül 1915 günü Gelibolu savaşlarında yaralanan ve sakatlanan Osmanlı askerleri için para toplayarak gönderen -Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden- Dr. Ernest Jackh’a teşekkür mektubunda: “…Kaderin savurduğu her haşin darbeye bizimle katlanmakla kalmayıp bundan doğan ıstırapları da hafifletmek için akla gelen her yardımı esirgemeyen siz sadık dosta, Fevzi (Çakmak) Bey de selâmlarını ve teşekkürlerini yollar” diyordu. Sosyal yardımlaşmanın, gazi ve şehitlere sahip çıkmanın ve sosyal devlet kurmanın ilk tohumları da o zamanlara denk gelmekteydi.
Tarihler 15 Eylül’ü gösterdiğinde Mehmet Emin Yurdakul ‘Tan Sesleri’ adlı kitabında “Ordunun Destanı” manzumesinin ilk dörtlüğünde “Mustafa Kemal” adını kullanacaktı.[x] Yurdakul, 1915’te Çanakkale şehitleri için yazdığı manzumesinin ilk dörtlüğünde “Ey Mustafa Kemallerin aziz yurdu” demişti.
23 Eylül 1915 tarihinde Atatürk, -Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden Dr. Ernest Jackh’ı çadırında kabul ediyor ve şöyle diyordu: “Tam manasıyla Ruslar gibi karaya tıkıldık. Ruslar çökmeğe mahkûmdurlar; çünkü Boğazları kapayarak onları Karadeniz’e tıkadım. Bu suretle, müttefiklerinden ayrı düşürdüm. Fakat biz de aynı sebep dolayısıyla yıkılmağa mahkûmuz. Gerçekten biz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz; fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı göze alamayız. Deniz kuvvetlerine sahip olmayan bir kara kuvveti olmak itibariyle biz, yarımadamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğratmaksızın istediği sahile getirebilen deniz kuvvetlerine karşı savunmaya asla muktedir olamayacağız.”
(Atatürk, bu görüşmenin yapıldığı günlerde rahatsızlığı nedeniyle çadırında istirahat etmekteydi. Ernest Jackh hatıralarında şu bilgileri vermekteydi: “Mustafa Kemal Bey, ağır surette hastaydı ve bu yüzden kendisini ziyaret için çadırına gittim. Malarya [sıtma]’ya tekrar yakalanmıştı. O kadar zayıflamıştı ki, ilkin tanıyamadım. Bununla beraber ateşli tabiatı, evvelce sık sık yaptığımız bütün gece devam eden çok sevdiği görüşmeler gibi, bizi, siyasî bir tartışmaya daldırdı.”)
Çanakkale’de Atatürk’ün düşman olarak gördüğü bir diğer şey de hijyen zafiyeti ve salgın hastalıklardı ki savaş sonunda zayiatın yarıdan çoğu düşman mermisinden değil noksan imkânlardan ve hastalıklardan olacaktı. Kendisinin de mağdur olduğu bu durum ileri ki yıllarda halk sağlığına, temizlik ve salgınlara vereceği önemi O’na ezberleten acı bir hadiseydi.
10 Ekim günü Yenigün gazetesi Mustafa Kemal’in resmini yayınladı. Başlık şöyleydi; “İstanbul yolunu İngilizlere kapatan Kumandan”
11 Ekim’de Mustafa Kemal İstanbul’da bulunan Salih (Bozok) Bey’e mektubunda; “…karşımızda düşman artık güçsüz duruma düştü. Tanrı dilerse yakında büsbütün ortadan kaldırır. Zaman gelince kaderde varsa o da olur… Şimdilik Cenab-ı Hak’kın büyüklüğüne, himaye ve yardımlarına sığınarak çalışıyorum…” diyordu.[xi]
27 Ekim günü Donanma mecmuasında Mustafa Kemal’in Anafartalar Komutanı olduktan sonra tahsisli aracı içinde çekilmiş resmi yayınlandı ama resmin altında ismi yer almadı.[xii] Çanakkale savaşı sonrası Enver Paşa, Mustafa Kemal’in adının ve resminin gazetelerde yayınlanmasını yasaklamıştı. Ancak Tasvir-i Efkâr gazetesi başyazarı Yunus Nadi ve yazı işleri müdürü Abidin Daver Bey ne pahasına olursa olsun Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın resmini yayınlamak kararındaydılar. İkili sansür zabitlerini atlatarak 29 Ekim 1915 tarihli Tasvir-i Efkar gazetesinde Mustafa kemal Paşa’nın resmini yayınlamışlardı. Bu resim (Ressam Cemal çizmişti) Mustafa Kemal’in İstanbul basınında yayınlanan ilk resmiydi.[xiii]
Gazete fotoğrafı sansüre ve Enver Paşa’nın engellemelerine rağmen “Çanakkale kahramanı manşetiyle” paylaştı. 9 Aralık günü Donanma dergisi “Şen Satırlar” sayısında İstanbul’dan Çanakkale’ye gelen Ayan ve Mebusan meclis heyetinin Mustafa Kemal ile çekilmiş 4 resmini yayınladı ama Mustafa Kemal adından yine bahsedilmedi.
Gelibolu savaşları esnasında Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın harekât şube müdürlüğünü yapan İsmet Bey’in (İnönü), değerlendirmesi dikkat çekiciydi. “… Çanakkale’ye müttefiklerin ilk asker çıkarmasının hemen ilk gününden itibaren Atatürk bir yıldız gibi parlamaya başlamış ve her gün biraz daha dikkati çeker hale gelmiştir. Burada Atatürk kumandanlık imtihanını tasavvur olunabilecek en büyük güçlükler içinde, her gün yeni bir muvaffakiyetle yürütür bir yola girmiştir. Çanakkale’de ilk günden itibaren üzerinde toplanmış olan şerefler ve ümitler Atatürk’ü dokunulmaz hale getirmiştir.”
Öyle ki Enver Paşa cepheyi ziyaret ettiğinde, Anafartalar Grubuna uğramaması üzerine, Mustafa Kemal istifasını Liman Paşa’ya verdiğinde Paşa bunu kabul etmediği gibi, Enver Paşa’dan da kabul etmemesini ve bir yazıyla Mustafa Kemal’in gönlünü almasını istemiş ve bu istek yerine getirilmişti.
Çanakkale Zaferinin en önemli neticesi Millî Mücadele liderini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin banisini, bütün üstün nitelikleriyle ortaya çıkarması ve ona bir nevi dokunulmazlık kazandırmasıydı. Artık bundan sonra hiçbir güç, onun zirveye tırmanmasını engelleyemeyecekti.
Ulu Önderin zulme direnme ve bağımsızlığı temin yolunda attığı güçlü adımlar savaş yıllarından başlamış, milletine 1914’lü yıllardan (hatta Trablusgarp yıllarından) itibaren bağımsızlık uğruna mücadeleyi ve fedakarlığı öğretmeye başlamıştı. Burada şahit olduğu yüksek ruhu ise milletin bundan sonraki medeni ve bağımsız yaşamı için en büyük güven kaynağı olarak görüyordu;
“Size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.” Her fırsatta dile getirdiği Bombasırtı vakası Çanakkale’de dirilmeye başlayan aziz ruhun en önemli göstergelerinden birisiydi.
Çanakkale’de gördüğü yüksek ruhun etkisiyle ileride bu vatan evlatlarının çok daha büyük işler yapabileceğine kanaat getiren Atatürk’ün 57. Alay ile ilgili söyledikleri bu anlamda kayda değerdi; “Onlar mukaddes vatan toprakları için canlarını seve seve vermişler, Çanakkale Savaşları’nın kaderini değiştirmişlerdir. Burada geçen her saniye, kullanılan her an, ölen her nefer, Türk vatan ve milletinin mukadderatını çizmiştir. Kara savaşlarına katılan ilk birlik olan 57. Alay, vatan sevgisinin ne olduğunu insanlığa göstermiştir. Bu kahraman Alayı hayranlık, minnet ve rahmetle anıyorum.”
Vatan topraklarını savunmayı bir namus vazifesi kabul eden Atatürk’e göre gösterilecek en ufak bir tereddüt milletin ilelebet esir olmasına sebebiyet verecek derecede mühimdi; “Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım.” (3 Mayıs 1915 Arıburnu)
Gerekirse uyumamayı emreden Atatürk, askerlerine; “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir” (25 Nisan 1915 Conkbayırı) derken onlarda şahit olduğu işte bu asil ruha güveniyordu. Zira zaferi getiren de onların bu fedakar kahramanlıklarıydı.
Asırlardır üzerine ölü toprağı atılmış bu kahramanlığı yeniden canlandırmak için askeriyle birlikte en önde muharebelere iştirak eden Ulu Önder, kendi kahramanlık ve fedakarlığıyla ordusuna da örnek oluyor, atılan her bir mermiyle, şehit düşen her bir erle, millet; alıştırıldığı-mecbur edildiği köhne ve haysiyetsiz yaşamından kudretli ve şerefli öz varlığına bir adım daha yaklaşıyordu.
[i] (Akl-ı Kemal, c.3, Sinan Meydan)
[ii] (Türkiye üzerine notlar, Metin Aydoğan)
[iii] (Mehmet Arslan, I. Dünya Harbi’nde Çanakkale Cephesine Asker alım işlemleri ve askerlerin cepheye intikalleri, Çanakkale Araştırmaları Türk yıllığı, yıl 13, Bahar-200, Sayı: 18)
[iv] (Askeri Deha, Kahraman Yusufoğlu)
[v] (Gelibolu, Erol Mütercimler)
[vi] (Cumhuriyet Tarihi Yalanları, Sinan Meydan)
[vii] (Cumhuriyet Tarihi Yalanları, Sinan Meydan)
[viii] (Bir ömrün öteki hikayesi, Sinan meydan)
[ix] (Cumhuriyet Tarihi Yalanları, Sinan Meydan)
[x] (Cumhuriyet tarihi yalanları, Sinan Meydan)
[xi] (Bir ömrün öteki hikayesi, Sinan meydan)
[xii] (Cumhuriyet tarihi yalanları, Sinan Meydan)
[xiii] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.288)