Kaderin hazırladığı çocuk ; Mustafa Kemal – 1
4 Ocak 1881 … Türk Ulusunun en büyük evladı Mustafa Kemal Atatürk, Selanik’te dünyaya geldi. Mustafa adı; Ali Rıza Bey’in kazayla beşiğinden düşürerek ölümüne sebep olduğu kardeşinin adıydı. Bu adı sevmez, çok da kullanmazdı.[i] Yıllar sonra İngiliz Büyükelçiliği kutlama maksadıyla doğum gününü sorduğunda “19 MAYIS” diyecekti. Çünkü gerçek Atatürk, Samsun’a ayak bastığında doğmuştu.[ii] Atay, Türkiye’yi bulunduğu durumdan kurtarabilecek belki başka kişiler de olabileceğini vurgulamakla beraber, O’ndaki askeri ve siyasi dehanın hiç kimsede olmadığını yıllar sonra şu sözlerle açıklamıştı: “Öyle şartlar içinde Mustafa Kemal’in yaptığını yapabilecek, cesarette demiyorum, belki ondan gözüpekler vardı, azminde demiyorum, belki onun kadar azimli olanları vardı, bilgide demiyorum, şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı, fakat kırk yıllık ömrümde onun liderlik dehâsında hiç kimseyi tanımadım. Mustafa Kemal anasından tam gününde ve saatinde doğmuştu.”
Kardeşleri; Fatma İsmet (1871- 1875), Ahmet (1874 – 1883), Ömer (1875-1883), Makbule (1885/1892-18 Ocak 1956) ve Naciye (1886-1901)’ydi. Fatma 4, Ahmet 9, Ömer 8 yaşında difteri (Kuşpalazı)’ndan, Naciye 14/15 yaşlarında öldü.[iii] Geriye bir tek Makbule kalmıştı.
Ali Rıza Efendi 1839 Selanik doğumluydu. Öğretmen çocuğuydu. On yıl gümrük memurluğu, 1876-1877 yıllarında iki yıl Selanik taburunda üsteğmen olarak görev yapmış, Atatürk’ün doğduğu yıl Cafer efendiyle ortak olarak kereste ticaretine başlamıştı. Zübeyde Hanım 1857 Langaza doğumluydu. Atatürk doğmadan on yıl önce evlenmişlerdi. Evlendiklerinde Zübeyde hanım 14, Ali Rıza efendi 29-30 yaşlarındaydı. Ali Rıza Efendi 23 Mayıs 1886 (11 Mayıs 302) günü bağırsak iltihabı neticesinde hayatını kaybetti, Selanik’teki Horatacı Sultan (Süleyman) cami haziresine gömüldü.[iv] Eşi vefat ettiğinde Zübeyde hanım 29 yaşındaydı ve 3 çocukla dul kalmıştı. Yetim kalan küçük Mustafa’nın yetiştirilmesi görevi de büyük Türk kadını Zübeyde Hanım’a düşmüştü. Babaları öldüğü zaman küçük Mustafa yedi, Makbule bir yaşındaydı, Naciye ise kırk günlüktü. Küçük Mustafa yoksulluğu, zorluğu o yıllarda tatmaya başlamıştı. Dahası yetim kalmanın acısını, sağlık hizmetlerindeki köhneliği, dul bir kadının bu hayatta karşılaştığı sorunları çok erken yaşta tatmış, ileriki zamanlarda yetim çocuklara, muhtaç kadınlara, yoksullara olan şefkat ve ilgisi de bu günlerden kaynaklanmıştı.
Mustafa Kemal kısa bir süre mahalle mektebine devam etmiş, daha sonra çağdaş eğitim yapan Şemsi Efendi Okuluna geçerek ilkokulu burada bitirmişti. İlk gittiği okul Hafız Mehmet Efendi Mektebinin bazı kaynaklara göre de adı ‘Fatma Molla Kadın Okulu’ydu.[v]
Atatürk ilkokul çağındaki bir anısını şöyle anlatmıştı; “Şemsi Efendi okuluna giderken bana giydirdikleri şalvarın üzerine sardıkları kuşak beni ne kadar çok sinirlendirirdi bilemezsiniz. Ne zaman ki Askeri Rüştiye okuluna girip, okulun resmi üniformasını giydim, işte o zaman adeta benliğime hakim olmuşum gibi bana bir his geldi.”
Bir diğer anısı da şöyleydi; Mustafa, Şemsi Efendi Okulu son sınıfa giderken, bir gün sınıf öğretmeni okula bir müfettişin geleceğini, ona karşı saygılı olmalarını, soracağı sorulara doğru cevap vermelerini söyledi. Eğer bilmiyorlarsa kesinlikle parmak kaldırmamalarını ihtar etti. İlk dersten sonraki teneffüste öğrenciler arasında konuşulan tek konu müfettişin sınıfta ne gibi bir soru sorabileceğiydi. Müfettişin sorduğu tek bir sorunun bile bilinememesi, kötü bir intiba bırakırdı. Bu durumda Mustafa, çalışkan öğrenciler arasında ön plana çıkıyor ve arkadaşlarına müfettişin sorduğu en zor soruyu bile doğru cevaplandıracağı sözünü veriyordu.
İkinci ders, teneffüs derken, üçüncü dersin ortalarına doğru kapı çalındı ve müfettiş sınıfa girdi. Müfettiş, öğretmenle bir süre konuştuktan sonra sınıfa ilk soruyu sordu: ‘Osmanlı Devleti, Avrupa’yı fethetmek istedi ama neden başarılı olamadı?’
Belki bu soru öğrenciler için, biraz ağır bir soruydu ama ağırlıkların kaldırılıp kaldırılamayacağı yani sorunun cevaplandırılıp cevaplandırılamayacağı da böyle bir soru sorulmadan bilinemezdi. Bu soru için, sınıfın en çalışkan dört öğrencisi parmak kaldırdı. Bunların arasında Mustafa da vardı. Aslında müfettiş sınıfa girip öğretmenle konuşurken, orta sıralarda oturan sarı saçlı, mavi gözlü ve o mavi gözlerinden zeka fışkıran öğrenciyi hemen fark etmişti. Müfettiş, nedense bu sarışın öğrenciye parmak kaldırmasına rağmen söz hakkı vermemiş, başka bir öğrenciden sorduğu sorunun cevabını istemişti. O öğrenci de, müfettişin beklediği bir şablon içinde soruyu cevaplamıştı.
İkinci soru, ilk sorudan çok daha zor olmalıydı. ‘Bir devlet çıksa, diyelim ki, bu Osmanlı Devleti olsun, dünyaya hakim olsa, bu durum ebediyete kadar devam eder mi?’
Mustafa olaya bu paralelde dik bir çizgi çekmek ihtiyacını hissetmişti. Birbirine paralel giden iki doğru bu dik çizgiyle kesişmeliydi. Mustafa’nın parmak kaldırıp söz isteyerek soruya verdiği cevap şu oldu:
” Hayır, etmez. Bırak ebediyeti elli yıl bile devam etmez. Her ne için olursa olsun, başka milletleri boyunduruk altına almak, onları köle durumuna düşürmenin adı emperyalizmdir. Her millet kendi sınırları içinde özgür ve bağımsız yaşamalıdır. Yaşasın özgürlük, yaşasın bağımsızlık!..”
Mustafa’nın büyük bir coşku içinde söylediği bu sözler üzerine müfettiş, bir süre öğretmenle konuştuktan sonra, Mustafa’nın yanına giderek, O’nu alnından öptü.
” Yaşa Mustafa! Türk Milleti, senin gibi son derece bilgili, kültürlü ve düşüncesini korkmadan söyleyebilen, çağdaş yeni nesil gençlere emanet edilecektir. Sen Türk Milli Eğitimi’nin gururusun. “
Atatürk mütevazi bir aileden gelmekteydi. Onun bu özelliğinin ilerde halkın nabzını tutmasında, eğilimlerini sezmesinde faydalı olacaktı. Ayrıca pedagojik esaslara göre modern öğretim yapan Şemsi Efendi ilkokulunun Mustafa’nın fikrî gelişmesinde olumlu etkiler yarattığını söylemek de mümkündü. Ne var ki Mustafa, babasının ölümü üzerine bu okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Maddî durumu yetersiz olan Zübeyde Hanım Langaza’da tarımla meşgul ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına gitti. Çiftlik hayatı Mustafa’nın fizikçe gelişmesi ve el becerilerinin artması bakımından faydalı oldu. Ancak Zübeyde Hanım oğlunun öğreniminin yarım kalmasından üzüntülüydü. Mustafa’yı caminin imamı, köyün papazı ve son olarak da özel öğretmenle eğitmek gayretleri sonuçsuz kaldı. Sonunda anne oğlunun iyi bir eğitim görmesini sağlamak için onu Selânik’e halasının yanına gönderdi.
Mustafa Selânik Mülkiye Rüştiyesi’nde (ortaokul) öğrenime başladı. Ancak burada öğrenciler arasındaki bir kavga dolayısıyla öğretmenlerinden birinin (Kaymak Hafız) sert muamelesi üzerine okulu terk etti. Gönlü öteden beri askerî okuldaydı. Ancak annesi biricik oğlunun asker olup aile ocağından ayrılmasını istemiyordu. Mustafa annesine haber vermeden Selânik Askeri Rüştiyesi’nin sınavlarına girdi, kazandı. Annesini ikna etmesi zor olmadı.
Artık önünde sadece kendisinin değil mensup olduğu ulusun kaderini değiştirecek yeni bir ufuk açılmıştı. Gerçekten de askeri okullarda alacağı eğitim O’nu hem modern eğitimle, hem dünya siyasetiyle, hem de sağlam muhakemeyle tanıştıracak, burada alevlenen vatan ve hürriyet aşkı bir daha hiç dinmeyecekti.
Selanik Askerî Rüştiyesini iki yılda bitirdikten sonra on beş yaşında Manastır Askerî İdadisine girdi. Apolet numarası “7348”ydi. Okurken gizlice 2-3 ay Fransız Frerler okulunun özel sınıfına da devam etti, Fransızca öğrendi.
Atatürk’ün yetiştiği dönemde ülkede eğitim birliği yoktu. Bir tarafta geleneksel öğretime devam eden ilâhiyat ağırlıklı öğretim yapan medreseler vardı. Ayrıca azınlıkların kendi cemaatlerinin ihtiyacını karşılamak için açtıkları azınlık okulları vardı. Bunlar dışında kapitülasyonlardan yararlanarak açılan yabancı okulları faaliyetteydi. Bunların her biri kendi amaçları doğrultusunda adam yetiştiriyordu. Bu okullar içinde askeri okullar zamanın en iyi devlet okullarıydı. Eğitim parasız olduğu gibi dersler ihtisas sahibi öğretmenler tarafından verilmekte pozitif düşünceli, olayları objektif yorumlayabilen vatansever öğrenciler yetiştirilmekteydi. Gelecek yılların Atatürk’ün yetişmesinde okuduğu bu okulların özel bir yeri vardı. Nitekim Selanik Askerî Rüştiye’sinde Mustafa Kemal başarılı, çalışkan bir öğrenci olarak hocaların dikkatini çekti ve sınıf çavuşu oldu. Özellikle matematik hocası Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, zeka ve çalışmasını takdir ettiği öğrencisine bir de Kemal (olgun anlamında) adını verdi.
Erken öğrencilik yıllarında dini ve çağdaş eğitim veren kurumların farkını, dini okullardaki bazı hocaların insanlık dışı uygulamalarını görmüş, ilim ve fenne olan sevgisi bugünlerden kaynaklanırken, matematik tutkusu ve medeniyet sevdası nedeniyle zamanın popüler lisanı olan Fransızcaya ilgisi bu sayede başlamıştı. İleriki yıllarda çağdaş eğitimin nasıl olması gerektiğine de, yeni Türk harflerinin gerekliliğine de o zamanlarda karar vermişti.
Zübeyde hanımın ikinci eşi Ragıp Efendi tekel idaresinde memurdu. Dört çocuklu duldu ve küçük kızı Rukiye ile Zübeyde hanımla aynı sokakta ikamet etmekteydi. Zübeyde hanıma talip oldu 1896 veya 1899 yılında evlendiler. Ancak o sıralar Askeri Rüştiye’de okumakta olan Mustafa Kemal bu evliliği onaylamamış ve evi terk etmişti. Uzun süre annesini aramadı. (Ne var ki sonraları bu dürüst ve saygılı adamı sevmişti.) Esasen küçük yaşta babasını kaybetmesi onun kendi gücüne dayanarak hayatta başarılı bir şekilde mücadele etmesinde etkili olmuştu. Bu düş kırıklığı da onun çalışma azmini daha da çoğalmasına yol açtı. Horhor mahallesindeki öz halası Emine’nin evine yerleşen Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisine gidene değin bu evde kalmıştı. Ragıp Bey, 1915 Martında Zübeyde Hanım ve Makbule Selanik’ten İstanbul’a geldiğinde Selanik’te kaldı (Bazı kaynaklara göre boşandılar, bazılarına göre boşanmadan ayrıldılar, bazı kaynaklara göre ise Ragıp bey Selanik’te çocuklarının ve işlerinin başında kaldı ama savaş esnasında öldü) ve 1915 veya 1918 yılında vefat etti.
1898’de okulu üstün başarıyla bitirdi. Askerî idadide (lise) öğrenimi için İstanbul’u düşünmekteydi ancak sınav mümeyyizlerinden Hasan Beyin tavsiyesiyle Manastır Askerî İdadisine yazıldı. 3 yılını Manastırda geçirdi. Selanik Makedonya’nın en gelişmiş şehriydi. İşlek bir limana sahipti. Avrupa ile demiryolu bağlantısı vardı. Şehirde çeşitli din mezhep ve ırk mensupları bir arada yaşamaktaydı. Selanik’in deniz ve demiryolu bağlantısı bulunması, ticaret merkezi olması, renkli etnik yapısı, şehirde Batı tesirlerine açık çeşitli fikir akımlarının yerleşmesine elverişli bir ortam yaratmıştı. Dolayısıyla Mustafa Kemal çok genç yaşta değişik yaşayış şekline aşina her türlü yeni fikre açık bir ortamda gelişme imkânı bulmuştu.
Manastır Askerî İdadisinde Mustafa Kemal’in çizgileri daha bir belirginleşmişti. Arkadaşlarından Ömer Naci onda şiir, edebiyat ve hitabet merakı uyandırmış, bu yoldan Namık Kemal’i tanımış ve ondan ciddi şekilde etkilenmişti. Kitabet öğretmeni Mehmet Asım Bey onun şiirle uğraşmasını yasaklasa da Mustafa Kemal’de güzel söylemek ve yazmak hevesi hayatının sonuna kadar devam etmişti.
Askerî İdadi’de diğer bir belirleyici etken de Fransızca olmuştu. Mustafa Kemal bir kurmay subayın mutlaka bir yabancı dil öğrenmesi gerektiğine inanıyordu. Bunu çözümlemek için izne gidişlerinde Selânik’teki College des Frères de la Salle’nin özel kurslarına devam ederek lisanını geliştirdi. Yakın arkadaşı Fethi (Okyar)’nin desteği ile Fransız ihtilalinin öncüleri Voltaire, J.J. Rousseau gibi filozofları tanımış ve siyasî fikirleri filizlenmeye başlamıştı. Bu okulda Mustafa Kemal’i çok etkileyen derslerden biri tarih olmuştu. Tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (5. Dönem Diyarbakır Milletvekili) geniş kapsamlı bir tarih görüşü ile Mustafa Kemal’e yeni ve cazip ufuklar açmış, İdadi’de başlayan tarih sevgisi gittikçe büyüyen bir ölçüde vefatına kadar devam etmişti.
Lise öğrenimi süresinde, Mustafa Kemal’e en fazla tesir eden olay 1897 Türk-Yunan Savaşı olmuştu. Türk Ordusu’nun savaş meydanında parlak bir zafer kazanmasına rağmen barış masasında zararlı çıkması gönlüne eziklik getirmişti. Bu savaş o sıralar 16 yaşlarında olan Mustafa Kemal’de coşkun bir yurt sevgisi uyandırmıştı. Bir arkadaşı ile gönüllü olarak savaşa katılmak için girişimde bulunmuşsa da arzusunu gerçekleştirme imkanını bulamamıştı. Ancak bu kabına sığmaz sonsuz yurt sevgisi bundan böyle Mustafa Kemal’in en belirli özelliklerinden biri olarak kendini gösterecekti.
Mustafa Kemal, idadî öğrenimi boyunca, meslek ve fikir bakımından gittikçe gelişen kendine güvenen, yetişmek ve ilerlemek tutkusuna sahip, çok çalışkan, yurtsever ve seçkin bir öğrenci görünümündeydi. Çocukluğundan beri iyi giyinmeyi seven bu öğrenci hayatta başarının çok çalışmaktan geçtiğini öğrenmekle beraber, sırtını dünyaya çevirmemişti. Gazinoların, kafeşantanların varlığını öğrenmiş, içki ile de hafiften ülfet peyda etmişti. Selanik’te deniz kıyısında bira yudumlarken arkadaşlarıyla devlet meselelerini tartıştığı o günler adeta birer beyin fırtınasıydı. Bundan sonraki hayatı, ölçüsüz bir yurt sevgisi ve zorlu çalışmalar içinde, daima dünyaya dönük olarak gerçekçi bir yönde, ama yeryüzünün zevk ve nimetlerine sırt çevirmeyen bir çizgide devam edecekti.
13 Mart 1899’da genç Mustafa Kemal Manastır Askerî İdadisini bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Kara Harp Okulu’na girdi. Okul numarası: 1283’tü. Henüz 18 yaşı içindeydi. Okula başladıktan 2 ay sonra sınıf çavuşu oldu. Piyade sınıfına yazılmıştı. 3 senelik başarılı bir öğrenimden sonra teğmen rütbesiyle 10 Şubat 1902’te Harp Okulu’nu bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisi’nde devam etti. Aynı yılın 26 Haziran’ında Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa’nın Kuzguncuk’taki köşkünde misafir edilmiş, o gece orada kalmış, ertesi 27 Haziran Cuma günü köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılmıştı. Osman Nizami Paşa Fransızca ve Almancayı -edebiyatı dâhil- ana dili gibi bilmekte, İngilizceyi de yanlışsız konuşabilmekteydi. Bu iki Paşanın siyasi duruma bakışları ve sohbetleri Mustafa Kemal’i etkileyecekti.[vi]
Harbiye’de ikinci sınıfa geçişte 736 öğrenci arasında 29ncu, üçüncü sınıfa geçişte ise 11nci oldu. Okulu 459 kişi arasından 8nci olarak bitirdi. Harp Okulu’nda birinci yıl saf gençlik hayalleri ve güzel İstanbul’un çarpıcı havası içinde geçmiş, sonra kendini toparlamış ve sınavlarını başarıyla vererek 2. Sınıfa geçmiş, ikinci ve üçüncü sınıflarda kendini daha çok derslerine vermişti. Harp Okulu’nda dereceye girmek önemliydi. Zira kurmay sınıfına ayrılmak okulda üstün başarı göstermekle mümkündü. Nitekim Mustafa Kemal 3. Sınıfta 459 öğrenci içinde 8. olarak dereceye girmiş ve kurmaylığa hak kazanmıştı. Sicil numarası 1317-P.8 (1901-P.8)’di.
Harp Okulu’nda Mustafa Kemal’in fikrî gelişmesi hızlanmış ve siyasal bir nitelik kazanmıştı. Bir taraftan gizlice okudukları Namık Kemal şiirleri, diğer taraftan ülkenin fena yönetildiği duyguları içinde, bazı arkadaşları ile (Ömer Naci, Ali Fuat Cebesoy, İsmail Hakkı, vs.) iki – üç sayı devam eden el yazması bir dergi ile fikirlerini Harp Okulu öğrencilerine yansıtmaya çalışmıştı. Bu girişim akademide de devam etmiş ve bir ara tehlike atlatmasına yol açmıştı.
Bir kurmay subayın dans bilmesi gerektiğine de inanan Mustafa izne gidişlerinde dans etmesini de öğrenmiş, arzu eden arkadaşlarına da öğretmişti.
10 Ocak 1902’de teğmen rütbesi ile Harp Akademisinde öğrenimine başlamıştı. Sınıfta topçu ve süvari okullarından gelenlerle birlikte 43 öğrenci vardı. Akademide iken onun geleceğini ilk önce keşfeden Osman Nizami Paşa’ydı. İleriki dönemlerde Mustafa Kemal’in örnek aldığı kişilerden olacak Osman Nizami Paşa’nın siyasi düşünce paralelliği ve lisan kabiliyeti O’nda aynı derin hevesi oluşturacaktı.
Akademi öğretmenleri dil bilen, iyi yetişmiş, seçkin öğretim elemanlarından oluşuyordu. Burada bir taraftan mesleki bilgilerini geliştirirken diğer taraftan devletin kaderiyle ilgili konularda arkadaşlarını uyarma gayreti içindeydi. Akademideki sınıf arkadaşı Asım Gündüz’e göre, Mustafa Kemal Fransızcasını ilerletmek için bir Fransız bayandan ders almış, Paris’teki Jön Türk gazeteleri ile Fransızca gazeteleri getirtmiş ve arkadaşlarını etkilemeye çalışmıştı. Bu maksatla Harp Okulunda başladıkları el yazısı ile dergi hazırlama işine tekrar girişmişti. Dergi az kullanılan bir dershanede hazırlanıyor, elden ele dolaştırılıyordu.
Ancak bir süre sonra durum Mektepler Nazırı Zülüflü İsmail Paşa tarafından öğrenildi. Olayları haber alan Akademi Komutanı ansızın dershaneye yaptığı bir baskında öğrencileri suçüstü yakaladı. Fakat görmemezlikten geldi. Takibat yapmadı, sert bir ihtarla yetindi. Böylece meslek hayatlarını söndürebilecek bir tehlike zararsızca atlatılmış oldu. Haliyle dergiye ara verildi. Akademi bu hava içinde tamamlandı. Mustafa Kemal akademiyi 21 Ekim 1904 tarihinde Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle yemin ederek 11 Ocak 1905’te üç yıllık notlarının toplamına göre beşinci olarak bitirdi. O yıllarda akademide okurken not defterine şöyle yazmıştı; “Kumandanlık çare bulmaktan ibarettir. Bunu da harp tarihi öğretir.”
Atatürk, Harp Okulu’nda ve Harp Akademisi’nde de zekâsı, yetenekleri ve kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve hocalarına tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eğilimi vardı. Harbiye’de ve Harp Akademisi’nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir, istibdat dönemi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimî oluşu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp Akademisi’nden mezuniyetini izleyen günlerde, istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu şüphe çekerek kısa bir süre İstanbul’da tutuklu kaldı, sonra Suriye bölgesine, Şam’a atandı.
Kâzım Özalp hatıralarında, Atatürk’ün tutuklanma sebebini şöyle açıklamaktaydı: “Atatürk, Harp Akademisi’nin üçüncü sınıfında iken arkadaşları arasında bir yardım sandığı kurdular. Arkadaşlarından ihtiyacı olanlara az bir faizle sandıktan para verirlerdi. Sınıflarından bir hafiye, menfaat temin etmek amacıyla Jön Türkler’e yardım için bir sandık kurulduğunu jurnal etmiş. Hemen tahkikat başladı. Sandık dağıtıldı. Bu esnada Atatürk, öğrenimini bitirmiş, kurmay yüzbaşı olmuştu. Bu sandık işinde önayak olduğu zannıyla Harbiye Nezareti’nde Bekir Ağa Bölüğü’ne götürüldü ve oradan 5. Ordu’ya atama ile Şam’a gönderildi.”[vii] Yıllar sonra bu yardım sandığı uygulamasının aynısını Ankara’da devlet memurları için yapacak, kendisi de 1 numaralı üye olarak kaydedilecekti.
Bilhassa lise ve sonrası askeri eğitimi sonucunda Mustafa, aldığı disiplin ve kazandığı vatan sevgisi ile ülke meselelerine yakından temas edebilmiş, sayısal zekasının yanı sıra sözel zekasıyla hitabet yeteneğini geliştirirken, askeri meseleleri çözmeyle kazandığı pratik yeteneğini toplumsal meselelere de yansıtabilmeyi öğrenmişti. Erken yaşlarda çıkardığı basılı mevzuattan ve teşkiline katkı sağladığı sosyal gruplaşmalardan anlaşılıyor ki istibdat yönetimine, zulme direnci o yıllarda filizlenmişti, mahkum edilmesi kendisini engellemediği gibi düşüncelerinin daha da keskinleşmesine sebep olmuştu.
[i] (Bir ömrün öteki hikayesi, Sinan meydan)
[ii] (19 Mayıs 1881 tarihi, 1296 değil Rumi 7 Mayıs 1297’ye tekabül eder ki Atatürk’ün doğum tarihi tüm resmi belgelerde 1296 olarak kayıtlıdır.) (Benim Ailem, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[iii] (Benim Ailem, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[iv] (Benim Ailem, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[v] (Bir ömrün öteki hikayesi, Sinan meydan)
[vi] (Dehanın kodları, Yrd. Doç.Dr. Ali Güler)
[vii] (Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü. U. Kocatürk.)