Kaderin hazırladığı diplomat ; Atatürk – 5
8 Kasım 1913’te Selanik Yunan kuvvetlerince işgal edilirken, Atatürk’ün hocası Şemsi efendi de Selanik’ten İstanbul’a göç etmişti.[i] Atatürk, Derne’den İstanbul’a dönerken Nuri Conker ile Mısır’a (Kahire) gelmiş, Selanik’in işgalini 10 Kasım 1912’de Kahire’deki bir Rum kadından öğrenmişti. (Selanik’teki 25.000 Osmanlı askerine rağmen, Belediye meclisi komutan Tahsin Paşa’ya “Direnmeme” emri verince Selanik Yunanlılara savaşmadan teslim edilmişti.) Mustafa Kemal o sıralar Derne’de yaralandığı gözünü tedavi ettirmek için Viyana’ya gitmeyi planlıyordu.
Kaybedilen topraklar, yitirilen canların acısı bir yana Mustafa Kemal’i en çok üzen şey vatan topraklarının savunma imkanı varken tek kurşun atmadan düşmana teslim edilmesiydi. Bu teslimiyetin, zulmün merhametini aramanın yanlışlığını bu günlerde gören Atatürk, emellerinden vazgeçmeyen düşmandan acıma beklemenin yanlışlığını görmüş, Trablusgarp’ta kazandığı savaş tecrübesiyle çok daha farklı davranmak gerektiğini idrak etmişti. Lakin gidişat kötü, rütbesi düşüktü. Ne var ki öngörüleri yerinde çıkacak, Balkan Savaşı ve sonraki toprak kayıpları devam edecekti.
Mustafa Kemal 10 – 17 Kasım tarihleri arası gözündeki rahatsızlık nedeniyle, Viyana’da zamanın tanınmış göz hekimi Prof. Fuchs tarafından muayene edildi, müdahale geçirdi. (Göz rahatsızlığı nedeniyle hafif şaşılık oluşmuştu ayrıca sinirlendiğinde sol gözünün damarları atmaya başlamıştı.)[ii] Tedavi sonrası Gelibolu’da bulunan Bahr-i Sefid (Çanakkale) Boğazı Kuvayi Mürettebe Komutanlığı Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandı. Fahri Paşa’nın komuta ettiği bu kuvvetin Kurmay Başkanı, Binbaşı Fethi (Okyar) Bey idi.
26 Kasım’da 1. Balkan Savaşı mütareke görüşmeleri başladı. Mütareke görüşmeleri, 3 Aralık 1912’de taraflarca (Yunanistan hariç) imza edildi. Ateşkes anlaşması (mütareke) ile silahlı çatışma durmuş oldu. Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında asıl antlaşma 30 Mayıs 1913’de Londra’da imzalanmıştı. Londra Antlaşması’na göre: Arnavutluk bağımsızlığını kazandı, Girit Adası Yunanistan’a verildi, Osmanlı Devleti’nin Trakya sınırı Edirne’yi dışarıda bırakacak şekilde Midye-Enez hattı oldu.
Trablusgarp ve I. Balkan savaşlarının kaybedildiği 1912’de iç ticaretle uğraşan 18 bin işyerinin % 49’u Rum, %23’ü Ermeni, % 19’u Levanten (Avrupa kökenli) ve sadece % 15’i Türklere aitti. 6500 imalathanenin sadece %12’si, 5300 serbest meslek sahibinin sadece % 14’ü Türk’tü.[iii] Bu ekonomik tablo, Atatürk’te ileriki yıllarda yerli burjuvazinin güçlendirilmesine, milli ekonominin oluşturulmasına dair derin tesirler bırakacaktı.
1913 yılında 3 Şubat’tan itibaren yeniden Bolayır’a ilerleyen Bulgarlara karşı, Bahr-i Sefid Boğazı Kuvayi Mürettebe Komutanlığı’na ait kuvvetler baskın şeklinde taarruz etmiş, 10. Kolordu’nun takviyesi geciktiğinden etkisini kaybetmiş, düşman karşısında yalnız kalan Bolayır kuvvetleri ağır kayıplar vererek Bolayır tahkimli hattının gerisine çekilmişti. Atatürk bu harekâta Mürettep Kuvvet’in Harekât Şubesi Müdürü olarak iştirak etmişti.
16 / 17 Şubat’ta Çanakkale cephesindeki bir kısım kuvvetler -Bahr-i Sefit Boğazı Kuvayi Mürettebe Komutanı Fahri Paşa komutasında- Bolayır Kolordusu adı altında birleştirilmiş, Atatürk, kısa süre sonra bu kolordunun Kurmay Başkanlığı’na atanmıştı. Aynı gün Atatürk ve Fethi Bey, bugün ayrı birer yazı ile -kuvvetleriyle Gelibolu’ya nakledilen- Hurşit Paşa komutasında çalışamayacakları gerekçesiyle istifalarını bildirmişlerdi.
17 / 18 Şubat tarihindeyse Atatürk ve Fethi (Okyar) Bey, Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa’ya, beraber imzalayarak, Bulgarlara taarruz ile Trakya ve Edirne’nin kurtarılması hakkında harekât plânı önerisi sunmuşlardı. Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa, Atatürk ve Fethi (Okyar) Bey’in imzalarını taşıyan bu raporu, görüşlerini bildiren bir yazı ile Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’ya sunmuş, lakin plan gerçekçi olmasına rağmen Harbiye Nezareti ve Başkomutanlıkça uygulanmamış, sonunda olaylar Edirne’nin düşüşüne uzanmıştı.
Mahmut Şevket Paşa, Ahmet İzzet Paşa’nın yazısı üzerine durumu yerinde incelemek ve komuta zincirindeki anlaşmazlığı gidermek amacıyla, 20 Şubat’ta İstanbul’dan Gelibolu’ya gitmiş, burada Hurşit Paşa ve Enver Bey ile, daha sonra Bolayır’a geçerek Fahri Paşa, Fethi Bey ve Atatürk’le görüşmüştü.
Anlaşıldığı gibi Atatürk’ün derin askeri dehası her alanda kendisini göstermeye, isabetli öngörüleri (kulak asılmasa da) gerçekleşmeye başlamıştı. Dahası taktik alanda büyük bir kabiliyete sahip Mustafa Kemal o günlerde kesin sonucun ancak taarruzla alınabileceğini anlamıştı.
20 Şubat’ta ise Vahdettin askeri doyurabilmek için Taksim kışlası ve talimhane meydanını (Taksim meydanı ve kışlasını) 500.000 liraya “İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi” isimli Fransız şirkete satmış, satış mukavelesi 20 Şubat 1913 tarihinde imzalanmıştı. Taksim kışlası satışa çıkarıldığında içinde Mehmetçiğin kullandığı bir de cami vardı. Sözleşmeye cami açık kalacak şartı kondu. Şirket şartlar nedeniyle bu alanı yeterince kullanamadığı için ettiği zarara karşılık 700.000 lira tazminat isteyince sözleşme 23 Ağustos 1922’de yenilendi.[iv] 6 Mart tarihinde emirle Türk uçaklarının kanat altlarına milliyeti göstermek amacıyla ay yıldız çizdirildi. (Bu dünya havacılık tarihinde bir ilkti.)[v]
19 Mart 1913 ile 15 Haziran 1914 tarihleri arasında Osmanlı’nın siyasi ve ekonomik olarak bölüşülmesine dair ikili veya çok taraflı görüşme ve anlaşmaların sayısı: 13’tü. (Sonuncusu 15 Haziran 1914 tarihinde imzalanan İngiliz – Alman anlaşmasıydı.)[vi] I. Balkan savaşı esnasında 22 Nisan 1913’te Bulgarlara esir düşenler arasında Kazım Karabekir Paşa da vardı, II. Balkan savaşı esnasında 29 Eylül 1913’te esaretten kurtulmuştu.
Askerlikle ilgili pek çok tecrübeye bizzat yaşadığı muharebeler neticesinde ulaşan Mustafa Kemal, esir düşmektense ölene kadar savaşmayı savunmakla beraber, yakın arkadaşlarının yaşadıklarından da dersler çıkarmış, telafi edilebilecek esaretlerin bazı hallerde mazur görülebileceğini fark etmişti. ‘Esir düşmenin utanılacak bir şey olmadığını’ yıllar sonra Yunan generale bu yüzden ifade edecekti.
İstanbul’a dönen Atatürk, 30 Nisan’da Harbiye Nezareti’nde Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’yı ziyaret etti. 28 Mayıs’ta “Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti” (Osmanlı Kadınının Hakkını Savunma Derneği) kuruldu, ertesi gün Ulviye Mevlan yönetiminde “Kadınlar Dünyası” dergisi yayımlanmaya başlandı.
30 Mayıs 1913’te Balkan Devletleriyle imzalanan Londra Barış Antlaşması ile Osmanlı Devleti Midye-Enez hattını sınır olarak kabul etmiş, Edirne’yi Bulgaristan’a bırakmıştı. (Midye-Enez çizgisi batısındaki tüm topraklar söz konusu devletlere verildi.)[vii] Anlaşmanın 5nci maddesi gereği Ege adalarının geleceği de büyük devletlerin kararına bırakıldı.[viii]
Bu anlaşmadan bir ay kadar sonra galipler arasında ganimetin bölüşülmesinde anlaşmazlık çıkmış, 29 Haziran 1913’te II. Balkan Savaşı başlamıştı. Bulgaristan’la öteki Balkan Devletleri arasındaki anlaşmazlığın (Bulgaristan ile Sırplar-Yunanlılar ve Romanya arasında) büyümesi sonucu, 5 Temmuz’da Bulgar ordusu, Sırp, Yunan ve Romen orduları tarafından yenilmiş, durumdan yararlanan Atatürk’ün Kurmay Başkanlığına getirildiği (ve Bahr-i Sefid Boğazı Kuvayi Mürettebe Komutanı Fahri Paşa’nın, aynı zamanda komutanlığını üstlendiği Bolayır Kolordusu’nun sevk ve idaresini ve adına yürütme yetkisini yazılı emirle -kolordunun kurmay başkanı- Atatürk’e bıraktığı) Bolayır Kolordusu, Edirne ve çevresi dahil Meriç’e kadar olan meskûn yerleri kurtarmış, Balkan Devletleri ile 10 Ağustos 1913’te Bükreş Barış Antlaşması, Bulgaristan ile (29 Eylül 1913’de) İstanbul, Yunanistan ile (14 Kasım 1913) Atina antlaşmaları yapılarak yeni sınırlar saptanmıştı. Mustafa Kemal, Edirne’nin kurtarılmasını ısrarla savunanların başında olmasına rağmen, orayı kurtarmak şerefi, cemiyetin tuttuğu Enver beye bırakılmıştı.
Atatürk 10 Ağustos’ta Edirne’den ayrıldıktan sonra 31 Ağustos’ta Batı Trakya’da ‘Batı Trakya Geçici Hükümeti’ (Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi) kuruldu. Hükümet, II. Balkan Savaşının hemen sonrasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın (Özellikle Kuşçubaşı Eşref) çalışmaları sonunda kurulmuştu. Hükümetin Başkanlığına Salih Hoca, Genelkurmay Başkanlığına Süleyman Askeri Bey getirilmişti. (Bu geçici Türk hükümeti 12 Eylül 1913’de bağımsızlığını ilan etmiş, ‘Düvel-i Muazzamaya Tebliğ’ başlıklı bağımsızlık ilanı Fransızca kaleme alınarak yabancı devletlere duyurulmuştu. (Yönetim şekli cumhuriyetti, sınırları, bayrağı, ordusu, yargısı, bütçesi, pulu, pasaportu vardı.) (Tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti olan bu Cumhuriyet 30 Ekim 1913 tarihinde (29 Ekim 1913 yılında Bulgarlarla imzalanan İstanbul anlaşması gereği Trakya toprakları Bulgarlara teslim edilince) General Lazarof komutasındaki Bulgar kuvvetlerince tamamen işgal edilmiş ve varlığı sonlanmıştı.)[ix]
Ordunun İkinci Balkan savaşıyla az da olsa kazandığı itibar, o sıralar Trakya’da kurulan Türk Cumhuriyet’i Mustafa Kemal’in öz güvenini arttırmış, Cumhuriyet fikrinin güçlenmesine sebep olmuş, lakin kısa sürede varlığına son verilecek bu ilk Cumhuriyet denemesinden aldığı dersle, Cumhuriyet’in ancak güçlü bir ordu ile muhafaza edilebileceğini görmüştü. Ancak bu kısa süreli rahatlama bile Osmanlı’yı kurtaramayacak ve çok yakında patlayacak Dünya Savaşı ülkeyi zor ve çetin şartlara sokacaktı. Süreç devam ederken yaşanacak Çanakkale Harbi zaferi dahi Osmanlı’yı iyileştiremeyecek, nitekim hasta Osmanlı çok yakında tamamen ölecekti.
Diğer yandan ordu içerisinde kayrılan subayların hızlı yükselişi, haksız terfilendirilmesi, hak eden subayların sürgünlerle meşgul edilmesi maalesef Filistin topraklarında olduğu gibi acı sonuçlarla Çanakkale’de, Sarıkamış’ta sonuçlanacaktı. Yabancı subayların ve hak etmedikleri makamları işgal eden subayların orduya verdikleri zarar; düşmanın sebep olduğu kayıptan çok daha fazlaydı. Bu yaşananların her biri Mustafa Kemal’in ileride komuta kademelerine kimleri getirmesi gerektiğine dair kanaatinin doğmasına sebep olan acı birer tecrübeydi.
Askerî açıdan Gelibolu yarımadasındaki görev, Mustafa Kemal’in araziyi tanıması ve değerlendirmesi bakımından önemliydi. Bu bilgi 25 nisan 1915’te İngiliz çıkarması esnasında Mustafa Kemal’in hayatî müdahalesini kolaylaştıracaktı. Diğer bir açıdan Babıali baskını ve Şarköy çıkarması ve onu takip eden görüş ayrılıkları, Mustafa Kemal ve Fethi bey ile Enver bey çevresindeki ittihatçılar arasında ciddi ayrılıklara yol açmıştı. Önce Fethi bey Gelibolu’dan alınmış, Mustafa Kemal ile ilişkisi zayıflatılarak parti genel sekreterliğine getirilmiş, sonra da Sofya elçiliğine getirilerek askerî kariyerden ayrılmıştı.
Bu vesile ile Mustafa Kemal de Sofya’ya Fethi beyin yanına askerî ataşe olarak gönderilmişti (27 ekim 1913). Böylece orduda yapılacak düzenlemelerde cemiyette muhalif kanadı temsil eden Mustafa Kemal ve Fethi beyin eleştiri yapmaları engellenmişti. Başka bir deyimle Mustafa Kemal pasifize edilmişti. Mustafa Kemal’in Sofya Askeri Ataşesi olduğu gün, Fethi Okyar Sofya Büyükelçisi olarak atanmıştı. Tesadüftü ki aynı gün 1915 yılında Çanakkale’de 5nci Ordu Komutanı olarak görev alacak olan Alman General Liman Von Sanders’in danışmanlık görevi ile ilgili sözleşme imzalanmıştı.[x]
İlerleyen günlerde bir taraftan süratle ordu gençleştirilirken, diğer taraftan yurda davet edilerek göreve başlayan general Liman von Sanders yönetimindeki Alman askeri heyeti aşırı yetkilerle göreve başlamıştı (14 Aralık 1913). Osmanlı devleti üzerindeki Alman etkinliği, birinci dünya savaşına sürükleyecek derecede artacaktı.
Atatürk 5 Kasım 1913’te Sofya’dan Harbiye Nezareti’ne ‘yabancı subayların gizli bilgilerimize sahip olmasının sakıncalarını belirterek şöyle diyordu: “Genelkurmay Başkanı General Fiçef’in, Osmanlı Genelkurmayının planlarını ve stratejik yığınak hesaplarını tümüyle Alman subaylarından öğrenmiş bulunduğunu söylediği; sözü edilen bilgilerin kaynağı Alman subayları, Alman kaynakları ise bu hususun gelecek için dikkatle durulacak bir sorun olarak göz önüne alınması gereği”
6 Kasım’da Bingazi muharebelerinde gösterdiği liyakat ve kahramanlık nedeniyle iki sene kıdem zammı ve Dördüncü Rütbeden Osmanî Nişanı verilen Atatürk, Madam Corinne’e Sofya’dan Fransızca mektubunda: “…Ekseriya sefarethanede büromdayım ve çalışıyorum. Fethi Bey de başka bir şey yapmıyor” diyordu. Yine 21 Kasım’da bir başka mektubunda: “..Şehri ve buradaki hayatı daha tanıyamadığım için sana Sofya hakkında ilginç haberler veremeyeceğim” diye şehrin sıkıcılığından bahsediyordu. Gerçekten de pasifize edilmişti. Maddi imkansızlıkların da sebep olduğu sıradan masa görevlerinin Mustafa Kemal’i nasıl sıktığı bu satırlardan da anlaşılmaktaydı.
NOT: Madam Corinne, İstanbul’da yerleşip Osmanlı vatandaşlığına geçen, İtalyan kökenli bir ailenin kızıydı. Müziğe karşı taşıdığı büyük yetenek nedeniyle, Osmanlı ordusunda doktor olan babası tarafından Fransa’ya gönderilerek Paris Konservatuarı’nı bitirmişti, İstanbul’a döndükten sonra Kurmay Yüzbaşı Ömer Lütfü Bey’le evlenmiş; ancak -evliliğinin üçüncü yılı başlarında- Balkan Savaşı’na katılan Ömer Lütfü Bey 1912 yılı sonlarında şehit düşmüştü. Eşinin ölümünden sonra, kendisini müzikle uğraşıya veren Madam Corinne, evinde cumartesi günleri müzik ve edebiyat ağırlıklı sanat toplantıları düzenlemekte, bu yolla avunmaya çalışmaktaydı. Atatürk’ün, Madam Corinne ile tanışması bu döneme rastlamış; karşılıklı hayranlık ve saygıya dayanan bu dostluk, zaman zaman mektuplaşmalarla 1918 yılı sonlarına kadar devam etmişti.
NOT: 30 Kasım 1913 tarihinde Belkıs Şevket hanım (Osmanlı Müdafa-i Nisvan Cemiyeti üyesi) Pilot Fethi beyin kullandığı Osmanlı ismindeki uçakla (Tek motorlu üstü açık tayyare) İstanbul üstünde uçtu. (Uçağa binen ilk Türk kadını oldu.)[xi] Balkan Harbi’nden sonra Donanma Cemiyeti’nin tayyare ve gemi alma hususunda açtığı büyük bağış kampanyasına Türk milleti geniş çapta iştirak ediyordu. Ata Paşa’nın oğlu Şevket Bey’in kızı Belkıs Şevket Hanım, Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan (Kadın Hakları Koruma Derneği) kurucularından olarak bağış kampanyasını hararetle desteklemekteydi.
İstanbul üzerinde 15 dakika uçtular ve halkı bağışa çağıran kartlar attılar. İyi derecede İngilizce bilen Belkıs Şevket Hanım, özel okullarda müzik, İngilizce ve çocuk bakımı dersleri vermekteydi. Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan, elliyi aşkın üyesi bulunan bu dernek, aynı yıl, üyelerinden Bedriye Osman Hanım’ın Telefon Şirketi’ne memur olarak girmesi yolunda çaba harcadı ve başarıya ulaştı. O günlerde havacılığın artan önemi Mustafa Kemal’de yıllar sonra “İstikbal göklerdedir” dedirtecek, Sabiha Gökçen’i havacı olmaya teşvik edecek kadar tesir yaratmıştı.
Enver Paşa, 3 Ocak 1914’te Ahmet İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı oldu. (Enver bey, Bingazi’deki hizmetlerine karşılık 3 yıl kıdemle yarbaylıktan albaylığa; bir süre sonra da Balkan savaşındaki hizmetlerine karşılık, 3 yıl daha kıdem alarak generalliğe terfi etmiş (3 Ocak 1914), Harbiye nazırlığına atanmıştı.) “Damad-ı Şehriyari Enver Bey hiçbir askeri başarısı yokken damadı olduğu padişah emriyle bir gecede paşa yapıldı, sonra başkomutanlığa getirildi. Ayrıca Harbîye nazırlığı görevini de üzerine aldı.”[xii]
Ordu yönetiminde yabancı subayların varlığı nasıl yanlışsa, liyakatsiz ve başarısız komutanların sırf ahbap, akraba oluşları nedeniyle komuta kademelerine getirilmeleri de o denli yanlıştı. Bu yanlış devletin tüm kademeleri için geçerliydi. Nitekim haksız atamalarla güce ulaşan Enver Bey akabinde yapacağı pek çok hayalci yanlışla sayısız vatan evladının şehit düşmesine ve vatan topraklarının kaybedilmesine yol açacaktı. Mustafa Kemal ilgi ve etki alanındaki kademelere bu durumun yanlışlığını ihbar ve ikaz etmişse de başarılı olamamış ve kötü gidiş hızlanarak sürmüştü.
11 Ocak 1914’te Sofya Ataşemiliterliği’ne ilâveten Atatürk’e, Bükreş, Belgrad ve Çetine ataşemiliterliklerini de yürütme görevi verildi. Lakin Osmanlı’nın ekonomik durgunluğunun etkisi oralara dek uzanıyordu. Nitekim Atatürk 17 Ocak 1914 günü, Sofya’dan, Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya mektubunda: “…Bendeniz şimdilik hakiki bir Osmanlı ataşemiliterine lâyık olabilecek vaziyeti almak için ihtiyaç bulunan hususları değil, burada aç sefil kalmamanın çaresini düşünmek mecburiyetinde olduğum için vaad buyurduğunuz iştigali, kasım ve aralık ödeneklerinin bir an evvel göndertilmesine ve bundan sonra da muntazam olarak verilmesini temine ayırırsanız pek ziyade minnettarınız olurum.” diyordu.
[i] (Benim Ailem, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[ii] (Sonsuza Yolculuk, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[iii] (Türkiye üzerine notlar, Metin Aydoğan)
[iv] (Charles Harington, Atilla Oral)
[v] (Akl-ı Kemal, C.4, Sinan Meydan)
[vi] (Gelibolu, Erol Mütercimler)
[vii] (Kaynak: devletarsivleri.gov.tr)
[viii] (Gelibolu, Erol Mütercimler)
[ix] (Akl-ı Kemal, c.1, Sinan Meydan)
[x] (Gelibolu, Erol Mütercimler)
[xi] (Akl-ı Kemal, C.4, Sinan Meydan)
[xii] (Cumhuriyet tarihi yalanları, Sinan Meydan)