Kaderin hazırladığı komutan ; Atatürk – 10
Kurtuluş Savaşı’nın gizli kurtuluş planlarını yapan Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mayıs 1918 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübünü ziyaret etti, kulüp yöneticilerinden Mustafa Elkatip Bey’in de aralarında bulunduğu yöneticilerle üç saat süren gizli bir görüşme yaptı. Mustafa Kemal, Fenerbahçe kulübünden ayrılmadan önce maroken kaplı kulüp defterine şu unutulmaz satırları yazdı: “Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mahzar-ı takdir olmuş bulunan asar-ı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve ebedi hamiyeti tebrik etmeyi vazife etmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebriklerimi buraya kayd ile mübahiyim.3 Mayıs 1334 (1918) Mustafa Kemal”
Mustafa Kemal öğleden sonra kulüpten ayrıldı. Ancak ayrılırken bir kayıkla karşıya geçmek istedi. Amacı buradan kıyıları takip ederek Anadolu’ya silah kaçırmanın mümkün olup olmadığını bizzat tecrübe etmekti. Mustafa Kemal, Mustafa Elkatip Bey’in çektiği kayığa binerken geri dönmüş ve Başkan Sabri (Toprak) Bey’e bakarak, “FB’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” demişti. O günkü toplantıda Mustafa Kemal, FB’ye Anadolu’ya silah kaçırma görevi vermişti. O gün o görüşmede konuşulanlar, üç yıl sonra anlaşılacaktı: İşgal Kuvvetleri Komutanı İngiliz General Harrington, “FB’lileri Anadolu’daki milliyetçilere silah kaçırmakla suçlayıp” kulübü kapatacaktı.(Haziran 1920)
Bu ziyaretin bir başka önemi de Mustafa Kemal’in vatana hizmet için illaki üniforma giymeye gerek olmadığını aklı kullanmanın önemini, sivil direnişin gücünü göstermek istemesiydi. Atatürk aynı futbol kandırmacasını Büyük Taarruz öncesinde de kullanacak, dünyayı şaşırtacaktı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Mondros ateşkes anlaşmasından beş ay önce (24 Mayıs 1918) Ruşen Eşref Bey’e imzalı bir fotoğrafını hediye etmişti. Bu fotoğraf üzerinde kurtuluşa olan inancı açık bir şekilde görülmekteydi; “Her şeye rağmen muhakkak ki bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleketim ve milletim hakkındaki payansız muhabbetim değil, bugünün karanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkı ile ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.”[i]
Ulu Önder’in gençlere duyduğu sevgi ve güven o yıllarda dahi kendisini belli etmekteydi.
Çanakkale’den sonraki Doğu görevinde Mustafa Kemal’in o günkü askeri ve siyasi durumu değerlendirmesi gerçekleri bütün çıplaklığıyla yansıtması nedeniyle dikkat çekiciydi. Gönderdiği raporlar ileriyi görmesi, berrak zekası, gerçekleri yansıtmadaki medeni cesareti, karakteri, ülke meselelerine yabancıların karışmasına şiddetli tepkisi bakımından üzerinde dikkatle durulması, yorumlanması gereken belgelerdi.
Enver Paşa ile yaşadığı sürtüşme Mustafa Kemal’in 9 ay kadar fiili kumandanlıktan ayrılmasına sebep olmuş, haklı olduğu, ülke çıkarlarını savunduğu halde istifa etmek zorunda kaldığı için üzülmüştü. Enver Paşa ile zaten iyi olmayan ilişkileri daha da bozulmuş, bu nedenle de Veliaht Vahdettin Efendi’nin Padişahı temsilen Almanya’ya yapacağı seyahate katılmayı kabul etmişti. Bu gezinin Mustafa Kemal’in hayatında oldukça önemli bir yeri vardı. 22 gün süre ile geleceğin Padişahı ile beraber olan Paşa onu yakından tanımak, iyi veya kötü yanlarını tartmak ve bir dereceye kadar da yakınlık sağlamak imkânını bulmuştu.
Ayrıca gezi sırasında savaşın genel gidişi hakkında bilgi edinmiş, seçkin Alman generalleri Hindenburg ve Ludendorf ile tanışmıştı. Aynı şekilde Vahdettin de Mustafa Kemal’i üstün kabiliyeti ve tutkusuyla tanıma ve değerlendirme imkânını elde etmişti. Bu gezide Mustafa Kemal ayrıca Batı’nın sahip olduğu sağlık, teknoloji, kadın hakları gibi pek çok ileri uygulamaya tesadüf etmiş, ülkedeki durumla mukayese imkanına sahip olmuştu.
Mustafa Kemal Almanya Seyahati dönüşünde sol böbreğindeki bir rahatsızlık nedeniyle bir ay kadar yatakta tedavi görmüş, bir ara iyileşir gibi olmuş, ancak tekrar hastaneye yatmıştı. Neticede doktorlar tedavi için Viyana’ya gitmesinde ısrar etti. Yaveri Cevat Abbas işlemleri bakanlıkta takip etti. Konu ile ilgilenen Enver Paşa, öteden beri Mustafa Kemal Paşa’yı kendisine ciddi bir rakip olarak gördüğü için, işlemleri çabuklaştırdı. Mustafa Kemal’e bir emir eri ile birlikte, en üst derece yolluk ve gerekli avans verildi. 25 Mayıs 1918 günü Atatürk, İstanbul’dan trenle Viyana’ya hareket etti, Viyana ve Karlsbad’da 2 ay kadar tedavi gördü.
Mustafa Kemal, Cottage Sanatoryumunda 3 hafta süre ile yattı. Viyana’da 3 hafta kadar Brüksel otelinde kalan ve Tanınmış ürolog Prof. Dr. Zuckerkandl’a böbreklerinden muayene olan (Koli basili teşhisi konan) Atatürk, profesörün tavsiyesi ile kaplıca tedavisi görmek için Karlsbad’a (30 Haziran – 27 Temmuz) gitti.[ii] Burada Rudolfs Hof adlı pansiyonda kalan Atatürk, Dr. Vermer’in hazırladığı kürü uyguladı. Ancak ülkedeki gelişmeler nedeniyle tedavisi bitmeden İstanbul’a döndü.
Mustafa Kemal, Karlsbad’da Almancasının yanı sıra 13 Temmuz 1918’den itibaren Fransızca dersleri de almış, İsviçreli Madam Heinriche (görme özürlüydü) haftalığı 100 krona Mustafa Kemal’e ders vermişti.[iii] Atatürk, Karlsbad’da günlük yazmaya başlamış, buradaki yaşantısını çoğunlukla Türkçe bazı kısımlarını da Fransızca olarak kaleme almıştı. Anılarının bir kısmı Prof. Dr. Afet İnan tarafından yayınlanmıştı. 5 defter halindeki bu günlükler -bazı günler atlanmak suretiyle- 28 Temmuz 1918 tarihine kadar devam etmişti. Anılar oradaki hayatı hakkında bilgi verdiği için değerlidir. Ancak bunların esas değerleri Mustafa Kemal’in 1919’dan önce, devlet idaresi, sosyal hayat, kadın – erkek ilişkileri, askerî yönetim konularında verdiği bakir bilgiler dolayısıyladır. Keza bu hatıralarda açıkça görülen husus, onun kitaba, okumaya, öğrenmeye karşı olan hudutsuz aşkıdır.
3 Temmuz 1918’de vefat eden Sultan Reşat yerine VI. Mehmet (Vahdettin) Padişah oldu. Vahdettin 36. ve son Osmanlı padişahıydı. Mustafa Kemal yaverinin acele dönmesini istemesiyle süratle (2 Ağustos 1918) İstanbul’a gelmişti. Onu çağırtan Yaver-i Ekrem Ahmet İzzet Paşa’ydı. Paşa onun İstanbul’da bulunmasında ve Padişah ile görüşmesinde yarar görmekteydi. Bu dönüşle ilgisi var mıdır bilinmez ama Mustafa Kemal 5 Temmuz günü kadın erkek ilişkisi ve evlilik üzerine hatıra defterine şunları yazmıştı; “Tabiat ve ahlakımıza uygun bir eş arayalım.”, “Kadın refakatinden yoksun bulunmak bir noksandır.”
Temmuz 1918 başlarında Karl Marx’ın (Le Capital) kitabını eleştiren bir kitaptan notlar da alan Mustafa Kemal, 27 Temmuz’da defterine bu kez şunları yazmıştı; “Şimdilik anılarımda her şeyi yazmıyorum. İleride belki!”[iv]
Bölgedeki durumun kritikliği nedeniyle Vahdettin tarafından görevlendirilen ve 26 Ağustos 1918’de Halep’e giden Mustafa Kemal Nablus’taki 7’nci Ordu Karargâhına gelerek komutayı ele aldı. 19 Eylül 1918 günü General Allenby komutasındaki İngiliz birlikleri, Filistin cephesinde genel taarruza başladı. İngiliz taarruzu karşısında 8. Ordu cephesinin yarılması üzerine 4. ve 7. Ordular da düşman tarafından çevrilme tehlikesinde kalmışlardı. Atatürk bu durumda, uygun koşullar altında muharebeye devam için 20 Eylül 1918 günü, birliklerine Şeria nehrinin doğusuna çekilme emri verdi. Bu kararla 7. Ordu birlikleri düzenini ve savaş gücünü bozmadan Rayak’a, oradan da Halep’e çekildi. Bu cephe Liman Von Sanders komutasındaki Yıldırım ordularınca tutulmaktaydı.
Yıldırım orduları; Mersinli Cemal paşa komutasındaki 4ncü Ordu, Cevat Paşa komutasındaki 8nci Ordu ve Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7nci Ordudan meydana gelmişti. Bu üç ordu Yafa’nın 20 Km. kuzeyi ile Lut gölü arasındaki 100 Km. genişliğindeki araziyi savunmaktaydı. 7nci Ordunun iki kolordusunun başında ise birinde miralay İsmet Paşa ve diğerinde Ali Fuat Paşa vardı. 4 ve 8nci Ordular daha ilk başta dağılmış, yük 7nci Orduya kalmıştı. General Albeny komutasındaki 500.000 kişilik İngiliz ordusuna karşı Liman Von Sanders’in 100.000 kişilik ordusunun şansı yok denecek kadar azdı.
Nitekim Mustafa Kemal, göreve başladığının 19ncu günü başlayan düşman taarruzu neticesi dağılan diğer orduların askerlerini de toplayarak 12 bin mevcuduyla Şam’ın 15 Km. güneyinde Kisve’ye kadar başarılı bir şekilde çekilebilmişti.[v] İngiliz ordularının ilerleyişi Nasıra’daki Yıldırım Orduları karargahına kadar ulaşmıştı. Liman von Sanders kendisini kaçarak kurtarmış, Mustafa Kemal ile olan irtibatını kaybetmişti. Mustafa Kemal’in 7nci Ordusu 22/23 Eylül’de üzerinde köprü olmayan Şeria nehrini geçerek, Acun dağları üzerinden Der’a demiryolu kavşağına ulaşabilmişti. Bu arada düşman hava kuvvetleri de üzerlerine kurşun yağdırmaktaydı.[vi] Tarih benzer bir manevraya Sakarya Savaşı öncesinde de şahitlik edecekti. Mustafa Kemal’e, gösterdiği bu başarıdan dolayı 21, 22 veya 23 Eylül tarihinde Vahdettin’in fahri yaverlik unvanı (Yaver-i Fahri- i Hazret-i Şehriyari) verildi.
23 Eylül’de Mustafa Kemal, Şam’ı terk edip kuzeye kaçan ve kontrolü yitiren Liman Von Sanders yerine vekaleten Yıldırım Ordular Komutanı oldu. Sanders kaçarken Mustafa Kemal’e Riyak’a gitmesini emretmişti. Atatürk, Şam’ın güneyindeki Kisve hattına gelerek dağınık birlikleri düzene soktu ve Ali Fuat Paşa’ya bazı görevler verdi.[vii] 26 Eylül’de Sina cephesinde 8. Ordu’nun lağv edildi, emir ve komuta 7. Ordu Komutanı Atatürk’e devredildi. Artan İngiliz saldırıları neticesi 7. Ordu, Şam’ın güneyine çekildi. (13 Ekim tarihinde de Sina cephesinde 4. Ordu kaldırıldı, bu orduya ait birliklerin emir ve komutası da 7. Ordu Komutanı Atatürk’e devredildi.) Bu gelişmeler Atatürk’ün çok sayıdaki birliğe emir komuta etme kabiliyeti kazanmasına yardımcı olmuştu.
5 Ekim 1918 gecesi Atatürk Halep’e gelip Baron Oteli’ne yerleşmiş ve 7. Ordu’yu yeniden düzenlemeye başlamıştı. Bu arada Arapların hain desteklerine tedbir almaya çalışıyordu. Aynı esnada önce Almanlar ve sonra Avusturya-Macaristan ile birlikte Osmanlı Devleti ateşkes için başkan Wilson’a başvurmuşlardı. Savaşın yenilgiyle sonuçlanacağı kesinleşince İttihat ve Terakki Partisi iktidardan uzaklaştırılmış, Talat Paşa kabinesi görevinden çekilmiş, Talât Paşa sadrazamlıktan istifa etmişti.
Bu müşkül anda mücadelesine siyasi olarak devam etmesinde fayda gören Mustafa Kemal 11 Ekim 1918 tarihinde Halep’ten Padişah Vahdettin’e iletilmek üzere Başyaver Naci (Eldeniz) Bey’e telgraf göndermiş ve: “…Vatanımın selâmetinin temini bakımından arz ederim ki, Tevfik Paşa Hazretleri gerçekten müşkülâta tesadüf etmişlerse sadaretin derhal İzzet Paşa Hazretlerine verilmesi ve onun da, esası Fethi (Okyar), Tahsin (Üzer), Rauf (Orbay), Canbulat, Azmi, Şeyhülislâm Hayri ve âcizlerinden oluşan bir kabine teşkil etmesi zarurîdir. Adı geçen kişilerin oluşturacağı kabinenin vaziyete hâkim olabileceği görüşündeyim. ..Mümkün ise bu kimselerin Padişahımıza arzını rica ederim” demişti.[viii]
Atatürk, Ahmet İzzet Paşa’ya da aynı şekilde bir telgraf çekmiş, kabinede Harbiye Nazırlığının kendisine verilmesini istemişti. Yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa hükümeti savaşı sona erdiren Mondros Mütarekesini 30 Ekim 1918 imzalarken, İttihat ve Terakki Fırkası da 1 Kasım 1918’de son kongresini yaptı. Ahmet İzzet Paşa, Harbiye Nazırlığı, Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerini kendi üzerine aldı. Kurulan Ahmet İzzet Paşa hükümetinde ise Mustafa Kemal’in önerdiği Fethi (Okyar) İçişleri bakanı, Rauf (Orbay) Bahriye Bakanı, Hayri Bey şeyhülislam olarak görev almıştı. Atatürk’e ise kabinede görev verilmedi. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, kabineyi kuruşunu takiben Atatürk’e telgrafında: “…Barıştan sonra Tanrı’nın lütfu ile işbirliği yaparız” diyordu.
Atatürk, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın 15 Ekim 1918 tarihli bu telgrafına cevabında Harbiye Nazırlığı görevine talip oluşunu şöyle açıklamaktaydı: “Barış gecikecektir, barışa kadar çok buhranlı anlar geçireceğiz. Bu devrede vatana faydalı olabilirsem düşüncesiyle Harbiye Nezareti’ni istemiştim. Yoksa barışa kavuştuktan sonra onun huzur ve sükûnu içinde Harbiye Nazırlığı’nı benden çok mükemmel yapacak kişiler bulunabilir. Buna nazaran barıştan sonra işbirliğimizi hiç de zorunlu, hatta gerekli görmüyorum.”
İngilizlerle birlikte hareket eden Şerif Faysal kuvvetleri 23 Ekim 1918’de Halep’e saldırdı. Halep halkının bir kısmı da bu isyancı Araplara katıldı. Halep’te Baron Otel’i karargâh olarak kullanan Atatürk, 25 Ekim 1918’de Halep’te sokak savaşlarını yönetti. Ertesi gün İngilizler Halep’e girdi. Mustafa Kemal Halep’in kuzeyinde, Hatay’ı da içine alan bir cephe kurmuştu. Türk Ordusu’nun geri çekildiğini düşünen İngiliz-Arap kuvvetleri, 26 Ekim 1918’de saldırmıştı. Ancak hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar, yenilip geri çekildiler. Atatürk, çok güçlü bir İngiliz atlı tümenini geri püskürterek I. Dünya Savaşı’nın son muharebesini kazandı.
Böylece 19 Eylül 1918’de Yafa’nın kuzeyinde başlayan İngiliz saldırısını, 500 km’yi aşan bir ilerlemeden sonra, 26 Ekim 1918’de Katma bölgesinde; İskenderun, Beylan, Dir Cemal, Telrifat çizgisinde durdurdu. İki gün sonra Antakya’yı da kontrol etti.[ix] Atatürk anılarında şöyle diyordu: “İşte orada bu zafer sonucu bir hat belirledim ve kuvvetlerime, ‘düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir’ diye emir verdim. Gerek Erzurum Kongresi’nde, gerek Sivas Kongre’sinde Türkiye’nin milli sınırlarını belirlemek için ben Türk süngülerinin çizdiği bu hattı ileri sürdüm…” (Bu hat ileride Misak-ı Milli’nin güney sınırı olacaktı.)[x]
Mareşal Liman Von Sanders’in veda mektubu yayımlanırken 30 Ekim 1918 günü Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Grup Komutanı oldu. Lakin yine aynı gün 1. Dünya Savaşını, Osmanlı Devleti için sona erdiren Mondros Mütarekesi Limni adasında imzalandı.
Gerisine ÇARE ATATÜRK kitabımızdan devam edelim;
Mütareke Heyeti, 24 Ekim 1918’de İstanbul Galata Rıhtımı’ndan, 26 Ekim 1918’de İzmir’den hareket etmiş ve aynı gün saat 21.00’de Mondros Limanı’na ulaşmıştı. Görüşmeler 27 Ekim 1918 günü saat 09.30’da başlamış, 27-30 Ekim 1918 tarihleri arasında yapılan beş oturumda tamamlanmıştı. Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki Osmanlı Heyeti Mütareke’yi, Agamemnon Zırhlısında, 31 Ekim 1918’de öğleden sonra yürürlüğe girmek üzere, 30 Ekim 1918 günü saat 20.03’te imzalamışlardı.
‘HMS Agamemnon gemisi’ Kraliyet Donanması için inşa edilerek 1906’da denize indirilmişti. Agamemnon, büyük bir donanmayla Yunanistan’dan Anadolu kıyılarına (Çanakkale) gelen, zengin Anadolu uygarlıklarını talan etme niyetinde olan ve Helen’in Paris’le kaçmasını bahane göstererek on yıl süren Troya (Truva) Savaşı’nı başlatan (Miken Kralı’nın) komutanın adıydı. M.Ö 13. yüzyılda gerçekleşen Truva savaşı Homeros’un İlyada destanına konu olmuştu. Birleşik Yunan orduları Truva’yı kısa sürede işgal edebilseydi, Anadolu içlerine kadar devam edeceklerdi. Anadolu şehir devletleri bu güçlü ordu karşısında Truva’yı kendi memleketleri gibi savundukları için savaş bu kadar uzun sürmüştü. Nihayet meşhur Truva at hilesiyle surları aşan işgalciler burayı yakıp yıkmış, talan etmişlerdi. İngiltere ve Fransa dünya savaşında asker toplamak için bu destanı ve Agamemnon adını bilhassa kullanmıştı. Gemiye ismi de bu nedenle verilmişti.
1915 yılında Çanakkale Savaşı’nda boğazı geçmek isteyen İngiliz gemilerinden biri de oydu. Gemi Çanakkale Deniz Savaşı’na binlerce yıl önceki gibi uzak bir yoldan gelmişti. O ve beraberindeki güçlü donanmanın komutanları, kendilerinden binlerce yıl önce bu kıyılara gelen kudretli komutan Agamemnon gibi kibirliydiler. İstanbul’u alacaklarından öylesine emindiler ki, bunun için bir bayrak dahi hazırlamışlardı.
Agamemnon zırhlısı, Seyit Onbaşı’nın 215 okkalık top mermisini Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeriye düşürüp batırmasıyla korkup kaçarken, Nusret mayın gemisinin gece karanlığında döşediği mayınlarla ağır yara almıştı. İtilaf güçleri Agamemnon ve beraberinde gelen donanmanın yaralarını 30 Ekim 1918 yılında Limni Adası’ndaki Mondros Limanı’nda görüşülen ateşkes antlaşmasında onarmaya çalışacaktı. Nitekim Antlaşma, ‘Agamemnon’ zırhlısında imzalanacak ve Agamemnon ateşkesin hemen ardından 13 Kasım 1918 yılında İstanbul’a giden İtilaf güçlerine ait donanmanın bir parçası olacaktı…
Anlaşmaya Saray adına imza koyan Rauf Orbay Hamidiye kahramanıydı. I. Balkan Savaşı sırasında Yunan donanması Çanakkale’yi abluka altına alınca Akdeniz’e Hamidiye adlı bir gemiyle açılan Orbay, tarihin ilk korsan kruvazör harekatını gerçekleştirmişti. Sırbistan’da askeri tesisleri bombalamış ve düşmana ait savaş gemilerini batırmıştı. Bunun üzerine Çanakkale ağzındaki Yunan baskısı azalmış, başarısı nedeniyle kendisine “Hamidiye Kahramanı” unvanı verilmişti. Mondros mütarekesi zamanında Bahriye Nazırlığı görevindeydi. İtilaf devletleri anlaşmanın imzalanması için özellikle onu istemiş ve Agamemnon’a getirtmişlerdi.
1913 yılında Troya’nın kalıntılarının bulunduğu bölgeyi inceleyerek notlar alan Mustafa Kemal Atatürk, 1922 yılında Başkomutanlık Meydan Savaşı’nı kazanmasının ardından, yanındaki subaya dönerek ‘Hektor’un öcünü aldık’ (Hektor, Truva Prensidir) cümlesini kurdu. Aynı cümleyi, İstanbul’un Fethi’nden 9 yıl sonra, 1462 yılında Troya’nın kalıntılarının bulunduğu yerde Fatih Sultan Mehmed de kurmuştu.
Atatürk’e göre “milletler karması” olan Osmanlı Devleti’nin, İtilaf Devletleri adına İngiltere’yle imzaladığı Mondros Mütarekesi’nin 1, 2, 5, 7, 10, 16, 19, 25nci maddeleri Filistin Cephesi’nin, Anadolu’nun, Boğazlar’ın ve Ortadoğu kısmının statüsünü ilgilendirmekteydi. Araplarca iskân edilmiş olan topraklar Mondros Mütarekesi öncesi büyük ölçüde Osmanlı Devleti’nin egemenliğinden çıkmıştı. İtilaf Devletleri, Mütareke’nin 7. Maddesini gerekçe göstererek, Anadolu’yu da işgale başlayacaklardı.
Limni Adası’nın Mondros Limanında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, içerdiği hükümler itibariyle bir ateşkesten daha fazlasıydı. Antlaşmanın özellikle 7. ve 24. Maddeleri Osmanlı Devleti’nin siyasi egemenliğine gölge düşürür durumdaydı. Antlaşmanın 7. Maddesine göre, İtilaf Devletleri kendi güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir noktayı işgal edebilecekti. Yine antlaşmanın 24. Maddesine göre İtilaf Devletleri Anadolu’nun doğusundaki altı ilde (bu madde antlaşmanın İngilizce metninde altı Ermeni ili şeklinde yer almıştır) bir karışıklık çıkarsa işgal edeceklerdi. Bu iki madde Anadolu’da ve Osmanlı coğrafyasında yapılmak isteneni açıkça ortaya koyuyordu. İtilaf Devletleri, istedikleri yeri bir bahane ile işgal edebilirlerdi. Savaş boyunca destek gördükleri Ermenileri kullanmaya devam etmek amacıyla da 24. maddeyi metne eklemişlerdi.
Mondros geçici birtakım şartları beraberinde getiriyordu. Osmanlı’yı müteakip barış antlaşmasında İtilaf tarafının isteklerini kabule razı edecek bir düzen amaçlanmıştı. Telgraflarla iletişim, demiryolları ile de ulaşım tamamen işgal devletlerinin kontrolüne geçiyordu. Orduların dağıtılması ve teçhizata el koyulmasıyla da herhangi bir bağımsızlık hareketine karşı önlem alınmak istenmişti.
30 Ekim gecesi Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nı devralmak üzere Katma’dan Adana’ya hareket eden Atatürk, ertesi gün görevi devraldı ancak ordu lağvedilince 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gidip Harbiye Nezâreti’nde (Bakanlığında) göreve başladı. Bu devir teslimde Mustafa Kemal Von Sanders’e şöyle demişti; “Savaş müttefikler için bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren savaş, istiklal savaşımız şimdi başlıyor.”[xi]
Vatanın esaret altında yaşayamayacağına, gösterilecek topyekun dirençle işgalcilerin yurttan sökülüp atılacağına dair inancı o denli kuvvetliydi ki o en zor şartlarda dahi umudunu yitirmemiş, aksine yapılması gerekenleri etrafına bildirmeye ve teşkilatlamaya başlamıştı.
[i] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.73)
[ii] (Sonsuza Yolculuk , Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[iii] (Dehanın kodları, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[iv] (Bir ömrün öteki hikayesi, Sinan meydan)
[v] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.38)
[vi] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.39)
[vii] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.40)
[viii] (Kaynaklarda bu telgrafın tarihi yoktur. Olayların akışı 11 ya da 12 Ekim 1918 olabileceğini düşündürmektedir).
[ix] (ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C.4, Kısım 2, s. 728 vd)
[x] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.44)
[xi] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.51)