Kaderin hazırladığı kurtarıcı ; Atatürk – 9
6 Nisan 1917 günü ABD, Almanya’ya savaş ilan ettiğini ve Birinci Dünya Savaşı’na müttefiklerin yanında girdiğini açıkladığı sıralarda Atatürk’, Başkomutanlık Vekâleti’ne yazdığı yazıda: “…Piyade taburları ve topçu birliklerindeki er eksikliğinin tamamlanması zorunluğu vardır” diyordu. Yani Ordu’nun asker sayısı bunca düşman ve felaket nedeniyle hiç iç açıcı değildi. Diğer yandan 15 Nisan 1917 tarihinde Bakü’de toplanan kongrede Cumhuriyet ilanı kararlaştırıldı. 28 Mayıs günü Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti ve adı “Azerbaycan Cumhuriyeti Devleti” oldu. Meclis açılana kadar ülkeyi yönetecek şuranın başkanlığına Mehmet Emin Resulzade seçildi. (Kasım 1918’de müttefikler Bakü’yü işgal etmiş, 27 Nisan 1920 gecesi Rus ordusunun ani saldırısıyla Azerbaycan Cumhuriyeti sona ermişti.)[i]
16 Nisan günü Bolşevik lider Lenin sürgünde bulunduğu İsviçre’den Rusya’ya döndüğü ve Sosyalist Devrim çağrısında bulunduğu sıralarda Rus kuvvetleri Muş’u boşaltmaktaydı.
Mayıs 1917 başlarında Atatürk’ün başyaverliğine atanan Salih (Bozok) Bey Diyarbakır’a gelmiş, Atatürk 4. Kolordu Komutanlığı’ndan 20. Kolordu Komutanlığı’na atanan Albay İsmet (İnönü) Bey’i, saat 18.00’de Ergani Madeni yolu üzerinde karşılamış, aynı gece onunla uzunca sohbet etmişti. Atatürk’ün, 4. Kolordu Komutanlığı’ndan 20. Kolordu Komutanlığı’na atanan Albay İsmet (İnönü) Bey hakkında verdiği ayrılış sicili şöyleydi:
“Ciddî, faal, gayet zeki, yüksek fikirli, astlarına ve savaş ruhiyatına hâkim ve etkili, iyi bir görüşe ve süratli bir kavrayışa sahip. Kolordu’nun her türlü ihtiyacını düşünmekten ve sağlamaya çalışmaktan bir an uzak kalmaz ve başarır. Askerî bilgisi ve anlayışı güzel ve geniş; doğru, kesin ve tereddütsüz karar sahibi, cesur ve kişisel kararıyla hareket etmek kabiliyetine sahip. Ordu ve memlekette, üzerine alacağı mühim vatanî görevlerde kendisinden büyük hizmetler beklenir.”
13 Haziran 1917 günü Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey (İlk Milli şehit) Boğazlıyan Kaymakamlığı’nda bulunduğu sırada tehcir sırasında ihmali bulunduğu gerekçesiyle Ankara Valiliği İdare Kurulunun ‘Lüzum-u Muhakemesi’ kararı ile görevden alınarak azledilmiş, Konya’da yargılanmış İstinaf Mahkemesinin kararı üzerine aklanarak azil kararı kaldırılmış ve Tarım Müfettişi olarak görevlendirilmişti.
NOT 1: Kemal Bey, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kararı ile aynı konuda hiçbir gerekçe gösterilmeden yargılanmak üzere 7 Ocak 1919 da gözaltına alınmış ve 30 Ocak 1919’da İstanbul’a getirilmişti. Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmişti. Mahkeme sonradan bu hakimin adı ile özdeşleşecek ve “Nemrut Mustafa Divanı” veya “Kürt Mustafa Divanı” şeklinde hafızalarda kalacaktı. Nemrut Mustafa önceden verilmiş bir emri yerine getiren bir memur tavrıyla mahkemeyi sonuçlandırarak 8 Nisan 1919’da Kemal Bey’i idama mahkum etmişti. Mustafa Sabri, şeyhülislamken, Atatürk’ün yanında vatan ve namus mücadelesi veren Kuvvacı müftüleri görevden almıştı. 10 Nisan 1919’da idam edilen, Kemal Bey’in fetvasını da o imzalamıştı.
Kemal Bey’in vasiyetini yazdığı mektup şöyleydi;
“… Küçük yaşta rahmete kavuşan oğlum Adnan’ın gömülü bulunduğu Kadıköy Kuşdili Çayırı’ndaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. kabir taşım hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır; “Millet ve memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna Fatiha!..” Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e yardım edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam Karamürsel Aşar memuru sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir’de kimsesizdir. Bunlara da yardım olunursa memnun olurum. Türk Milleti ebediyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.”
Milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in son sözleri de “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet” olmuştu.
Neden böyle olmuştu? Çünkü İngilizler Ermeni komitacılara cesaret vermek ve onları kullanmaya devam etmek için Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra Ermeni tehcirinin sorumlularının yargılanması için faaliyete geçmişlerdi. İstanbul’daki İngiliz Amirali Webb, İngiltere Hükümetine gönderdiği telgrafta şöyle diyordu; “Ermenilere zulmeden herkesi cezalandırmak için Türkleri toptan idam etmeli. Cezalandırma işlemi, (…) ibret verici bir şekilde yargılayarak kişileri cezalandırma biçiminde olmalı.”
Vahdettin ise, 24 Kasım 1918’te Daily Mail’e verdiği mülakatta Birinci Dünya Savaşı’na girmemizin hata olduğunu ve kendisinin tahtta olsa böyle bir şeye izin vermeyeceğini söyledikten sonra, Ermeni meselesine karışanların cezalandırılacağına dair İngiltere’ye söz vermişti; “İngiltere’de öteden beri Türklere karşı var olan dostluk duyguları, savaş başladığı zaman hemen yok olmuş değildi. Ama Ermenilerin öldürülmeleri İngilizlerin Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik ortaya çıkarmıştır. Bu kötülükler… Yüreğimi yaralamıştır… Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır.” (Ortada hiçbir belge yokken Padişahın beyanını lütfen bir kez daha okuyun.)
Türk arşivlerinde ve diğer kurumlarda yoğun bir araştırma yapan İtilaf Devletlerinin isnat edilen suçlarla ilgili hiçbir belge bulamamasına rağmen İttihatçılardan intikam almaya kararlı İstanbul Hükümeti adeta suçlu avına çıkmış, 1397 kişi hakkında soruşturma açılmıştı. Sahte mahkemelerin sahte şâhitleriyle yargılanan vatansever Türk idarecileri arasında Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’de yer alıyordu. Daha önce Ermenilere zulmettiği gerekçesiyle Yozgat İstinaf Mahkemesi’nde yargılanıp beraat etmesine rağmen tekrar mahkeme edilmişti. Kemal Bey, savunmasında ihanet içinde olan Ermenilere devletin hiçbir zaman zalim ve adaletsiz davranmadığını söylemiş, ancak Ermenilerin bağımsızlık kazanmak amacıyla yüz binlerce masum Türk’ü katlettiklerini vurgulamıştı. Yargılama sonucunda Kemal Bey idama mahkum edildi.
Böylece Vahdettin, Daily Mail’e verdiği mülakatta ifade ettiği gibi Ermeni tehciriyle ilgisi bulunanlarının cezasız kalmaması için çaba göstermiş, Kaymakam Kemal Bey gibi Türk bürokratlarının idam kararlarını onaylamıştı.
İngilizler Kemal Bey’in idamından sonra Damat Ferit’in güvenilir bir müttefik olduğundan ve artık Osmanlı Devleti’nde güvenilir (!) bir mahkemenin varlığından bahsetmişlerdi. Kemal Bey’in idam kararı, Damat Ferit Hükümeti ve gayretleriyle alınan Şeyhülislam Mustafa Sabri fetvası ve Vahdettin’in onayından sonra 10 Nisan 1919 tarihinde yerine getirildi.
Atatürk önderliğindeki milliyetçiler ise; çıkarttıkları kanunlarla Ermeni meselesi dolayısıyla yargılanıp yok yere idam edilen Türk bürokratların yanında olduklarını göstermişlerdi. TBMM’nin 14 Ekim 1922 tarihinde çıkarttığı bir kanunla Kemal Bey Millî Şehit ilan edildi. Kemal Bey’in eşi Hatice Hanım ve çocuklarına vatanî hizmet tertibinden ömür boyu maaş bağlandı. Ermeniler tarafından terkedilmiş olup Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş bulunan 1 apartman ve 1 ev tahsis edildi. Yani … Kemal Bey’in çocuklarına Atatürk sahip çıkmıştı![ii]
NOT 2: İlk Atatürk (Mustafa Kemal) anıtı, Çanakkale Savaşı’ndan iki yıl kadar sonra, 1917’de, Osmanlı döneminde, Urfa’da dikilmişti. Anıtı “milli şehit” Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey dikmişti. İlk “Mustafa Kemal Paşa Caddesi” de yine o yıl Urfa’da açılmıştı.
(Atatürk’ün yurt içinde yapılan ilk heykel anıtı da 3 Ekim 1926 tarihli İstanbul Sarayburnu Atatürk Anıtıydı. I. Dünya Savaşı’na topçu subayı olarak katılan ve 1925 yılında Atatürk anıtları yaptırılmak amacı ile Türk Hükümeti’nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Heinrich Krippel (1883-1945), 1938’e kadar 13 yıl Türkiye’de kalarak Atatürk heykelleri gerçekleştirdi. Atatürk sanatçıyı köşkte misafir ederek hazırlayacağı tüm heykeller için kendisine poz vermiş, Krippel bu heykel ve anıtların ön çalışmaları ve taslaklarını Türkiye’de hazırlamış, bu taslaklardan tasarlanarak hazırlanan heykel kalıpları sanatçının Viyana’daki atölyesinde üretilmiş ve Viyana Birleşik Maden işletmelerinde bronza dökülmüştü.
(Sarayburnu Atatürk Anıtı 3 Ekim 1926, Konya Atatürk Anıtı 29 Ekim 1926, Ankara Zafer Anıtı 24 Kasım 1927, Samsun’daki Onur Anıtı 15 Ocak 1931, Afyonkarahisar’daki ünlü Büyük Utku Anıtı 24 Mart 1936, Ankara Sümerbank içindeki Oturan Atatürk Anıtı 1938, sanatçının bilinen ünlü eserleridir.) Bu heykeller daha sonra parçalar halinde Türkiye’ye getirilmiş ve yerlerinde monte edilmişti.)
1. Dünya Savaşı’nda Anadolu’nun dört bir yanındaki vatan evlatları cepheden cepheye koşmuş, Çanakkale cephesine Urfa’dan giden bir tabur da orada Mustafa Kemal’in komutasında savaşmıştı. Savaş sonrası Çanakkale’den gazi olarak Urfa’ya dönen Mehmetçikler, komutanları “Anafartalar Kahramanı” Mustafa Kemal’i büyük bir hayranlıkla, büyük bir övgüyle çevrelerine anlatmışlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın Diyarbakır’daki 2. Ordu Komutanlığı günlerinde Urfa Mutasarrıflığına atanan Nusret Bey, “Anafartalar Kahramanı” Mustafa Kemal adına Urfa’da bir anıt dikmeye karar verdi.
1917 yılında önce Urfa’da, şehrin kuzey kesimini Karakoyun deresine bağlayan bir cadde açıldı. Bu yeni caddeye “Mustafa Kemal Paşa Caddesi” adı verildi. Sonra caddenin ortasına, hükümet konağının karşısına bir anıt çeşme yapıldı. Bu anıt çeşme de “Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi” diye adlandırıldı. Dört cepheli anıtın her cephesine bir çeşme yerleştirildi. İki katlı ve 9 metre yüksekliğindeki anıtın ikinci kat sütunlarının başladığı bölümün dört cephesindeki özel bölmelere Osmanlıca, gidilecek yollar ve birer ok işareti ile yönler kazındı. Buna göre anıtın doğu cephesine “Kafkas Yolu” (1333), güney cephesine “Hindistan Yolu” (1333), kuzey cephesine “Bağdat Yolu”, batı cephesine ise “Mustafa Kemal Paşa Caddesi” (1333) yazıldı. 1959 yılında, eski harflerle kazılı “Bağdat Yolu” silinerek onun yerine yeni harflerle “Ankara Yolu” yazıldı. Mimarı belli olmayan anıtın bölgedeki taş ustalarınca yapıldığı tahmin ediliyor.
“Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi”, 1972 yılında bulunduğu yerden alınarak kent merkezinde Gaziantep-Diyarbakır-Mardin yolları kavşağında bugün “Şehit Nusret Bey Parkı” denilen yere taşındı. (Afet İnan, bu anıtın 1972’de “Vali Turgut Sayın tarafından yeni baştan tanzim edildiğini” yazmıştı.)
Sonrasında Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey (Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi), Damat Ferit Hükümeti tarafından 6 Nisan 1919’da “Ermeni tehciri” nedeniyle görevinden alınarak İstanbul’a çağrıldı. İstanbul’da Divan-i Harb-i Örfi’de yargılandı, suçsuz bulundu. Buna rağmen aylarca Bekirağa Zindanı’nda tutuldu. İzmir’in işgali sonrasında serbest bırakıldı. Ancak 6 Kasım 1919’da “Ermeni tehciri” nedeniyle yeniden tutuklanıp hapsedildi.
Damat Ferit Hükümeti, 17 Nisan 1920’de Divan-ı Harbi Örfi başkanlığına (Nemrut) Mustafa Paşa’yı atadı. 26 Nisan 1920’de “I. Divan-ı Harbi Örfi Mahkemesi’nin Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında” bir genelde yayınlandı. Buna göre öncelikli olarak tehcir davalarının görüleceği, yargılamaların gizli yapılacağı ve sanıkların avukat bulunduramayacağı açıklandı.
İşte bu (Nemrut) Mustafa Paşa Divanı, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i, daha önce beraat ettiği davadan bir kere daha yargıladı. Yargılama gizli yapıldığı için duruşmalarda neler konuşulduğu belli değil. Ancak mahkeme, Nusret Bey’i idam etmek için her yolu denedi. Şahit bulabilmek için gazetelere ilan verildi. Olayla ilgisi olmayan düzmece Ermeni şahitler mahkemeye çıkarıldı. 12 yaşında çocuklar şahit diye dinlendi. Nusret Bey’in söz hakkı sınırlandırıldı.
Yargılama, 24 Haziran 1920’de tamamlandı. Mahkeme heyeti, 4 Temmuz 1920’de, üçte iki çoğunlukla Nusret Bey’i 15 yıl kürek cezasına çarptırdı. Ancak mahkeme başkanı (Nemrut) Mustafa Paşa, Nusret Bey’in idam edilmesini istiyordu. Bu amaçla mahkeme üyelerinden biri değiştirildi, diğer üyeler de ikna edilerek ikinci bir kararla Nusret Bey’in idamına hükmedildi. Böylece bir hukuk skandalına imza atılarak bir sanık hakkında aynı suçtan iki ayrı karar verildi. Padişah Vahdettin, bu kararı 4 Ağustos 1920’de onayladı. Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey, Sevr Antlaşması’nın imzalanmasından beş gün önce, 5 Ağustos 1920’de İstanbul’da idam edildi.[iii]
Nusret Bey idam edildikten sonra, Divan-ı Harbi Örfi Başkanı (Nemrut) Mustafa Paşa ve mahkeme üyeleri, Nusret Bey hakkındaki hukuksuz uygulamaları nedeniyle yargılandılar ve suçlu bulundular. 15 Kasım 1920’de tutuklandılar. Böylece Nusret Bey’e verilen idam kararının haksız, hukuksuz olduğu tescillendi. Ancak Padişah Vahdettin, 6 Şubat 1921’de, haksız hukuksuz yere Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i idama götüren (Nemrut) Mustafa Paşa ve mahkeme üyelerini affetti. Adı geçen kişiler, sadece 85 gün tutuklu kalmıştı.[iv]
Nusret Bey, idam edilmeden önce eşine yazdığı mektubunda şöyle diyordu: “Bana isnat edilen suçların hiçbiriyle ilgim yok… Beni mahvettiler. Aciz kalan ailem, biçare üç ufak çocuk ile seni de mahvettiler. Allah intikamımı alsın. Masum olduğum sonradan anlaşılacaktır. Fakat heyhat… Çocuklarım sana emanet, terbiyelerine itina et. Fakir ve açsınız. Allah yardımcınız olsun. Elveda!”
TBMM, 25 Aralık 1921’de Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i de “milli şehit” ilan etti. Nusret Bey’in ailesine 1000 kuruş aylık bağlandı. Milli şehit Nusret Beyin adı, bugün Urfa’da bir köyde, bir ilkokulda, bir cadde ve sokakta yaşamaya devam ediyor.[v]
Mehmet ve Nusret Bey gibi nice vatansever aydınların kumpaslarla, yalancı şahit ve delillerle mahkum ve idam edilmesi Atatürk’te derin bir teessür yaratmakla kalmamış, aynı zamanda ihanet odaklarının ne kadar acımasız olabileceğini, adalet ve liyakatin önemini, vatan aşkının kaçınılmazlığını, millet egemenliği günlerinde mülki idare amirlerinin vatana hizmette öncülük etmesinin ne kadar mühim olduğunu öğretmişti.
Yunanistan 27 Haziran günü İtilaf Devletleri yanında savaşa girdi ve 2 Temmuz’da Türkiye’ye savaş ilan etti. 5 Temmuz 1917’de Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına bağlı 7’nci Ordu Komutanlığına (Halep) atandı.
(Kurulması kararlaştırılan VII. Ordu Komutanlığı Mustafa Kemal Paşa’ya teklif edilmişti. Anlaşıldığına göre bu atamanın yapılmasını isteyen Grup Komutanı Falkenhayn’dı. Çünkü Enver Paşa, önce Vehip Paşa’yı teklif etmiş, Alman Generalinin ısrarı üzerine 1 Temmuz 1917‟de Mustafa Kemal Paşa’ya VII. Yıldırım Ordusu Komutanlığını “Hevesle yapmaya hazır mısınız?” diye sormuştu. Durumunda tuhaflık olduğunu sezen Paşa, derhal verdiği cevapta, teklif edilen VII. Ordu Komutanlığını “Tarafınızdan uygun görülen her görevi vatanın yüksek yararlarına uygun düştüğüne inandığım için bütün heves ve vicdanımla yapacağım” şeklinde cevaplandırmıştı. Olumlu cevap 4 gün sonra alınmış, Mustafa Kemal Paşa VII. Ordu Karargâhını oluşturmak üzere yaverleriyle İstanbul’a gelmişti.) Atatürk’ün atanmasıyla boşalan 2. Ordu Komutanlığı’na da Fevzi (Çakmak) Paşa atanmıştı.[vi]
6 Temmuz günü Arabistanlı Lawrence, Arap isyancılarla Akabe kentine saldırmış, 17 Temmuz’da Rus Çarı, çıkan ayaklanma sonunda iktidardan çekilmiş, 9 Ekim 1917 günü Sosyalistler Bolşevik Hükümeti’ni devirerek, 1. Dünya Savaşından çekilip, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini kurmuştu. Devlet (SSCB), 7 Kasım 1917 tarihinde de resmen kurulmuştu. Büyük Selanik yangını bu olaydan bir ay sonra 18 Ağustos 1917 günü gerçekleşmişti.[vii]
Tarihler 20 Eylül’ü gösterdiğinde Mustafa Kemal Halep’ten Dahiliye nazırı Talat ve Başkomutan vekili Enver Paşalara 2010 kelimelik ünlü ve ilk şifreli “Falkenhayn’ı ağır bir dille eleştirdiği ve O’nun görevden alınmasını istediği aksi halde istifa edeceğini bildirdiği” raporunu göndermişti. (Bu rapora ayrıca birde şifreli rapor eklenmişti. Bu ek, Enver ve Cemal Paşalara da gönderilmişti. Yazı, Zeyl ve Sina cephesinin durumu hakkındaydı.)
Bu rapor, Mustafa Kemal’in aklının, cesaret ve kararlılığının, ileri görüşlülüğünün ve büyük liderliğinin en açık kanıtlarından biriydi. Enver paşa bu görüşleri dikkate almayınca Mustafa Kemal istifa etmiş ve yerini Fevzi Çakmak Paşa’ya bırakıp İstanbul’a gelmişti. (Mustafa Kemal raporunda Osmanlı ordusunun bir yabancı subaya teslim edilmemesini istemiş, istekleri kabul edilmeyince de istifa etmişti.) Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönüşü kaynaklarda ‘bir ay müddetle İstanbul’a mezunen gitmişler ve rahatsızlıklarına mebni tedavi edilmek üzere üç ay mezuniyet verilmiştir’ şeklinde yer almıştı.[viii] Ancak çok kısa süre sonra Mustafa Kemal’in haklılığı anlaşılmış ve maalesef Kudüs ve Filistin kaybedilmişti.)[ix] Bu rapor, aynı zamanda gelecekte ülkenin askeri ve siyasi sorumluluğunu üzerine alacak bir büyük liderin cesur ve gerçekçi gözlemlerinin bir yansımasıydı.[x]
Atatürk II. Ordu komutanı sıfatıyla izinli olarak 15 Ekim 1917’de İstanbul’a giderken, dönüş için yeterli malî güce sahip olmadığını görmüş ve sahip olduğu cins atları satılması için Cemal Paşa’ya 2000 altın mukabili bırakmıştı. Cemal Paşa bunları 5000 altına satıp aradaki 3000 altın farkını da Mustafa Kemal’e göndermişti. O’nun şahsi servet hırsında olmadığını anlatan en mühim örneklerden biri buydu.
Diğer yandan 2 kasım 1917 tarihinde Siyonizm üzerine Balfour bildirisi yayınlanmış, bundan bir ay sonra 5 Aralık’ta İngilizlerin Anadolu’daki istihbarat subayı İstihbarat Albay Maunsell’in Londra’ya gönderdiği rapor (İngilizlerin Kürtleri Türklere karşı kullanma planı) ortaya çıkmıştı; ‘Pantürkizm’e karşı ağırlıklı olarak Kürt milliyetçiliğini çıkarmak gerekir. Coğrafi durum dikkate alındığında (Kürtler) Türk kovanına önemli bir unsur olarak sokulabilir.’[xi] (Doğu bölgelerimizde uzunca yıllar yaşadığımız terörün ve kandırmacanın başlangıcı da bu tarihti.)
8 Aralık günü Kudüs, Osmanlı Devleti’nin elinden çıkıp İngilizlerin eline geçmiş, Atatürk bir hafta kadar sonra Veliaht Vahdettin ile tanışmış, bu tanışma Almanya seyahatinden 2 gün önce Vahdettin’in Vaniköy’deki köşkünde olmuştu. 15 Aralık 1917’de başlayacak Almanya seyahati, 4 Ocak’1918’de sona erecekti. Alman Genel Karargâhı’nı ve Alman cephelerini ziyaret amacıyla düzenlenen bu seyahat esnasında Atatürk, Alman askerî çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman İmparatoru II. Wilhelm ve devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara -hoşlanmasalar da- I. Dünya Harbi’nin muhtemel sonuçları hakkındaki görüşlerini belirgin şekilde anlattı. Bu sayede onlar da Atatürk’ün engin öngörü ve basiretine yakından şahit oldular.
Heyet 19 Aralık günü Alman Genel Karargâhı’nın bulunduğu Bad Kreuznach kasabasına geldi, Karargâhta imparator II. Wilhelm tarafından karşılandı. Sonraki günler Strasburg’a ve sonra Colmar’daki Alman Karargâhı ve siperlerine ziyarette bulunuldu. Atatürk, burada Alman subayları ile konuşarak incelemelerde bulunmuştu. Ertesi gün Essen’deki ağır silâh yapımıyla ilgili Krupp Fabrikaları ziyaret edildi ve Berlin’e geçildi. Heyet, burada 10 gün kalmıştı. Atatürk ve Vahdettin, yılbaşını Berlin’de geçirdi. 1 Ocak günü heyet İstanbul’a dönmek üzere akşam Berlin’den trenle hareket etti. 4 Ocak’ta İstanbul’a vardılar.
Heyet daha yoldayken 2 Ocak günü Lord Curzon memorandumunda İstanbul’un Türklerden alınmasını ve Ayasofya’nın kilise yapılmasını önermişti. (4 Ocak 1920’de bu önerisini tekrarladı.)[xii] Aynı günlerde (8 Ocak 1918)ABD Başkanı Wilson, 14 ilkesini yayımlamıştı. Bu ilkelerin başlıcaları şöyleydi:
“Açık barış antlaşmaları ve gelecekte de açık diplomasi uygulanacaktır. Karasuları dışında, savaşta ve barışta denizler kesinlikle serbest olacaktır. Ekonomik engeller mümkün olduğunca kaldırılacaktır. Ulusal silahlanmaların azaltılması için gerekli ve yeterli garanti sağlanacaktır. Sömürge isteklerinin, ilgili halkların çıkarları ile yetkileri sonradan belirlenecek olan sömürgeci devletin istekleri aynı derecede göz önüne alınmak sureti ile, kesin bir tarafsızlıkla çözümlenecektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarının egemenliği sağlanacak, fakat Türk olmayan uluslara özgür gelişme imkanları verilecektir. Çanakkale boğazı devamlı olarak bütün ulusların gemilerine açık olacaktır. Büyük ve küçük, bütün devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak olanağı sağlamak amacı ile bir milletler örgütü kurulacaktır.”
Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in, Atatürk’le Anafartalar savaşları üzerine uzun mülakatı 24 Mart tarihinde başladı, iki gün aradan sonra 28 Mart’ta tamamlandı. Atatürk’ün, o zaman annesi ve kız kardeşi ile oturmakta olduğu Akaretler’deki evinde gerçekleşen bu görüşme, aynı yıl Ziya Gökalp’in çıkardığı Yeni Mecmua dergisinin Çanakkale Zaferi için hazırlanan özel sayısında “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat” başlığı altında yayımlanmıştı. Mustafa kemal o röportajda Çanakkale savaşına ait bir hayli fazla detay vermişti.[xiii]
Tehcirin yıldönümünde Ermeni komitacılar, Kars’ın doğusundaki Subatan köyünde 750, bir hafta sonra da, yine Kars’ta, aralarında çocukların da bulunduğu 60 Müslüman’ı katletti. 28 Nisan’dan itibaren de İstanbul’da daha önce tutuklanmış bulunan İttihatçılar, devleti savaşa sokmak, çeşitli yolsuzluklarda bulunmak gibi suçlardan yargılanmaya başladı.
[i] (Akl-ı Kemal, c.1, Sinan Meydan)
[ii](https://www.aykiri.com.tr/yazarlar/umit-dogan/vahdettin-in-idam-ettirdigi-milli-sehit-kemal-bey-in-geride-kalan-cocuklarina-ataturk-nasil-sahip-cikti/)
[iii] (BOA, DUİT., 79-5/137, LEF 2)
[iv] (BOA., BEO., 350453; Takvim-i Vekayi, 9 Şubat 1922; Hakimiyeti Milliye, 14 Şubat 1922)
[v] (A. Afet İnan, “Urfa’da 1917’de Yapılmış M. Kemal Paşa Anıt Çeşmesi ve 50. Yılında Kemal Atatürk Anıtı 1973”, Belleten, Cilt: XXXIX, Sayı: 153, Ocak 1975)
[vi] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.23)
[vii] (Bir ömrün öteki hikayesi, Sinan meydan)
[viii] (Kaynak: Atatürk’ün Özlük Dosyası)
[ix] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.33)
[x] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.35)
[xi] (Cumhuriyet tarihi yalanları, Sinan Meydan)
[xii] (Sinan Meydan, 1923, 3. Baskı, s.151.)
[xiii] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.289)