Kaderin hazırladığı mücahit ; Mustafa Kemal – 4
Mustafa Kemal’in sık sık ortaya çıkan rahatsızlığı mevcut imkanlarla giderilmiş olsa da kati tedavinin Avrupa ülkelerinde modern teçhizatla yapılıyor olması göstermişti ki ülke sağlık anlamında çok ileriye gitmek ve halk sağlığından başlamak üzere modern bilgi, ekip ve teçhizata sahip olmalıydı. Dönemsel olarak yaşanan salgınlar da göstermişti ki halk sadece düşmanla veya gericilerle değil aynı zamanda hastalık ve salgınlarla da mücadele etmekteydi. Nitekim ileriki günlerde Çanakkale dahil Kurtuluş savaşı kayıplarının çoğu düşman mermisinden ziyade salgın hastalıklar, tedavi edilemeyen yaralar, yapılamayan ameliyatlar ve uzuv kayıpları neticesi verilecekti. Rahatsızlıklarına rağmen masa başı görevi talep etmeyip cephelerde dolaşması ise vatan aşkına en büyük delili teşkil etmekteydi.
Kasım sonuna doğru Binbaşılığa terfi eden Mustafa Kemal, Tobruk taarruzunu başarıyla idare etmişti. Ertesi gün -Şerif takma adıyla- Salih (Bozok) Bey’e mektubunda: “Yolculuğun ilk devresini savdık. Şimdi ikinci yolculuğa çıkıyoruz… Bizim valide acaba ne haldedir?” diye soruyordu.
Görüldüğü üzere Atatürk’ün anne sevgisi gücünü hiç kaybetmeden sürmekteydi. Kendisi vatan işleriyle meşgulken ve uzaklardayken dahi aklı annesi ve kardeşindeydi ki bu O’ndaki aile ve anne sevgisinin önemine işaret etmekteydi. İleriki yıllarda ailenin tesis ve idamesine, ana baba sevgisinin yüceliğine dair demeçleri de bunu gösterecekti.
Atatürk ve arkadaşları, 8 Aralık 1911’de Mısır sınırını geçerek Bingazi toprağına geçmişlerdi. Atatürk, burada Tobruk Bölgesi Komutanı Ethem Paşa’nın Kurmay Başkanı olarak göreve başlamıştı. Mustafa Kemal, Bingazi-Derne-Tobruk bölgesinde yerli halkı örgütleyerek, İtalyan kuvvetlerine karşı başarılı direnişlerde bulundu. (8 Aralık 1911 – 24 Ekim 1912)
12 Aralık’ta Atatürk ve arkadaşları, Defne (Resuldefne)’ye geçti, 14 Aralık’ta Nuri (Conker) Bey Defne’den Selanik’teki Salih (Bozok) Bey’e mektubunda: “…Mustafa Kemal, Fuat beraber olarak çadırdayız. Mektup hepimizdendir” diyordu. Ertesi gün birlikte Derne’den Tobruk’a hareket ettiler, Atatürk burada Ethem Paşa’nın yerine Tobruk Bölgesi Komutanlığına getirildi. Bu görev esnasında da Atatürk komutasındaki yerel kuvvetler, Tobruk bölgesinde İtalyanlara baskın şeklinde taarruz etti ve düşmana ağır zayiat verdirdi.
Tobruk ve Derne’de Mustafa Kemal’in aslında başardığı en büyük şey yerel güçleri örgütlemek ve aynı komuta altında toplamaktı. Görmüştü ki ayrı ayrı direnen noktaların düzenli düşman birlikleri karşısında başarı şansı yoktu. Bu anlayış önemliydi çünkü Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu dağlarında ayrı ayrı yakılan çoban ateşleriyle (!) Yunan ordusunun yenilemeyeceğini, düzenli ve tek bir ordu tesis etmenin gereğini o günlerden görmüş ve düşmanı bu şekilde yenmeyi başarmıştı.
Mustafa Kemal’in ilk göz yaralanması Derne’de, 16/17 Ocak 1912 tarihlerinde, komutasındaki yerli kuvvetlerin İtalyanlara karşı baskın tarzındaki taarruzu esnasında olmuştu. Gözüne bir kireç parçası girmiş ve sol gözünde görme problemi yaratmıştı.[i] Mustafa Kemal göz rahatsızlığı nedeniyle Derne’de Hilal-i Ahmer (Kızılay) hastanesine yattı. Başta Dr. Münir Bey olmak üzere doktorlar yoğun ilgi gösterdiler. (Mustafa Kemal bir ay kadar bu hastanede yattı.)
Bu sıralarda Bingazi Bölgesi Komutanlığı’nda Sağlık Başkanı olarak görev yapan İbrahim Tali (Öngören) Bey hatıralarında, Atatürk’ün, kendisini hasta olarak çadırda kabul ettiğini kaydettikten sonra şunları anlatmaktaydı: “..Komutan Bey’in bir gözünde kan var. Sık nefes alıyor. Elini sıkarken biraz da ateşli olduğunu hissettim. Kendisine ‘Ne vakitten beri rahatsızsınız? Neden geride, Mısır’dan gelmiş olan Kızılay Hastanesi’nde istirahat etmiyorsunuz?’ dedim. Mustafa Kemal Bey’i ancak, orada bulunan arkadaşların ısrarı ve Enver Bey’in müdahalesiyle hastaneye götürebildim. Orada kıymetli göz hekimi Münir Bey’in titiz bakımı ve hastane hekimlerinin hizmeti ile on beş yirmi gün içinde Mustafa Kemal Bey iyileşerek Derne Komutanlığı’nı ele aldı.”
3 Mart 1912’de Derne bölgesindeki yerel kuvvetler, İtalyanlara baskın şeklinde taarruz etmiş, şiddetli çarpışmalar sonucu Atatürk’ün komuta ettiği Doğu Kolu’nun taarruzu karşısında düşman bozguna uğrayarak ağır kayıplar vermişti. Lakin ertesi gün Mustafa Kemal’in gözündeki rahatsızlık tekrar etti. (15 gün yataktan kalkamadı.) İyileştikten sonra 11 Mart 1912 (veya 6 Mart) tarihinde, Derne Komutanlığı’na atandı.
15 Mart’ta Genelkurmay sipariş ettiği ilk keşif uçaklarına kavuştu, 27 Nisan’da Feza ve Kenan beyler, eğitimlerini tamamlayıp yurda döndükten sonra, Osmanlının keşif uçakları Türk semalarında ilk kez uçtu.[ii]
Atatürk’ün, Derne Aynımansur Karargâhı’ndan, Selanik’te Salih (Bozok) Bey’e 8 Mayıs 1912 tarihli mektubunda yazdığı şu satırlar istilâcılar karşısında savaşan kahraman subayların duygularının özetini ifade etmekteydi: “…Biz vatana borçlu olduğumuz fedakârlık derecelerini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses, bize vatanın bu sıcak ve samimî ufuklarını tamamen temizlemedikçe, gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demir atmış olduğunu görmedikçe vazifemizi bitirmiş sayılamayacağımızı ihtar ediyor! …Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selâmetini, kendi saadetini memleketin ve milletin selâmet ve saadeti için feda edebilen vatan evlâtları çoktur” diyordu.
Görüldüğü üzere Mustafa Kemal, o zor günlerde o ana dek kendisinin yaptığı hizmetleri bile yetersiz bulacak, düşmanın topraklarımızdan atılması gerektiğini kesin kez izah ve ikaz edecek bir idrake ulaşmıştı. Dahası vatansever evlatlarımızın tüm güçlüklere rağmen var ve inançlı oluşuna şahit olan Mustafa Kemal, kurtuluşa olan inancını bir daha kaybetmemek üzere o günlerde kazanmıştı. Atatürk tam bağımsızlığın kıymetini, bunu tesis için fedakarlık gerektiğini, Türk askerinin bu fedakarlıkta pek yüce olduğunu o zamanlardan görebilmişti! Orada sanatçılarla ve sanat eserleriyle yakın teması gereği olsa gerek yine bir başka mektubunda Salih Bozok’a; “Bilirsin ben askerliğin her şeyden çok sanatkârlığını severim” diyordu.
31 Mayıs 1912 tarihinde İstanbul’da bir kısım subaylar, “Halaskar Zabitan Grubu” adıyla gizli bir örgüt kurarken, 2 Temmuz’da ‘Askerlerin siyasetle uğraşmasını yasaklayan kanun’ Meclis-i Mebusan’da kabul ediliyordu. (Atatürk bu görüşü ilk kez 22 Eylül 1909’da toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’nde savunmuş, ancak o zaman bir sonuç alınamamıştı).
29 Temmuz’da Atatürk, Trablusgarp savaşının sonuna doğru Derne’den, Selanik’teki Binbaşı Behiç (Erkin) Bey’e mektubunda: “… Askerleri siyasetle uğraşmaktan men için bir kanun maddesi yapmışlar. Ben iki yıl önce tesadüfen bulunduğum bir kongrede, ‘Askerleri bırakınız’ dediğim için gerici oldum; idama mahkûm edildim. Zaman ve olaylar, her türlü gerçekleri kanıtlar ve meydana çıkarır. Fakat bazen böyle bir öldürücü darbe indirerek!”, “İhtiraslar, cehalet ve mantıksızlık yüzünden koca Osmanlı devletini mahvedeceğiz. Kuvvetli bir Osmanlı imparatorluğu vücuda getirmeyi düşünürken, vaktinden evvel esir, sefil ve rezil olacağız. (…) Lakin ne olursa olsun memleket çöküş yoluna terk edilmeyecektir”[iii] diyordu.
Hafızanın nankörlüğüne ve arşivin kıymetine inanan Atatürk 4 Ağustos’ta Derne Komutanı olarak verdiği günlük emrinde: “…Bütün subaylar ve askerî kişiler harbe katıldıkları günden bugüne kadar gözlem ve izlenimlerine dair gayet kısa ve maddî esaslara dayalı birer defter yapacaklardır. Bu defterler bir aya kadar tamamlanmalıdır” demekteydi. O’nun bu arşivcilik merakı uzun seneler sonra Nutuk’unu yazarken kendisini gösterecek, tüm yazışma ve telgraflar metnin ekine konacak, ülkenin berrak ve çirkin tarihi vesikalarıyla, muntazam bir sıra ve izahla gözler önüne serilecekti. Bu vesika sonsuza kadar da gençliğe bir ibret şeklinde Milli tarihimizin en değerli vesikası olarak kalacaktı.
Bu arada İtalyanlar 11 Eylül’de, General Reissoli komutasında takviyeli kuvvetlerle Deme üzerine üç koldan taarruz etmiş ancak Atatürk komutasındaki kuvvetlerin karşı taarruzuyla ilerlemelerine imkân verilmemişti.
15 Eylül’de Salih (Bozok), Mahmut (Soydan) ve Vasıf (Çınay) Beyler İstanbul’dan, Derne’de bulunan Atatürk’e, Halaskar Zabitan Grubu’nun eylemleri hakkında bilgi veren müşterek mektuplarında şöyle diyorlardı: “…Bizim içimizde ruh ve beyin olacak bazı vücutlar var ki, onların bugün aramızda bulunmamalarını pek şiddetle hissetmekte olduğumuz içindir ki bunları yazıyoruz. Onlar da sizlersiniz. Daha doğrusu sizsiniz!”
Birinci Balkan Savaşı (1912-13) 8 Ekim 1912 tarihinde, Karadağ’ın Osmanlı Devletine harp ilânı ile başlamıştı. (Osmanlı ile Karadağ, Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan arasında). Osmanlı’nın yenilgisi ardından, barış koşullarını saptamak üzere Aralık ayında başlayan Londra Konferansı 1913 Mayıs’ında sonuçlandı. Balkan Savaşı’nı izleyen yıllarda yüzbinlerce Türk İstanbul ve Anadolu’ya sığındı. Gelişmeler üzerine Mustafa Kemal’in, Balkan Harbi’nde görev almak üzere Trablusgarp’tan ayrılma izni istemesiyle Bolayır’da kurulan kolordunun hareket şubesi müdürlüğüne atandı. 17 Ekim’deyse Selanik’te Alatini köşkünde sürgün kalan Sultan II. Abdülhamit kaçırılırcasına İstanbul’a getirildi. 18 Ekim’de Trablusgarp Savaşı’nı sona erdiren “Uşi (Ouchy) Antlaşması” imzalandı. (Bu antlaşma sonucu Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalyanlara bırakmış, buradaki Türk subay ve askerlerini geri çekmişti.)
Uşi anlaşmasıyla Osmanlı devleti 361 yıllık bir zamandan sonra elindeki son Afrika toprağı olan Trablusgarp’ı terk ediyordu. Savaş Osmanlılar’ın çok zayıf olan mali kaynaklarını tüketmiş, ordunun seçkin kadrolarının Afrika’ya gitmesiyle orduyu zayıflatmış ve balkan devletleri için savaşa elverişli zemin hazırlamıştı. Bununla beraber bu günlerin Mustafa Kemal’in askerî kariyerinde ilk savaş deneyimi olması, üstün başarısı dolayısıyla onun askerî kariyerinde özel bir yeri vardı.
NOT: 12 Ada, 1911’deki Trablusgarp Savaşı sonrasında, Uşi Antlaşması’yla geçici olarak İtalya’ya bırakıldı ancak bir daha geri alınamadı. Balkan Savaşı’nda Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarının geleceği ise savaştan sonra 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ve 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması’yla “büyük devletlere” bırakıldı. Girit Adası ise Yunanistan’a bağlandı. Şubat 1914’teki Büyükelçilik Konferansı kararlarına göre Meis Adası hariç 12 Ada İtalya’ya, İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan’a verildi. Osmanlı bu durumu kabul etmeyerek 15 Şubat 1914’te büyük devletlere bir nota verdi. Ancak sonuç alamadı. Bu sırada 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Ege adaları Yunanistan’da, 12 Ada İtalya’da kaldı. Türkiye’nin elinde ise fiilen Gökçeada, Bozcaada ve Meis vardı.
Türk Havacıları I. Balkan Savaşı’na 9 adet harp ve 4 adet eğitim uçağı ile iştirak ettiler. Savaşın ilk döneminde bir başarı elde edilemedi ve 4 uçak kaybedildi. Türk Ordusu Çatalca savunma hattına çekildi. Yapılan savunma muharebeleri ve bunu takip eden ileri hareket sırasında çok başarılı keşif uçuşları gerçekleştirildi. Bu uçuşlara iştirak eden pilotlardan Fesa, Salim, Fethi ve Fazıl Beylerle Rasıt Yüzbaşı Kemal Bey özellikle kendilerini gösterdiler. Havacılığın harekat üzerindeki etkilerini yakından görme şansı elde eden Mustafa Kemal ileriki yıllarda da bu gücün artırılarak devamı için muazzam gayret sarf edecekti.
Mustafa Kemal 24 Ekim 1912’ye kadar kaldığı Bingazi’de Derne ve Tobruk bölgelerinde önemli ve başarılı hizmetlerde bulunmuştu. Öyle ki İtalyan kuvvetleri sayı ve silah üstünlüğüne rağmen kıyılara saplanıp kalmış, idealist Türk subayları yerli aşiretleri organize etmiş, silâh ve mühimmatı da İtalyanlara yapılan baskınlarla temin etme yolunu bulmuşlardı. Bir avuç kahraman Türk subayı gerillâ savaşı ile kendilerinden kat kat üstün, zamanın en iyi silâhlarına sahip düşman kuvvetlerini aciz bırakmışlardı. Olay adeta millî mücadelenin habercisi gibiydi.
Türk – İtalyan savaşı Mustafa Kemal’in ilk savaş deneyimiydi. Çok başarılı geçmişti. Nitekim Bingazi umum kumandanı yarbay Enver bey, millî savunma bakanlığına 24 Ekim 1912 tarihli yazısında “Mustafa Kemal’in, 18 aralık 1911‟de kendi arzusu ile orduya katıldığını, evvela Derne şark kolu kumandanlığında, daha sonra Derne kumandanlığında bulunarak, fevkalade iyi idare ve iktidar gösterdiği gibi gözlerindeki rahatsızlığa rağmen, son zamanlara kadar başarılı hizmette bulunduğunu” rapor etmişti. Enver Bey ile Mustafa Kemal ilişkilerinin pek de sıcak olmadığı göz önüne alınırsa yapılan hizmetin değeri daha iyi anlaşılır. Bu sebeple Mustafa Kemal 6 Kasım 1913’de Bingazi muharebelerinde gösterdiği yiğitlik ve liyakat gerekçesiyle kıdemine 2 sene zam yapılarak 4. Rütbeden Osmanlı nişanı ile ödüllendirilmişti.
[i] (Sonsuza Yolculuk, Yrd. Doç. Dr. Ali Güler)
[ii] (Akl-ı Kemal, C.4, Sinan Meydan)
[iii] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.27 ; 1923, Sinan Meydan, 1923, 3. Baskı, s.16.)