Kaderin hazırladığı siyasetçi ; Mustafa Kemal – 6
Mustafa Kemal devletin Sofya’daki ilk askerî ataşesiydi. Görevi; istihbarat çalışması yapmak, Bulgaristan’la siyasî ve askerî alanda çıkar birliği sağlamak, Bulgaristan’da bulunan Türk azınlığını örgütleyerek ülkede etkin hale getirmek şeklinde özetlenebilirdi. Bulgaristan’da o yıllar 900 bin civarında Türk vardı. O yıllarda Bulgaristan’da 1185 kız – erkek karma ilkokul, 35 rüştiye, 25 kız okulu vardı. 1400 kadar öğretmen 70 bin kadar da öğrenci bulunmaktaydı. Buradaki Türk halkının millî şuuru uyanıktı, Türkçe yayın yapan gazeteleri vardı. Mustafa Kemal Sofya’da genel durumu tespit ettikten sonra ülke içinde bir geziye çıkmış, her gittiği şehirde Türklerce coşku ile karşılanmıştı.
İkinci geziyi manevralar dolayısıyla yaptı. 1914 şubatında Bulgaristan’da seçim yapılacaktı. Bulgaristan’da birçok parti olmakla beraber, Makedonya İstiklâl komitesi, Makedonya’nın bağımsızlığını hedef almıştı. Mustafa Kemal bu komite ile yakın ilişki kurdu. Seçimlerde, Mustafa Kemal’in amacı Sobranya’ya (Bulgar millet meclisi) kabil olduğu kadar Türk milletvekili sokmaktı. Gücün parçalanmaması, Türklerin tek parti içinde toplanmaları ile mümkündü. Bunun için Rodoslavof’un liberal partisi desteklendi. Bu yolla Sobranya’ya hepsi aynı partiden olmak üzere 17 Türk milletvekili girdi. Liberal parti 17 Türk dahil 129 milletvekili kazanmıştı (meclisteki 244 sandalyenin yarından fazlasını). Böylece Türkler Bulgar siyasî hayatında büyük bir etkinlik kazandı. Bu Mustafa Kemal’in önemli bir başarısıydı.
Birinci dünya savaşı öncesinde, üçlü İttifak ile üçlü İtilâf blokları arasında Bulgaristan’ı kazanmak için yoğun faaliyetler vardı. Mustafa Kemal hükümetini bilgilendirmek için aralarında bir gönül macerasının da geçtiği Bulgar harbiye nazırının genç ve kültürlü kızı Mara Kovaçef ve bazı Bulgar görevlilerden yararlandı.
Burada bahsedilmemiş olsa da Mustafa Kemal Sofya’da tarıma ve kooperatifçiliğe, okul ve eğitime, kız çocuklarının eğitime dahil edilişine şahit olmuştu. Ayrıca öğretmenlerin fedakar çalışmalarına ve orada yaşayan Türklerin milli şuuruna tesadüf etmişti. Özetleyecek olursak Mustafa Kemal askerî ataşe olarak aşağıdaki konularda etkin rol oynamıştı:
“Bulgaristan Türk basını, ilkeli bir yayın politikası etrafında toplanmıştı. Buradaki Türkler aynı siyasî örgütün içinde birleşmiş ve Bulgar siyasetinde etkin bir duruma gelmişler, millî birlik ve bilinç daha da güçlenmişti. Birinci cihan Harbi’nin başlaması üzerine on bin kadar Bulgar Türk’ü pasaportsuz ve gönüllü olarak Türk ordusuna katılmıştı. Millî Mücadele’de Bulgaristan’daki Trakya İstiklâl komitesi üyeleri, Anadolu’ya silâh ve cephane teminine yardımcı olmuşlardı.”
Başarılı hizmetlerine rağmen Atatürk Sofya’daki görevini faal görevden uzaklaştırma olarak değerlendirmekteydi. 1 Ağustos 1914’te birinci dünya savaşı başladıktan sonra İttihatçıların Almanlarla anlaşmasını acı bir şekilde eleştirmiş, hatta Alman ordularının zafer yürüyüşleri yaptığı günlerde savaşı kaybedeceklerini söylemişti. Osmanlı’nın savaşa girmesi üzerineyse, ısrarla ordu içinde rütbesine uygun bir görev verilmesini istemiş, yazılı ve sözlü ısrarları üzerine, 29 Kasım 1914’te 1. Tümen komutanlığına atanmış ama 2 gün sonra atama iptal edilmişti.
Bu görev süresince de Mustafa Kemal hem lisanını geliştirme, hem de o bölge kültürüyle tanışma imkanı bulmuş, elde ettiği istihbarat ile pimi çekilmiş bomba gibi duran huzursuzlukları tespit edebilmişti.
Mustafa Kemal’e cephe görevi ancak Sarıkamış bozgunundan sonra harbiye nazır vekili Talat Paşa imzasıyla verildi. (20 Ocak 1915) Mustafa Kemal Tekirdağ’da kurulmakta olan 19. Tümene komutan olarak atandı, yurda döndü.
Atatürk 23 Ocak tarihinde Madam Hilda Christianus’a resmini armağan etmişti: “Hakikatli ve pek nazik Madam Hilda’ya.”(Hilda Christianus, Atatürk’ün 1914 yılında Sofya’da villâlarının bir odasında pansiyoner olarak kaldığı Avusturyalı bir ailenin, Gustav Christianus’un kızıydı. Atatürk bu aile ile tanışmış, sık sık sofralarında yemek yemişti.) Hilda, 1961 yılında 70 yaşlarında iken Atatürk hakkında şunları söylemişti: “O, bir dâhi idi. Mustafa Kemal gibi bir kimse yeryüzüne bir daha gelmedi. Çok enteresan, çok mühim, büyük bir insandı o!”
25 Ocak tarihindeyse, Madam Corinne’e Fransızca mektubunda: “…Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek yerler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu korumaktan geri kalmayacağım.” vatanın asli kurtuluşu için beliren uyanışları bildiriyordu. Bu mektup Atatürk’ün o yıllarda içerisinde alevlenen vatan aşkı ve bir şeyler yapmak gerektiği noktasında dikkate alınması gereken bir vesikaydı ki Mustafa Kemal yapılacak o şeye henüz karar verememiş olmanın da üzüntüsünü yaşamaktaydı. Liyakatli ve namuslu icra edilen vazifelerin verdiği iç huzuru anlatan cümleleri de devlet ve iş ahlakını ifade etmekte, çalışma disiplin ve şeklini ortaya koymaktaydı.
Atatürk 10 Şubat’ta ataşeliğin maddi sıkıntılarını Harbiye Nezareti’ne bir kez daha dile getiriyordu: “Sofya’ya gelişim gününden bugüne kadar ödeneklerimin düzensiz ödenmesi yüzünden, her bakımdan büyük güçlükler içinde kaldım.”16 Şubat’ta ödenek isteğini yineleyen Atatürk’ün Harbiye Nezareti’ne bir kez daha: “Burada, sosyal yaşamımın da bilgi toplamama pek büyük etkisi bulunduğunu açıklamak gereksizdir. Şimdiye kadar ödeneklerimin gönderilmesindeki düzensizlik, herhangi bir otelin üçüncü katında bir odaya bağlı kalmak, gerekenlerle gerektiği gibi ilişkilerde bulunmaya engel olmaktadır. Bu nedenle önceki isteklerimin göz önüne alınması uygun olur.” diyordu. 27 Mart 1914’te Atatürk Sofya’dan Harbiye Nezareti’ne yazısında: “Bir ataşemiliterin memuriyet şerefine uygun bir yer tutabilmek ve demirbaş eşya alabilmek için Nezaret’çe para gönderilmesi”ni istiyordu. (Bu yazı üzerine Harbiye Nezareti tarafından, kiralanacak evin eşya alımında kullanılmak üzere 219 Osmanlı lirası gönderilmişti.)
11/12 Mayıs 1914 tarihinde Atatürk, Askerî Kulüp’te tertiplenen kıyafet Balosu’na yeniçeri elbisesiyle katılmıştı. Mustafa Kemal, Sofya’da askeri ateşeyken, Mayıs 1914’te Bulgarların ulusal günü dolayısıyla yapılacak ve Kral Ferdinand’ın da katılacağı kıyafet balosuna davet edilmişti. Dikkatleri üzerine toplayacak bir kıyafet düşündü. Yanındaki Ali Fethi Bey’e; “Yeniçeri kıyafetiyle katılsam nasıl olur?” dedi. Araştırmalar sonunda Topkapı Sarayı’nda bir yeniçeri kıyafeti olduğunu öğrendi. Manastır Askeri İdadisi’nden arkadaşı İsmail Hakkı Kavalalı’dan gidip almasını rica etti.
İstanbul Merkez Kumandanı Kazım (Özalp) Bey’e de bir mektup yazarak kıyafet konusunda yardımcı olmasını istedi. Kıyafet alındı, 11 Mayıs 1914’te Mustafa Kemal ve Ali Fethi Bey baloya beraber gittiler. Geniş ve bol ışıklı balo salonuna girer girmez tüm dikkatler Mustafa Kemal’e çevrilmişti. Kıyafet Kral Ferdinand’ın da dikkatini çekmişti. Mustafa Kemal’i locasına davet etti. Kıyafetinden dolayı kutladı ve gümüş bir tabaka armağan etti. Bu kıyafet baloda tartışmasız birinci seçildi. Aynı baloda bir de büyük ödüllü dans yarışması vardı. Mustafa Kemal, Bulgar Başbakanı’nın kızına kavalyelik ederek bu yarışmaya da katıldı. Tüm valsleri tamamlayarak dereceye girdi. Sabaha kadar devam eden balonun bitiminde İspanya Maslahatgüzarı Mustafa Kemal’i evine davet ederek, yeniçeri kıyafetiyle o meşhur fotoğrafın çekilip tarihe kalmasını sağladı.[i]
13 veya 26 Mayıs’ta (Splendid otelinden), Madam Corinne’e -sonu, Latin harfleriyle Türkçe yazılmış bir paragraf da içeren- Fransızca mektubunda: “Dünya insanlar için bir sınav meydanıdır, imtihan edilen insanın her soruya mutlaka pek uygun cevaplar vermesi mümkün olmayabilir. Fakat düşünmelidir ki, hüküm cevapların tümünden oluşan sonuca göre verilir” diyordu.[ii]
Mustafa Kemal’in Latin harflerini o tarihte kullanmaya başlaması gözlerden kaçmamalıdır. Dahası kıyafet olarak giydiği Yeniçeri kostümü elbette karşı tarafa bir mesaj niteliği taşımaktaydı. Çocukluk dostu ve can yoldaşı Nuri Conker’in kitabına cevaben yazdığı eseri de göstermekteydi ki içinde derin fırtınalar kopmakta, bilgi ve becerisi ile yeterliliğe erişmekteydi.
Lakin ülkenin maddi sıkıntıları tüm fonksiyon alanlarına olumsuz tesir etmekteydi ki bu devletin uzun ömürlü olamayacağına ve yabancılara muhtaç duruma düşeceğine işaretti. İnsanların küçük hatalar yapabileceğini ancak özde ve genelde iyi olmak gerektiğini, dünya alanının bir sınav alanı olduğunu beyan edişi Mustafa Kemal’in o yıllarda din tarihine de müracaat ettiğinin ve derin bir dini bilgiye sahip olduğunun da deliliydi.
Mustafa Kemal Mayıs 1914 içerisinde “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” adlı kitabını yazdı ve kitap Aralık 1918’de İstanbul’da yayımlandı. Nuri (Conker)’in “Zabit ve Kumandan” adlı, konferanslardan oluşan eseri üzerine, -onunla sohbet şeklinde- “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” adıyla yazmıştı.
NOT: Birinci Dünya Savaşı’na, Çanakkale Muharebelerine, imzalanan anlaşmalara, yurdun işgaline ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya sevk eden gelişmelere bir önceki ÇARE ATATÜRK kitabımızda genişçe değindiğimiz için burada kısa özet yapmakla yetineceğiz.
Daha sonraki yıllara emsal teşkil edecek bazı uygulamalar da o yıllarda yaşanmıştı ki sözgelimi 2 Ağustos 1914 tarihinde Tekalif-i Harbiye hükümleri uygulanmış, halkın elindeki gıdanın % 25’ine el konulmuş, Osmanlı savaşa girişiyle birlikte 4 Eylül’de kapitülasyonları kaldırdığını, 11 Ekim’de de Sultan Mehmet Reşat “Cihad-ı Ekber” (Büyük veya Kutsal Cihat) ilan etmişti.[iii] (Kimi kaynaklarda 7 Kasım)
17 Eylül’de Atatürk, Sofya’dan Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey’e I. Dünya Harbi’nin seyri ve geleceği hakkında görüşlerini ve kişisel duygularını yansıtan mektubunda: “…Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda, bu ana kadar takip ettiğim gaye hiçbir vakit şahsî olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye teşebbüs etmiş isem daima memleketin, milletin ve ordunun nam ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın sivrilmesini ve üste çıkmasını göz önüne almamışımdır” diyordu. Atatürk, Tevfik Rüştü Aras’a gönderdiği bu mektubunda o güne kadar ki gelişmeleri dikkate alarak Almanların Birinci Dünya savaşında yenileceğini söylemişti.[iv]
Atatürk’ün, 31 Ekimde Sofya’da kaleme aldığı Fuat (Bulca) Bey’e evliliği nedeniyle tebrik mektubu: “Hayat kısadır. Bunu kutlamak ve taçlandırmak için insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. ..inkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat kadınsız olamaz.” ve aynı tarihli, Salih (Bozok) Bey’e -Fuat (Bulca) Bey’in evliliği nedeniyle- mektubu: “.. Hayatın çeşitli yönlerinden birkaçını görenler evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de ister istemez gözlemlerler. Bu gözlem pek tatlı olabileceği gibi, pek acı da olabilir. ..Biz Fuat için lâtif ve saadetli manzaralarla evlilik hayatının taçlanmasına dua edelim.” evlilik müessesesine dair görüşlerini ortaya koymaktaydı.
Mustafa Kemal’in daha 33 yaşında bir yarbay iken 1. Dünya Harbi’ne dair hepsi birer birer gerçekleşen öngörülerinde I. Dünya Harbi başlamadan önce ve başladıktan hemen sonra bu harbe Osmanlı’nın girmemesi konusundaki ikazları vardı. Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı Kurmay Yarbay Ali Fuat (Cebesoy)’a yazdığı bu mektuplarından birisi şu şekildeydi:
“İngiliz-Alman rekabeti ve yeniden büyüyen Sırbistan’ın Avusturya ve Macaristan’ın güneyindeki Slavlar üzerinde iddiası yüzünden, pek yakında dünya harbinin patlayacağına inanılabilir. Hiçbir hazırlığımız olmadan acele bu harbe de sürüklenecek olursak, Anadolu’muz, Boğazlarımız ve 500 yıllık Türk İstanbul’umuz muhakkak tehlikeye girer. Bu sefer bir kelime ile Türklüğümüz mahvolur. Bundan sonra hiç olmazsa kendimizi hülyalara kaptırmamalıyız. Zira telafisi mümkün olamayacak bir felaketle karşılaşırız. Gelecekte hiçbir hissiyata aldanmadan, kesin kararımız, Türk çoğunluğunun çizdiği hudut hem dış siyasetimizin hem de savunmamızın temel taşı olmalıdır.”
Savaş başladıktan sonra da, yakın arkadaşı Doktor Tevfik Rüştü Aras’a şu mektubu yazmıştı;
“Bu savaş çok uzun sürecektir; ona girmekte geç kalınmaz; bundan korkup acele etmeyelim. Ne yap yap partinin genel merkezindeki dostlarınıza, özellikle bacanağınız Doktor Nazım Bey’e bütün gayretinle anlatmaya çalış. Başlayan bu dünya savaşına biz asla karışmayalım. Senin de bu fikirde olduğuna şüphem yoktur. Elçi Fethi (Okyar) Bey de bu fikirdedir. Bu dünya savaşına memleketimizin karışmaması için elinden geleni yapmaklığını isterim.”[v] Lakin sesini duyan olmadı, duysa da önemsemedi.
Mustafa Kemal o engin askeri ve siyasi öngörüsünü elbette okuduğu kitaplardan, yaşadığı tecrübelerden ve basiretli muhakeme yeteneğinden almaktaydı. Tüm bunlarsa göstermekteydi ki O artık öğrencilikten çıkmak üzereydi ve çok yakında öğretmenlik sandalyesine oturmaya adaydı.
[i] (İsmail Hakkı Kavalalı, Vakit Gazetesi, 08.09.1947)
[ii] (Akl-ı Kemal, c.1, Sinan Meydan)
[iii] (Bu Vatan Böyle Kurtuldu, Erol Mütercimler)
[iv] (Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, 7. Baskı, s.20)
[v] Prof. Dr. Hikmet Özdemir, “Atatürk’ün Geleceği Seziş ve Öngörü Gücü (1914 Yılı)” (s. 37 -38)