Kaderin nasip ettiği kurtarıcı ; Gazi Mustafa Kemal – 14
Kurtuluşun Samsun’dan sonraki adımı Amasya’ydı. 12 Haziran 1919’da sıcak bir ramazan günü Atatürk araçtan indi. Bekleyen kalabalığa şöyle seslendi: “Aziz Amasyalılar! Padişah ve hükümet, itilaf devletlerinin elinde esir durumdadır. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü duruma çare bulmak için sizlerle çalışmaya geldim. Hep beraber aziz vatanımızın kurtuluşu için gayret sarf etmeliyiz. (…) Düşmanların… herhangi bir saldırısına karşı ayaklarımıza çarıklarımızı çekerek vatanı en son kayasına kadar savunacağız. Allah milletimize yenilgiyi gösterirse bütün evlerimizi, mallarımızı, ateşe vererek ve vatanı bir harabeye çevirerek boş bir çöl halinde düşmana bırakacağız. Amasyalılar buna hep beraber yemin edelim…” Bütün Amasyalılar, ellerini havaya kaldırarak “Yemin ederiz paşam!” diye bağırdılar. Atatürk sözlerini, “İttihatçılık, itilafçılık bitmiştir. El ele vereceğiz ve vatanımızı kurtaracağız” diye bitirdi.
21/22 Haziran gecesi Amasya Genelgesi hazırlandı. Atatürk, kendi ifadesiyle, “mevcut siyaset teorisini” değiştirmek gerektiğini düşünüyordu. Tüm siyasal, mezhepsel ve etnik bölünmüşlüklerin ötesinde Osmanlı yönetiminin, sarayın, sultanın, mevcut partilerin dışında, tamamen millet iradesine dayanan, bütünleştirici yepyeni bir siyaset teorisi kurmak istiyordu. Atatürk’ün hazırladığı devrimin işaret fişeği Amasya Genelgesi’nin esası şöyleydi: “Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Genelgede ayrıca, milletin sesini dünyaya duyuracak bağımsız “milli bir heyetten”, halkın katılımıyla toplanacak Sivas ve Erzurum kongrelerinden söz ediliyordu. Genelgede bir de “Mahrem (Gizli) madde” vardı. Açıklanmayan bu 6. madde şuydu: “Askerî ve millî örgütlenme hiçbir surette kaldırılmayacaktır. Komuta hiçbir surette ve hiçbir kimseye terk edilmeyecektir. Silâh ve mühimmat kesinlikle elden çıkarılmayacaktır.” Bu kararlar, 21/22 Haziran’da Atatürk, Ali Fuat Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Albay Refet Bey ile Albay Kâzım, görevli memurlar Hüsrev Bey, Muzaffer Bey ve başka bir memur tarafından imzalandı. Daha sonra da asker, sivil yetkililere gönderildi.
Amasya Genelgesi hem yeni bir siyaset teorisinin hem de yeni bir devletin habercisiydi. Çünkü kurtuluşu doğrudan doğruya milletten, milletin iradesinden bekliyordu. Hem ulusal bağımsızlığa hem ulusal egemenliğe vurgu yaparak Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “Milli hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurma”[i] düşüncesini ilk kez ortaya koyuyordu. Dolayısıyla Genelge özünde bir ihtilal bildirgesiydi.
Atatürk, 8-9 Temmuz 1919 gecesi saat 22.50’de çok sevdiği askerlik mesleğinden ve 3’ncü Ordu Müfettişliği görevinden istifa etmiş, bu kararını, 9 Temmuz’da Savunma Bakanı ve Padişaha telgraf ile bildirmişti. Aynı gün, kararını halka ve Kolordu Komutanlıklarına; “Vatan ve milleti parçalanma tehlikesinden kurtararak, Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için verilecek Milli Mücadele’de, milletle beraber serbestçe çalışmaya, resmi ve askeri sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için milletle beraber sonuna kadar çalışmaya, kutsal saydığım inançlarım adına söz verdiğim ve büyük bir tutkuyla bağlı olduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ediyorum. Bundan sonra, resmi sıfat yetkilerden sıyrılmış olarak yalnız milletin sevgi ve fedakârlığına güvenerek ve onun tükenmez bereket ve kuvvet kaynağından ilham ve güç alarak, kutsal milli amacımız için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere millet içinde mücadele eden bir fert olacağımı saygıyla açıklar ve duyururum.” sözleri ile açıklamıştı.
Erzurum Kongresini Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Şube Başkanı Hoca Raif Efendi, geçici başkan olarak açmış, Atatürk, kongreye asker olarak değil, ilk kez sivil bir kişi olarak katılmıştı. Kongreye katılmak için bir yerden delege olmadığı için Cevat Dursunoğlu ve Kazım Bey, kendi delegeliklerinden istifa ederek Atatürk ve Rauf Orbay’ın delege olmasını sağlamıştı. Kazım Karabekir dâhil en yakın arkadaşları, değişik gerekçeler ileri sürerek, kongre başkanı olmamasını istemişlerdi. Ancak, yapılan oylamada başkanlığa oy birliği ile Atatürk seçilmiş ve yaptığı konuşmada;
“Tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Bundan dolayı, böyle bir yalan örtüsünün arkasından vatanımız ve milletimizin aleyhinde verilen hükümler, kanaatler kesinlikle iflas etmeye mahkûmdur. Bütün bu iğrenç zulümlerden ve bu talihsiz zavallılardan, tarihimize karşı uygun görülen haksızlıklardan üzüntü duyan millî vicdan, sonunda sesini yükselterek haykırmıştır. Müdafaa-i Hukuk-i olarak değişik isimlerle fakat aynı kutsal değerlerin korunması için ortaya çıkan millî akım, bütün vatanımızda artık bir elektrik şebekesi hâline girmiş bulunuyor. İşte bu kararlılıkla meydana getirdiği kahramanlık ruhudur ki vatan ve milletin kutsal bildiklerini kurtarma ve korumaya dayanan son sözü söyleyecek ve hükmünü uygulattıracaktır. Milletin mukadderatına hâkim bir milli irade, ancak Anadolu’da doğacaktır. Milli iradeye dayanan bir Millet Meclisi’nin meydana getirilmesi ve gücünü milli iraden alacak bir hükümetin kurulması kongre çalışmalarının ilk hedefi olacaktır.” demişti.
23 Temmuz 1919 “Erzurum Kongresi”, Anadolu’da Samsun’a çıkış ve Amasya Genelgesi’nden sonra Milli Mücadele’nin üçüncü adımı olarak yakılan bağımsızlık meşalesiydi. Havza ve Amasya’da milli direnişin askeri temeli atılmış, siyasi karşılığını Erzurum Kongresi yaratmıştı. Bölgesel nitelikli bir kongre olmasına karşın önemli kararlar almıştı. Burada; sömürgeciliğin bir başka biçimi olan “Manda ve Himaye”, binlerce yıl bağımsız yaşamış bir millet için kabul edilemez olduğundan kesin bir şekilde reddedilerek, ilk kez “Ulusal Egemenliğin” koşulsuz gerçekleştirilmesine karar verilmişti.
Kongre, Sivas Kongresi’nin ön hazırlığı niteliği taşımaktaydı. Atatürk, en az kongre kadar “Kuvayı Milliye” örgütlerinin ülke düzeyinde gelişip yayılması için uğraşmıştı. Alınan kararların yaşama geçirilmesinde eylemin, eylemin gerçekleşmesinde ise birlikte davranmanın değerini bildiği için örgüt oluşturmaya büyük önem vermişti. Askeri ve siyasi özellik taşıyan “Kuvayı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk” örgütleri; Rum ve Ermeni terörüne karşı yayılıp yoğunlaşan, halkın temsil ettiği ve kurup yaşattığı silahlı bir güç ve Milli Mücadele’nin ilk direniş birimleri olmuştu.
Erzurum Kongresi; 14 gün sürmüş, çalışmalarının sonucunda, tüzük ve bildiri metni ile birtakım köklü ve geniş çaplı ilkelere ve kararlara varılmıştı. Ulusal bağımsızlığı ve halkın birliğini amaç edinerek, Milli Mücadele’de izlenecek ilke ve çizgide önemli belirleyici olmuştu. Bütün dünyaya Türk milletinin varlık ve birliği gösterdiği kongrede;
“Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin dağılması halinde, millet kendini birlik halinde savunacak ve direnecektir. İstanbul Hükûmeti vatanı koruma ve istiklâli elde etme gücünü göstermediği takdirde, bu maksadı gerçekleştirmek için geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmış değilse, bu seçimi “Temsil Heyeti” yapacaktır. Milli Kuvvetleri tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır. Hristiyan azınlıklara, siyasî hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez. Manda ve Himaye kabul olunamaz. Millî Meclis’in derhal toplanmasını ve hükûmetin yaptığı işlerin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır” kararları alınmıştı.
Heyet Erzurum’dan Sivas’a hareket edecekti ancak yeterli para yoktu. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden, emekli Binbaşı Süleyman Bey 900 lira verdi, Cevat Dursunoğlu bu parayı 1000 liraya tamamlayıp Mustafa Kemal’e iletti. Sivas yolculuğu bu parayla finanse edildi. Atatürk ve beraberindekiler, 29 Ağustos 1919’a kadar Erzurum’da kalmış ve 22 gün süren çalışmalardan sonra aynı inanç ve kararlılıkla Sivas Kongresi için Erzurum’dan ayrılmış, büyük tehdit ve zorluklar içerisinde, 2 Eylül’de Sivas’a gelmişti.
Mustafa Kemal ve arkadaşları Refahiye-Suşehri üzerinden sabah Sivas’a vardılar. Sivas’a 5 km mesafede çadırlar kurulmuş, neredeyse tüm Sivas halkı Kılavuzan tepesinde Mustafa Kemal Paşa’yı karışlamaya gelmişti. Fransız binbaşının tehdidi yüzünden telaşlanan genç Rasim’i gören Paşa, “Gençler için vatan işlerinde ölmek olabilir, korkmak asla” dedi. Kongrenin düzenleneceği Sultani (Lise) binasına geldiklerinde kafileyi Vali Reşit Paşa karşıladı. Mustafa Kemal Paşa akşam yemekte Reşit Paşa’ya “Binbaşı Bruno nerede?” diye sordu. “Malatya’ya doğru firar ile meşgul…” cevabını aldığında hafif tebessüm etti.
Ve Sivas kongresi… Bağımsızlık savaşımızın ve Cumhuriyetimizin temelleri aslen Sivas’ta atılmıştı. Mustafa Kemal Paşa, tam 108 gün Milli Mücadele’yi Sivas’tan yönetti. Milli Mücadele’nin Ankara’dan önceki karargâhı Sivas’tı. Atatürk 13 Kasım 1937’de Sivas’ta şöyle demişti; “Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi.” Sivas Kongresi’ne karşı çıkan çoktu. Batı’da Yunan’la çete savaşı veren Kuvvacılar kendilerini birer lider olarak görüyor, milli örgütlenmeye ihtiyaç olmadığını düşünüyordu. Sivas Kongresi’ne karar verilen Amasya toplantısında Rauf Bey (Orbay) ve Refet Paşa (Bele) Amasya kararlarını zoraki imzalamışlardı. Balıkesir Kongresi Başkanı Hacım Muhittin “Ne kuvveti var bunların?” diyordu. Kazım Karabekir Paşa ise Sivas’ta toplanmanın kendi elimizle tehlikeye atılmak olduğunu söyleyip Erzurum Kongresi’yle yetinmek gerektiğini söylüyordu.
Sivas Kongresi’ne katılımcı bulmak kolay olmadı. Sivas’a gelmesi gereken Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinden Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey gelmedi. Siirt Milletvekili Sadullah Bey ortada yoktu. Servet ve İzzet Beyler ise Trabzon’a gitmiş, gelmiyorlardı. Bu nedenle Doğu’dan Sivas Kongresi’ne Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Raif Efendi, Şeyh Fevzi Efendi ve Bekir Sami Bey katılacaktı. Trakya’dan kimse gelmeyecekti, İzmir’in ardındaki bölgeden birkaç kişi gelecekti, ne içteki Konya ve civarından, ne güneyde Toroslardan, ne Mezopotamya ve civarından, ne de Karadeniz kıyılarından kimse gelecekti. İstanbul’dan ise bir kişi gelecekti.[ii] Kongreye, Sivas Kongresi’ne seçilen 40 delegeden ancak 36’sı katılabildi.
4 Eylül 1919 Perşembe günü öğleden sonra saat 14.00’da kongre açıldı. Mustafa Kemal Paşa kongreyi açarken konuşmasında “Tarih bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. (…) Vatan ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak ki iflasa mahkûmdur” dedi. Milletimizin “namus” ve “istiklalini” kurtarmak için silaha sarıldığını söyledi. Sonra başkanlık seçimine geçildi. İsmail Fazıl Paşa, kongre başkanlığının sancak adlarının baş harflerine göre nöbetleşe yapılmasını önerdi. Ancak bu teklif reddedildi. Mustafa Kemal Paşa, 3 muhalif oya karşı ezici bir çoğunlukla başkan seçildi. Daha sonra kongrenin partilerle, özellikle İttihat ve Terakki’yle alakalı olmadığını göstermek için bir yemin hazırlandı.
5 Eylül 1919 Cuma günü birinci celse sonunda delegeler toplantı salonunun kapısında tek tek şu yemini okudu: “Saadet ve selameti vatan ve milletten başka hiçbir şahsi amaç takip etmeyeceğime; İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma ve mevcut siyasi partilerden hiçbirinin siyasi emellerine hizmetkâr olmayacağıma vallahi, billahi…”
5 Eylül’de padişaha sadakat bildirildi. Mustafa Kemal Paşa, strateji gereği, mümkün mertebe, halife/padişahı karşısına almayıp Damat Ferit Hükümeti’ne cephe alıyordu. 6 Eylül Kurban Bayramı’nın ilk günüydü. Başta Camii Kebir olmak üzere Sivas’ın bütün camilerinde vatanın düşman işgalinden kurtulması için dua edildi. Ülke işgal altında olduğu için diğer şehirler gibi Sivas’ta da bayram sevincinden eser yoktu. O gün kongre toplanmadı. Sivas Belediyesi’nden bir kurul kongre binasına gelerek Mustafa Kemal Paşa ve delegelerle bayramlaştı. Kongre sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı baskıyla Damat Ferit Hükümeti istifa etti. Yerine ılımlı Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Böylece Anadolu hareketi, İstanbul’a karşı ilk önemli başarısını elde etti.
Amerikan Chicago Daily News gazetesi muhabiri E. L. Brown, kongreyi izlemesi için Sivas’a gönderilmişti. 8 Eylül günü, kongre açılır açılmaz, İsmail Hami Bey (Danişment), 25 kişinin imzasıyla kongreye Amerikan mandasının kabul edilmesini isteyen bir komisyon raporu sundu. Ancak Mustafa Kemal Paşa raporun görüşülmesine başlamadan önce Mr. Brown’un “resmi bir sıfatla” kongreye katılmadığını, tamamıyla “özel olarak” geldiğini ve Amerika’nın mandayı kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylediğini; dahası Brown’ın mandanın ne olduğunu bile bilmediğini belirterek görüşmelerden önce “10 dakika ara” verdi.
Böylece Mr. Brown’a güvenerek Amerikan mandası isteyeceklerin fikir değiştirmesini bekledi. Manda lehine Kara Vasıf Bey, İsmail Hami Bey, İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami Bey, Refet Bey uzun konuşmalar yaptılar. Umutsuzca Amerikan mandasını savunuyorlar, bunun “ehven-i şer” olduğunu söylüyorlardı. İşin ilginci mandanın bağımsızlıkla aynı şey olduğunu bile iddia ediyorlardı. Mustafa Kemal Paşa bu mandacıları “biçareler” diye adlandırıyordu.
8/9 Eylül gecesi Mustafa Kemal Paşa odasında bir toplantı yaptı. Mandacıların, yabancı işgali altında “cesaret” ve “ümitlerini” kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle “hastalıklı bir ruh haliyle” hareket ettiklerini söyledi. “Şerefsiz, istiklalsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki tercih edilir. Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?” dedi.
O sırada orada bulunan kongre delegelerinden Tıbbiyeli Hikmet adlı bir genç, biraz da Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerinden cesaret alarak yüksek sesle şunları söyledi: “Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları her kim olursa olsun şiddetle reddederiz. Farzı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandır ve tel’in ederiz.”
Tıbbiyeli Hikmet’in bu yurtsever çıkışının ardından duygulanan Mustafa Kemal Paşa, çevresindekilere bakarak, “Arkadaşlar, gençliğe bakın! Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” dedi. Sonra Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek “Evlat müsterih ol! Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tek ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm” dedi. Bunun üzerine yerinden fırlayan Tıbbiyeli Hikmet “Var ol Paşam” diyerek Mustafa Kemal’in elini öptü. Mustafa Kemal Paşa da bu yiğit gencin alnından öptü.
9 Eylül günü Rauf Bey, Amerikan Senatosu’ndan ülkemizi inceleyecek bir heyet çağırmayı teklif etti. Mandacıları susturmak için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Mustafa Kemal Paşa, hiç zaman kaybetmeden Rauf Bey’in bu teklifini oya sundu. Böylece oy birliğiyle ABD Senatosu’na başvurmaya karar verildi. Senato’ya sunulmak üzere bir mektup hazırlandı. Falih Rıfkı Atay “gönderilmemiştir, sudan bir karara bağlanıp kalmıştır” dese de mektup ABD Senatosu’na gönderildi. Mektupta özetle “tarafsız bir devlet” olarak ABD’den “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durumları olduğu gibi incelemek amacıyla bir komite göndermesi” isteniyordu. Yani ABD’den “manda” değil, sadece “bir inceleme komitesi” isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın, Nutuk’ta, “özel bir önem vermiş değilim” dediği bu mektupla Sivas Kongresi’ndeki manda tartışmaları bitirildi.
ABD o sırada Anadolu’da manda fikrinden çoktan vazgeçmişti. Mustafa Kemal Paşa bunun farkındaydı. Nitekim ABD Senatosu bu mektuba cevap vermedi. Sonuçta, Erzurum Kongresi’nde reddedilen “manda”, Sivas Kongresi’nde de kabul edilmeyerek gündemden düşürüldü. Ne acıdır ki, 1919’da Wilson’un mandasını reddeden Türkiye, 1947’de Truman’ın doktrinini kabul edecekti.[iii] Yazık ki yerli halk o gün Sivas’ta “Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Mustafa Kemal” sloganları ile gezerken, neredeyse 80 yıl sonra Madımak’ta “kahrolsun Cumhuriyet” sloganları atar hale getirilecekti!
4 Eylül 1919 tarihinde Sivas Kongresi’nde milli iradeye dayalı bir hükümetin kurulması ilk hedef olarak belirlendi ve tüm yurda telgraflar gönderilerek halkların kendilerine temsilci seçmesi istendi. Seçilen temsilciler için toplanma yeri gerekliydi ve Ankaralılar, Atatürk ile temsilcileri şehirlerine davet etti. Kurtuluş Savaşı’nın en iyi Ankara’dan yönetileceğini düşünen Atatürk, coğrafi konumu ve cephelerle olan eşit uzaklığı nedeniyle Ankara’ya gelmeyi kararlaştırdı ve 27 Aralık 1919 günü saat 14:00’te Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldi.
Atatürk’ün Ankara’ya gelişi, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Kurtuluş Savaşı’nın başlatılması için oldukça önemli bir olaydı. TBMM’nin kuruluşu ve Türk ordusunun kurulup çalışmalarına başlaması gibi birçok gelişme ve hazırlık, Ankara’da yapıldı. Milli mücadelenin merkezi haline gelen Ankara şehri, o günlerden başkentlik görevi yapmaya başlamıştı.
Atatürk Samsun’dan başlayan ve Ankara’da son bulan kongreler sürecinde tamim, genelge, mektup, telgraf ve demeçleriyle heyete ve ulusuna şunları öğretmişti;
Umut etmeyi, bir ve beraber çalıştıkça yenilemeyecek güçlük olmadığını, İnancın, sevginin ve güvenin neler başarabileceğini, Cesareti, öngörüyü, kahramanlığı, aklın gücünü, tek doğrunun tam bağımsızlık ve milli egemenlik olduğunu, bölgesel veya mandacı kurtuluşların sonunda hüsran ve esaret getireceğini, üniter Ulus devlet yapısının değerini, Milli sır olarak sakladığı Cumhuriyet’in ne kadar büyük bir fazilet ve doğru karar olduğunu,
Fedakarlıkla çok çalışmadan başarılamayacağını, zaferin ölümü göze alabilenlerin hakkı olduğunu, parasızlığın, takatsizliğin, üretimsizliğin, işgalin ve silahsızlığın millet bünyesinde çözülebileceğini, meşru ve asli kurtuluş merkezinin İstanbul (Saray) değil, Anadolu (Milletin sinesi) olduğunu, Siyaset ve diplomasinin nasıl doğru tabanlar üzerine oturması gerektiğini, Misak-ı Milli’nin kutsiyet, gerek ve önemini, dağınık direniş yuvalarını bir arada toplamak gereğini, Vatansever mülki, idari ve askeri otoritelerin kıymet, önem ve gücünü,
Haini, ihaneti, acizliği, gafleti, zulüm ortaklarını ve asırlar süren eziyet ve ihmalleri, Emperyalizm ve cehaletin en büyük düşmanlar olduğunu, mandacıların (himayecilerin) acizliğini ve gafletini.
[i] (Kemal Atatürk, Nutuk, Haz. Zeynep Korkmaz, Ankara, 1995, s. 9)
[ii] (Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, s. 226)
[iii] (Ya İstiklal Ya Ölüm: Sivas Kongresi, 4 Eylül 2017, sozcu.com.tr, Sinan Meydan)