Milli aldanışlarımız
Milli aldanışlarımız iki boyutludur; dinen ve beşeri olarak.
Dinen çok kısa örnek verip asıl konuma geçeyim. On sekiz olmadan askere gidilemeyen, evlenemeyen, oy kullanamayan, satın alamayan, banka hesabı bile açamayan insana on üç yaşında dinen nikahlanabilirsin demek Allah ile aldatmak, haşa Allah ile restleşmektir. On dört yaşında her gün binlerce çocuk doğum yapıyorsa toplum bunu sorgulamalıdır. Bu geçici bir gaflet değil, anlık bir hezeyan değil, toplumsal bir yaradır. O çocukların hayatları ellerinden alınmakta köle edilmektedir. Dolayısıyla yobazlık ordusu her gün artmakta, cehalet artmaktadır. Bunun doğal neticesi de dövülen öldürülen kadınlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Beşeri ve sosyal manada ise milli aldanışların başı yaratılan suni Türk düşmanlığı ve Türklerin de hissettirildiği aşağılık duygusudur. Yani öz benlik karmaşa ve yalanıdır.
Batıya hayran ya da Doğu’ya hayran iki kesim vardır ve üçüncü tez olan Atatürkçü yaklaşım maalesef aydınlarca bile çoğu zaman dile getirilmez. Atatürkçü yaklaşımda; Doğu ve tarihsel değerler terk edilmeden, bilim aramak için Batı’ya yönelmek esastır. Yani ne biridir ne diğeri. İkisi birdendir ama esas olan onların gölgesi değil Türk kimliğidir, Türk medeniyetinin devamıdır. Ancak şeytancılık ve Türk düşmanlığı her alanda olduğu gibi bu alanda da alternatifleri ikiye indirgemekte ve fakat iki alternatifte de kazanmakta pek hünerlidir.
Bu seçimlerden, tercihlere hayatın her alanı için geçerlidir. Sınav sorularında bile gerçek cevap yerine istenen cevap doğru kabul edilir ki gerçekler saklı kalır ve ehemmiyetle kardeş olamaz. Batı’ya duyulan hayranlık maalesef beyin göçü şeklinde ortaya çıkar ki kıymetli gençlerimiz vatanlarına hizmet yerine parayı seçmeye mecbur bırakılarak adeta zorunlu göçe tabi kılınmaktadır.
Kendi genç ve geleceğinden korkan Batı, Türk gençlerine umut bağlamıştır, göç almak ister. Diğer milletlerden aldığı göçlerde umduğunu bulamayan Batı Türkiye’den göçü desteklemekle hem kendisini kurtarmak hem de daimi rakip ve tehdit gördüğü Türklüğü baltalamak derdindedir. İdeal için veya vatana aidiyet için değil de para için çalışan ve çalıştığı kurumdan başkasına sadakat duymayan bir nesil yaratmak gayeleri de saklıdır. Bu sebeple yurt dışı hayali kuran gençler buna dikkat etmek, devleti yönetenler ve öğretim görevlileri ve doğal olarak aileler bu gerçeği evlatlarına anlatmak zorundadır.
Beyin göçünü tersine çevirmek ise milli görevimizdir.
Fakirleştirilen, cahil bırakılan, okumuşları göç ettirilmiş toplumun da doğal olarak bekası tehlikededir. Akla ve bilime düşmanlık adeta temel ilke edilmişse alimlerin ve bilginin kıymeti teneke kadardır. Bu fanatiklik ve bağnazlık totaliter anlayışa davetiyedir ve insanlar layık olduğu şekilde yönetilir.
Türk düşmanlığı yaratan şeytancılığın gerçek yüzü Yunan mezalimiyle kendisini tarih sayfalarına nakşetmiştir. Medeni olmayan hukuka ve paraya tapan ruhsuz Batı, dinden yasalara kadar her alanda sunilik girdabına batmış vaziyettedir ve kültüründen uzaklaşmış daha doğrusu çarpık pagan kültüründen uyanmayı bir türlü gerçekleştirememiştir. Gençlerimizin bu Batı’ya para için gidiyor olması her açıdan iç kanatıcıdır.
Dünyanın en genç nüfusuna sahip ülkelerinden biri olan Türkiye, diğer emsalleri gibi büyük hamleler yapma şansını yakalamışken, gericiler, dinciler, hainler, siyonist kalemler, aldatılmış yöneticiler nedeniyle patinaj yapmakta, ileri değil geriye doğru gitmektedir. Bu şekilde geçen her dakika tahribatı daha da arttırmakta, milli ahlaktaki çürüme asıl tahribat alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Atatürk Cumhuriyeti ile hesaplaşmak içimizdeki küskünlerin çapını aşar. Siyasi, askeri ve mali güç gerektirir ki bu onların organize şekilde dış güçlerce desteklendiğinin ispatıdır. Bu da ihanetlerinin delili.
İnsanın irade, vicdan, iman, kanun, ar, terbiye, töre, ahlak, mahalle baskısı ve gurur gibi oto kontrol mekanizmaları vardır. İrade aklın sonuç çıkarma ve niyet üretme mekanizmasıdır. Bilgi burada işlenir. Vicdan, iman, terbiye gibi içsel hazineler ise daha ziyade maneviyatla alakalıdır, kalbidir. Duygu, özlem ve umutlar burada şekillenir. Vicdan nefsi de kapsayan haram ve günah yasağının iç acıtan fren sistemidir. Vicdanın devrede olması için kişinin Allah’tan korkması, Allah’ı sevmesi, Kur’an’ı bilmesi yani Allah’a teslim olması gerekir. Vicdan aynı zamanda hayatın yumuşak ve tatlı yandır ki merhametler, şefkatler burada filizlenir. Onur ve haysiyetler de vicdanın tarif edilemez, elle dokunulamaz kıymetleridir.
Kanunlar, töreler, mahalle baskısı gibi toplumsal fren sistemleri vicdanla ve akılla içiçe haysiyet ve ermedi tarif eder. Bu koruyucu sistemler insanı yanlıştan, suçtan, çirkinlikten korur. Tabi bu meziyetler varsa ve temizse.
Akılsız, vicdansız, kuralsız olanlarsa… insan değildir, Allah’a ihanet içerisindedir. Atatürk’e dahi laf etmek için nemalanabilen bu çirkinler… mahlukattan da aşağı zavallı biçarelerdir.
Doğru bilgi ve muhakeme yani sentez veya analiz doğru karar vermek için şarttır. Bunun için de empati kaçınılmaz, opsiyonlu değerlendirme ve çok yönlü araştırma gereklidir. Atatürk’ü bilmeden, laf edenlerin niyetlerini anlamadan Atatürk’ü savunamak mümkün değildir.
Bir tek Atatürk düşmanı göremezsiniz ki tarihi hakikatlerle tez üretebilsin ve mertçe sevgisizliğini savunabilsin. Bunda yarınlarda döneklik şansını yok etmemenin de katkısı vardır ama asıl etken bilgisizlikleridir, kulaktan dolma fikirleridir. Belgeleri reddeden, gerçeği saptıran bu zihinler iradeleriyle değil, nemalanmalarına sebep ihanetlerini öven kimselerce kurgulanan söylemlerle ekranlara çıkar, düşmanlıklarını kusarken tek bir hakikati dile getiremezler.
Buradan açıkça meydan okumak gerekir ki; toplum ve devletin tüm alanlarında Atatürk imzalı hiçbir amel veya söz yanlış değildir, tutarsız değildir, bazı hoşnutsuzluklara sebebiyet verse de boşuna değildir, adaletsiz hiç değildir. Bilimin, dinin, hayatın tüm alanlarına kusursuzca dokunabilmiş, her alana istikamet verebilmiş, uzmanlara danışarak ve işi ehline teslim ederek uzun mesafe kat etmiş Atatürk’ün yanlışının bulunamaması sebebiyle saldırı alanları sadece din kalmaktadır ki inancın ispatı olmadığını bilen bu gaddarlar iftira ve fitnelerle ahlaksız yakıştırmalara girerler.
Bugün bilim alanları önderlerinin hiç biri Atatürk tarafından hayata geçirilen usül ve tekniklerin zararlarından bahsetmemektedir. Bilakis tamamı onun açtığı izden yürümekte, sistem temellerini o ilk adımlar üzerine kurmaktadır. Dahası en çok temaruz edilen konu olan din alanında vaktin din sınıfı, ulemaları, yabancı din alimleri, Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Hamdi, Rıfat Börekçi gibi isimler, diğer mezhep ve din temsilcileri Atatürk davası etrafında kenetlenmişken, bunlardan söz edilmeyip Atatürk’ün içtiği iki kadehe ses çıkarmak insafsızlık ötesidir.
Meclisin üçte biri din adamıyken, komutanların yarısı koyu dindar iken, halk ve kanaat önderlerinin neredeyse tamamı dini bütün iken ve tamamı Atatürk’ü destekler iken bugün o desteği yok sayıp, kınamaya yeltenmek haksızlık ötesidir, boş bir gayrettir.
Allah insanları tek ümmet, tek inanç, tek dilde değil, değişik gruplaşma ve kültürlerle yaşatmayı dilemiştir. Bu mükemmele ulaşmak ve tekamül için aynı zamanda da sınav için şarttır. Çünkü Allah toplumların diğerleriyle de sınav eder. Toplumun içindeki değişik fikir gruplarının da varlığı bu sebepledir. Etnik köken ve dinsel azınlık anlamında bir bahçede sadece tek bir çiçek türünün olması nasıl sıkıcıysa bir yemekte sadece tek bir sebzenin olması nasıl lezzeti kısıtlarsa yaşam da böyledir.
Birlik ve beraberlik herkesin aynı olması, aynı düşünmesi, standartlaşması değil, tümünün diğerlerine sevgi ve saygıyla anlayış göstermesidir. Birlik ve beraberlik % 95’i Türk, % 90’ı Müslüman olan halkı, ikisi de duru ve el değmemiş olmak kaydıyla, ortak paydada buluşturmaktır. Ortak ülkü ve ideallere sadık kalmak kaydıyla o vatanın evlatlarının görevi, insanlıklarını, milliyetçiliklerini, inanç ve ibadetlerini hür şekilde yaşayabildikleri bu toprak ve toplumu yüceltmek ve kollamaktır. Hoşgörü ve sevgi egemen olunca da çözülemeyecek dert yoktur.
Toplum ahlakında son yıllardaki değişime bakın, hayret ve hüzünle farkı görün. Bir gün belki tüm bu dertler bitecek, eski özgür, doğal yaşantımıza geri döneceğiz. Teknolojileri, paralarımızı, sağlığımızı kurtarmak da belki mümkün olacak ama insanlık ve Millet olarak düştüğümüz bu ahlaksızlık girdabından çıkmayı başarabilecek miyiz?
Yüksek ahlaklı Türk ve İslam kimliğine geri dönüşümüz kaç yıl alacak? Resmi verilere göre ceza mahkemelerine gelen istismar dosyalarından yalnızca 2019 yılında toplam 15 bin 651 mahkumiyet kararı çıktı. Cinsel istismarda son yedi yılda % 43 artış yaşandı. Ülkenin değer sistemleri tamamen çöktü. Ortam rakı içmeyi günah, doğayı talan edip, kentleri parsel parsel satmayı, kadın dövmeyi, çocuklara tecavüzü, soruları çalıp kadrolara yerleşmeyi sevap sananlarla dolu.
Şeytancı Türk düşmanlarının işbirlikçi hainlere desteği devam ettikçe, nakit paralar kirli odakların avuçlarına akmaya devam ettikçe, kara para ve kayıt dışı ekonomi vatan aleyhine kullanılmayı sürdürdükçe ihanetin ve davalarının başarı şansı da yüksek olacaktır. Şayet dünya milletleri küresel totalitarizmin oyununun anlaşılmasını temin edebilir ve insanlık bu nihayetsiz ideale destek vermekten vazgeçerse küresel diktanın başarı şansı kalmayacaktır.
Ancak bu bir kez daha gösterir ki dünyanın kaderi sadece İslam aleminin değil, Türk’ün ve sonra kısmen Türk düşmanlarının elindedir. Globalizmin, küresel diktalara karşı çıkmıyor olmasından bile irkilmeyen dünya milletleri henüz uyanma safhasına gelememiştir.
Yazık ki Atatürk davasından ve Atatürkçü ruhtan uzaklaşılan her dakika mafyalar, hukuk muafiyeti olanlar, hortumcular daha da güçlenmekte, maskeli siyasiler eliyle ülke fırtınalı denizlere sürüklenmektedir.
Vaktiyle fabrikalar kuran, çalışıp üreten ve fabrikasına vatan toprağı gibi sahip çıkan bu millet şimdi satılan değerlere sessiz kalıyorsa, üretimsizliğe rıza gösteriyorsa bunun başkaca bir izahı yoktur. Bu gerçekten de zulümdür ama emin olunsun ki zulmü yaratan bizzat mağdurlardır. Bu yüzden ağlamaya da hakları yoktur.
Ülkede hala geniş bir kesim sessiz kalmayı tercih etmektedir. Sayıca nüfusun neredeyse % 90’na tekabül eden bu kesim, sessizliğiyle adeta zulme destek verirken, aldanışların karşılık bulmasına, aldatanların güçlenmesine, aldananların daha büyük acılar çekmesine sebep olmaktadır. Bu nedenle sessiz kalmak değil, konuşmak, düşünmek ve üretmek zamanıdır.
Nitekim Türklüğü, sermayesi, toprakları, eğitimi, sağlığı, ekonomisi ipotek altında bırakılmış, ormanları katledilen, madenleri yağmalanan, suları satılan bir ülke tam bağımsız sayılamayacağı için Türkiye milli aldanışlarla siyonist idealin zafer kazandığı topraklar olmuştur. Ve bunda suç hepimizindir.
Yaşam çok yönlüdür, olmak zorundadır. Çiçek tarlası gibi hayatın sayısız rengi vardır. Ululuk ve aydın olma hali tüm çiçekleri görmek ve sevmekle olur. Haksız ve yanlış olsa da karşı fikirler bile yaşamalıdır ki doğru bilginin kıymeti artsın, hayata değişik açılardan bakılmalıdır ki gerçek gayesi bulunabilsin. Buy sınavın da bir gereğidir ancak insan bu yaşamı sadece sınav olarak yaşamaz. Burası aynı zamanda bir okuldur, tekamül sürecidir. Yani bahşedilen tüm nimet, rızık ve mucizeleri çok yönlü görmek, ders çıkarmak gerekir. Onlara acıyalım, nasihat edelim ama çok da üstelemeyelim.
Müftüler fetva verse de kalbine danış hadisi aslında günümüzün tercümesidir. Haram helal belirleyen, hakka bela okuyan, gerçeği gizleyen ve manayı saptıran, haddi aşan, ete bürünmüş fetvalarla yürüyen din İslam olamaz. Doğrusu kalptedir, akıldadır, Kur’an’dadır.
Milli duygularla manevi zenginliklerimizi doğru şekilde kaynaştırmak ise yapılacak en güzel şeydir, aslında şarttır.
Bu nedenle son söz diyorum ki milli uyanış ve sıçrayışımızdan evvel, aldanışlarımızdan sıyrılmak ve bunun için de oynanan oyunu fark etmek mecburiyetimiz vardır.