Bu soruya hepimizin onlarca cevabı vardır. Ancak mesele madenlerden, topraklardan, su kaynaklarından, tarihi husumetten çok öte bir anlam taşımaktadır. Bu mana telaffuz edilmesi bile yasak olan bir konudur lakin aydın vatanseverler için konu aslında gayet anlaşılır haldedir.
İblisin yani insana düşman şeytan ve ordusunun (adına ister küresel globalizm, ister emperyalizm, ister Batı dünyası deyin) gayesi maneviyat ve özdeğerlerdir ama dinle sınırlı değildir. Çünkü toplumların manevi kökleri aynı zamanda ortak tarih ve kültürlerinden kaynaklanan birliktelikleri, alışkanlıkları, var olma mücadeleleridir. Bunun Anadolu toprakları için tercümesi ‘Türklük’ ve ‘millet’ kavramlarıdır. Yani hem birliktelik inancı yani fikir, hem Ulus yani toprak ve insandır.
İblis ve soydaşları, İslam üzerine çullanırken nasıl imanı hedef alırsa, bu topraklarda Türklüğe saldırırken de kutsal uyanış olan Atatürk ve Cumhuriyet’i hedef alır. Çünkü Atatürk sadece vatanı selamete kavuşturan bir deha değil aynı zamanda ve daha çok, Türklüğün unutulan değerlerini hatırlatan, tarih ve kültürü kaldırıldığı tozlu raflardan indiren, mertliği ayağa kaldıran, mazlum devletlere umut veren bir fikirdir. İblisin siyasi ayağı Siyonizm’in hedefinde yalnız İslam yoktur, hemen yanı başında da Türklük vardır. Çünkü siyonizm bilir ki İslam’ın son kalesi; Anadolu ruhudur, esaret bilmez, zulme düşman, imanlı ve mert Türklük kültür ve bilincidir. Daha özelde ise Atatürk gerçeğidir.
Türklük, asırlardır var olma mücadelesinde hep kazanan olmuş, esaret bilmez ve boyun eğmez kudretiyle nice zalimleri dize getirirken, mazlumlara da örnek olmuştur. İslam’la tanışmadan evvel dahi Tek Tanrılı inanca sahip Türkler, zulme muhatap edilseler de asla zulmeden olmamış, zulüm savaşı yapmamış, gasp etmemiş, hak yememiş, esirlere, kadın ve çocuklara, silahsızlara kılıç kaldırmamıştır. Türkler mertliği gittikleri her yere götürerek, imanlarıyla, temizlikleriyle, tevazu ve mertlikleriyle hep örnek olmuşlardır.
Avusturyalı Komutan Montecuccoli’nin dediği gibi; Türkleri yenmek için tarihlerini yenmek gerekir.
Çağların eskitemediği bu ulvi tarih ve kültür anlayışını bozmadan, dev çınarı kurutamayacağını, Türkleri dize getiremeyeceğini iyi bilen İblisler, batıya tatbik ettikleri taktiklerin daha acımasızlarını Türklere uygulayarak en başta aile yapısını bozmuş, tarihi kirletmiş, kültürü yozlaştırmış, asil Türk örflerini unutturmuş, nesil farkı yaratarak kuşak çatışmasına sebep olmuştur. Batının yozlaşmış kültür ve ahlakı, kopyalanan medeniyet ve bilim kırıntıları içine virüs olarak sokulmuş, virüs koruma programı olmayan kitle hack’lenmiştir. En çok da gençlik etkilenmiştir.
Üretmek, çalışmak ve yorulmamak olan gençlik andını, bilgisayar oyunlarına mahkum eden iblis, alın terinin kutsiyetini yok etmiş, Cumhuriyet sevdalarını başka mecralara çekmiş, geçmişiyle gurur duyması gereken gençliği tarihinden utanır hale getirebilmiştir.
‘Unutmayın! Başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik’ten Çin seddine kadar götürecek tek bir dil vardır; Türkçe! Dilinize sahip çıkın.’ (Oktay Sinanoğlu)
Türkçe gibi tüm dillerin anasına sahip Ulus, uğradığı deformasyonla yabancı dillere hayran bırakılmış, sokaklar İngilizce, Fransızca hatta Arapça tabelalarla dolmuş, yurt içinde yeterli iş imkanı bulamayan gençlerin beyinlerini de alıp yurt dışına uçmasına çanak tutulmuştur. Kültür ve değerlerinden vazgeçmesi şartıyla yurt dışında kendisine sağlanan imkanlara rıza gösteren gençlik, genlerindeki Ata asaletinden her geçen gün biraz daha uzaklaşırken, kısa vadeli düşünmeye alıştırılmış, okullarda öğretileni gerçek bilim sanmış, fayda ve zarar mukayesesini servet ve mal teminine yaslamak zorunda bırakılmıştır. Lüks ve israfa özendirilen gençlik geleceğe dair kalıcı ve uzun vadeli planlar yapmaktan, tasarruftan uzaklaştırılırken aynı zamanda kutuplara böldürülmüş, kardeşle kardeşin arası dinci-laik, sağ-sol, Türk-Kürt, doğulu-batılı gibi sayısız sanal ayrımla açılmıştır.
Eğitim ve öğretimi kopya sistemler üzerine kurulan gençliğin tahsil hayatı ezbere dayandırılmış, üniversiteler bilim yuvaları olmaktan çıkarılmıştır. Askere gitmeme modasının sıkça görüldüğü gençlik arasında değişik ve manasız felsefeler, misyonerlerce yapılan ahlaksız aşılar sonuç vermiş, seks ve uyuşturucu bağımlılığına, alkol ve gece hayatı da eklenince gençlik uyurgezer hale dönüştürülmüştür.
“Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim incilimiz, onların toprakları vardı” Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata
Toplum ve devlete karşı hak, görev ve vazifelerinin farkında olmayan gençlik, üretimden tüketime kayarken, aynı zamanda moda ve marka hastalığına yakalandırılmış, cep telefonu ve kölesi olduğu bilgisayara döktüğü servetlerle hem ekonomiye zarar vermiş ve hem de iblisin kendisinde algılar yaratmasına imkan sağlamıştır.
Dekoltelerin, kız-erkek ilişkilerindeki serbestliğin, kutuplaşmanın, seçkinlik sevdasının, büyüklere saygısızlığın, lüks ve israfın, ön evliliklerin, namus-fazilet kavramlarındaki gevşekliğin özendirildiği toplum, şiddet fanatiği haline gelirken, adalet ve hak kavramları zedelenmiş, özgürlükler kısıtlanırken makineleşen dünyanın aksine bilimle küs bir nesil peyda olmuştur. Bilimin tercümelere dayandırıldığı, medeni tedbirlerin batı kaynaklı kitaplardan öğrenildiği bu zaman, yanlış ve noksan öğretilen tarihle de birleşince, Türklük övünç kaynağı olmaktan çıkarılmıştır.
Kendisini yönetenlere, kendisine ve sistemlere güvenmekten onlarca yıl önce vazgeçen toplum, sahte darbelerle, askeri yönetimlerle, sıkıyönetim ve terörlerle korkutulmuş, yaratıcılık genleri yerini sinme ve korkma genlerine bırakmıştır. Beyan ve basın özgürlüklerinin kısıtlandığı ortamda aydınlar vazifesinden feragat edince de ortalık cahillere kalmış, çember sakallı cehalet gaflet doğururken, kitapların yakıldığı, gazetecilerin hapse atıldığı yıllara şahit olunmuştur.
Düne kadar komşusunun, sanatçıların, milli takım kaptanlarının memleketini, mezhebini, kökenini merak dahi etmeyen toplum bugün onlarca parçaya bölünürken, etnik ve dini ayrımcılık topluma kene gibi yapışmıştır.
Atatürk ve Cumhuriyet gibi çok değerli iki mücevhere sahip Türklük, oynanan zalim oyunlara aldanarak bunları uzaktan sevmek moduna geçmiş, milli bayram kutlama heyecanını terk ederken, okullarda ki andımızın kaldırılmasına, belediye tabelalarındaki TC amblemlerinin gece yarısı sökülmesine bile sessiz kalmıştır. Aynı gaflet devlete emanet edilen kız ve erkek çocuklarına yurtlarda gece yarıları tecavüz edilirken de yaşanmıştır.
Ormanları yakan, zeytinleri kökleyen, dere ve gölleri zehirleyenlere karşı çıkan cılız sesler ise gayeye hizmet edememiş, cennet mekanlar Araplara yurt verilirken, o cennetlerin dereleri siyanür ve bakır artıklarıyla içilmez hale getirilmiştir. Doğal gıda, yerli tarım ve kendine yeter ülke vaziyetinden bir anda ithalatçı ülke durumuna getirilen ülkede, en temel gıda ve tahıllar bile ithal edilir hale gelmiş, üç yanı deniz olan ülkede avlanacak balık kalmamıştır.
Uluslararası organizasyonlardaki karşıt ve taraflı tutumlarla alınan başarısız neticeler moralleri bozmuş, kitap okuyan nüfus azalmış, yurt dışına bir kez olsun çıkan insan sayısı % 4’lerin altına demir atmıştır. Yani % 96 nüfus hayatında bir kez dahi yurt dışına çıkmadan yaşamış, hatta köyünden elli kilometreden fazla uzaklaşmamış insanımız deniz görmeden hayata veda edecek kadere razı olmuştur. Teknoloji ve sanayide, edebiyat ve sanatta, sinema ve tiyatroda, müzik ve sinemada yerli ahenklerini yoz yabancı kültürlere ezdiren toplum, Türk sanat müziğini, Heavy Metal ile değiştirerek şeytansı müziğin fan kulüplerine üye olmuştur.
Kumara, şans oyunlarına müptela edilerek çalışmadan kazanmaya alıştırılan, mafyacılık ve çeteciliğe özendirilen, haraç ve rüşvetlerle beslenen kan emiciler sayesinde ticaret ve iş ahlakı da dejenere olmuş, ahilik kültürü yok edilirken, Türk el sanatları da hatıralara gömülü bırakılmıştır. Gurbetçilerin oralarda edindiği kanser yapıcı kültür mikropları ile kirlenen benlikler, yazılı-görsel ve sosyal medya sayesinde tanınmaz hale gelmiş, asırlık çınar ağacı Türk Milleti, doğal tohumlarına bile sahip çıkamaz, komşularını tanımaz, gökdelenlerde yaşamaya mecbur hale getirilmiştir.
En ağır darbeyi de siyaset ve diplomasi alanında alan Türklük, sağlıktan eğitime düştüğü kepazelikten aslen kendisi suçludur. İrade ve hakimiyetini yanlış ellere bırakmakta sakınca görmeyen kitle, hak ve adaletten mahrum kalırken ses çıkaramaz halde mankurtlaşmıştır.
Oysa …
Devletçilikten milliyetçiliğe, barıştan taassupsuzluğa, Cumhuriyet sevdasından laikliğe kadar tüm ilkeler, deha Başkomutan Atatürk süzgecinden geçerek, bu kutsal vatanın bünyesine en uygun vaziyette millileştirilmiş ve tatbik edilmiştir. Sonuç mükemmeldir. Bu ilkelere geri dönmek en emin, kısa ve hızlı yoldur. Bu aynı zamanda aklanma ve yaban otlarını ayıklama yöntemidir. Gelecek on yıllarda Türk halkı kaderin verdiği mesuliyet ile cihana önderlik ederken bu ilkelerle barışık olursa zorluk çekmeyecek, yok bu ilkelere düşmanlığa devam ederse liderlik görevini Atatürkçü başka devletlere kaptıracaktır.
Dünya, İslam alemi, Türki devletler ve bizler için yapılacak şey aslında zor değildir. Çin’in, Rusya’nın, Küba’nın hatta Kore’nin bugünkü başarısının sırrı Mustafa Kemal Atatürk’ü harfine kadar anlamış ve örnek almış olmalarıdır. Türkiye ise hızla uzaklaştığı içindir ki kazanımlarını tek tek kaybetmiş, Atatürk ilkelerini adeta dışardan ithal edecek acze düşmüştür. Eğitim süre ve şablon arayışları buna en güzel örnektir. Türkçeyi altı ayda öğrenen yirmi milyon insan bu milli sistem ile aydınlanmışken bizler hala başka örnek arıyorsak bize yazıklar olmalıdır.
Düşman tabirini sadece dili İbranice olan halklar veya Ortadoğu’da silahlı araçlar üzerindeki bayrakların temsil ettiği ülkeler diye anlamak doğru değildir. Bizler için düşman tabiri şeytana, şeytanın emellerine, şeytanın gayesine hizmet eden herkes ve her şeydir. Bu kimseler din adamı kılıklılar da, aydın kalemler de, oğlumuz veya babamız da, yönetenler, tarikat liderleri, medya patronları da olabilir, dili Arapça olan Mekke hemşerileri de, İslam’a uzak doğu halkları da. Ağzından Allah adını düşürmeyenler dahi katmerli münafık olabilir, en derin ülkücüler vatan satma kulübüne üye olabilir, en sadık Atatürkçülerin inanışları rozetlerden ibaret olabilir. O halde düşman şekille veya sözle değil, amel yani davranışla belli olandır. Kim ki siyonist emellere hizmet ediyorsa, kim ki İslam’a ve Türklüğe aykırı hal içindeyse … düşman odur. Bu isterse babamız olsun!
Rockefeller gibi milyar dolarlık insanların (ailelerin) gayesi iki milyar dolar daha kazanmak değildir. Gaye hedef ülkelerdeki direnişi kırarak dünya imparatorluğu kurmaktır. Bu gaye devletler, dinler üstüdür, tüm milletlere ve dinlere diz çöktürecek yeni dünya düzenidir. Gaye zenginleşmek değil öncelikle fakirleştirmektir. Kapitalizm bu yüzden şu an sağlık terörü ile birlikte en etkili silahtır.
Tarih ve kültür arayışlarına engel olanların, Atatürk’ü ders kitaplarından çıkartanların, İnönü’yü lanetleyenlerin, seçimlere hile bulaştıranların, satılmış onca aydının, gazetecinin, mandacı, himayeci batı hayranlarının, kardeşi kardeşe kırdıranların, teröre ortam hazırlayıp destek olanların, sansürleyenlerin, gıda sağlığı ile oynayanların… gayesi sizce nedir? Soluduğunuz havayı uçaklarla zehirleyenlerin, bunu ozon deliği tamiri için yaptıkları yalanına inanan var mıdır? Demek ki düşman içimizde, hatta yatağımızdadır. Demek ki Türkiye üzerine oynanan oyunların etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Demek ki Mustafa Kemal Atatürk’ten sonraki tüm idareci, yönetici, seçilmişin mahiyeti, mazisi sorgulanmalıdır. Demek ki Türkiye ve İslam hedefte ilk sıradadır.
Türk’ün bu zulme karşı alacağı her bir zafer, sadece bu ülkenin değil tüm mazlum devletlerin, tüm Türk hissedenlerin, tüm İslam camiasının hatta Hristiyan dünyanın da kurtuluşu ve bayramı olacaktır. Bu sebeple siyonizm en zehirli oklarını Türk ve İslam’a atmaktadır.
Kandırılışlarda ise sınır tanınmamaktadır. FETÖ, İŞİD, ASALA, PKK, YPG vb. örgütlerin hepsi siyonist küresel terörün maşalarıdır. Hepsinin planlayıcısı ve finansörü aynı kesimdir. Hedef Türkiye ve O’nun Müslüman halkıdır ki hedef listesinde ilk sıralarda da milliyetçilik, laiklik ve aile bağlarının yok edilmesi vardır. Manevi boyutta ise elbette ilk sırada iman gelmektedir. Birliğinin bozulmadığı durumlarda diz çöktürülemeyecek Türk ve İslam kalesine atılan mancınıkların tamamı ayrıştırmaya ve kutuplaştırmaya yöneliktir. Bu gaye bilinmeli ve unutulmamalıdır ki gerek Hz. Peygamber ve gerekse Ulu Önder Atatürk çağlar öncesinden bu tehdide işaret etmektedir. Kur’an ise on dört asırdır “Şeytan en kötü düşmandır” diye haykırmaktadır.
‘Milliyetçilik, belli bir zümrenin, belli bir fırkanın vasfı olamaz. Diline, tarihine, kültürüne, haysiyetine, şerefine düşkün her Türk, Türk milliyetçisidir.’ Oktay Sinanoğlu
Moral bozup teslim olmaya hacet yoktur. Türkiye Cumhuriyeti asırlar boyu süren Türk varlığının ahir zaman burcudur. Allah’ın izniyle de ilelebet payidar kalacaktır. İnsanı güzel, toprağı bereketli, nüfusu genç ve nitelikli Türkiye, kültür ve ahlakıyla, akla ve bilime sadakatiyle, millet ve devletine bağlılığıyla, namus ve erdemiyle, birlik ve beraberliğiyle kahramanlık ve fedakarlığıyla tüm cihana örnektir. Vatan aşkıyla çarpan yürekler, Allah aşkıyla göğe yükselen dualar var oldukça da bu mübarek topraklar bir daha zulüm görmeyecek, yarınlar Türk’ün olacaktır. İblis, yaya ve atlılarıyla dört yandan saldırsa da bu kutsal topraklara adım atamayacak, İslam burçlarına satanist sancağını asamayacaktır.
İşte bu sarsılmaz azim ve irade nedeniyledir ki, şeytan ve ordusu aziz millete, namertlikle tuzaklar kurmakta, entrikalarla bölmeye, içten ve dıştan yıkmaya, terör ile sindirmeye çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti var oldukça dünya hayaline eremeyeceğini çok iyi bilen iblis, hedefinden asla indirmediği Türklüğü silahla dize getiremeyeceğini bildiğinden içten, dıştan iftirayla, ekonomiyle, bürokrasiyle, karalamayla sindirmeye çalışmaktadır. Uyanık ve hazır olmak bu yüzden önemlidir.