En büyük özelliği başöğretmenlik olan Atatürk, hayatın her alanında Ulusu’na öğretmen olmuş, demokrasi ve çağdaş yaşam mücadelesinde yol gösterebilmiş bir liderdir ki diğer meziyetlerinin yanında bu mizacı O’nun asli karakteridir. Eğitim ve öğretime verdiği önem ve destekle kısa sürede büyük aydınlanma hamlesi gerçekleştirebilen Atatürk’ün başarısındaki asıl sır, eğitime verdiği kıymet ve takipçi kontrol alışkanlığıdır. Bu kontrol sadece öğrencileri değil öğretmenleri de kapsamaktadır ve sınav kağıtlarını okumayı isteyebilecek kadar eğitimin içinde olan Atatürk, yazdığı kitaplarla da eğitime katkı sağlamış müstesna kabiliyetlerdendir. “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum olarak yaşatır; ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder” diyen Atatürk’e göre yarınların teminatı bu yüzden çağdaş eğitim ve öğretim usulleriyle yetişmiş vatansever Türk gençliğidir.
Bakanlar kurulu BAŞÖĞRETMEN sıfatını bir tek O’na verdi. Çünkü; O her alanda Ulus’unun yol göstericisi, öğretmeniydi. Atatürk, “içeride Sultan Halifeye dışarda Emperyalizme” karşı mücadele etti, Türk’e, kapıkulu olmadığını, Allah’ın kulu olduğunu anlattı, Bilge Kağan’ın ‘Ey Türk titre ve kendine dön!’ sözünü ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene!’ diyerek yeniledi, Türk’e bir ulus olduğunu öğretti.
Atatürk derslerini konularına göre de şöyle toparlamak mümkündür :
• Öğretirken öğrenen Atatürk; işgalle gelen zulüm yıllarında, sonraki kongreler ve savaşlar neticesi kazanılan büyük zaferle ulusuna tam bağımsızlığın kıymetini ve esir yaşamaktansa istiklal uğruna ölmeyi, bir ve beraber olundukça yenilmeyecek düşman olmadığını, milletin egemenlik ve fedakarlığıyla her türlü zulmün yok edilebileceğini öğretmişti. Ayrıca; kahraman Türk halkının, ordusuyla birlikte ilelebet payidar ve güçlü kalacağını, gelecekte de aynı musibetlere düşmemek için dikkatli olunmasını, dikkatli, hazır ve yaşamaya hevesli olunmasını, barışı arzu eder ve yaşarken dahi savaşa hazır olmanın gereğini öğretmişti.
• Zamanın en büyük güçlerinin topunun birden çullandığı Anadolu toprakları ve sayısız devlet ordularının işgaline uğrayan İstanbul şehrinin düşmandan temizlenmesi ise göstermişti ki Anadolu yurdu Türk toprağıydı, Türk kalacaktı! Atatürk işte bu inanç ve azmi ulusuna ezberletmiş ve yüreklere sönmeyecek bir ateş olarak işleyebilmişti. Aynı heves ve arzuydu ki barışın ilk günlerinden itibaren Meclis’in etrafında kenetlenen Türk halkı, inkılaplar sürecinde de tek ses ve tek yumruk olabilmişti.
• Atatürk İstiklal Harbi’yle aynı zamanda mazlum milletlere ve tüm dünyaya eşitlik ve özgürlüğün kıymetini, zalim ve mazlum milletler saflarını, ölmeyi göze alan bir ulusa kimsenin pranga takamayacağını da öğretmişti.
• Atatürk; ulusuna istiklal ve hürriyetin (bağımsızlık ve özgürlüğün) kıymetini, bu uğurda ölümü göze almayı, her alanda tam bağımsız olamadıktan sonra zaferlerin uzun ömürlü olamayacağını ve bağımsız olamayan ülkelerin er ya da geç diğerlerine esir, hizmetçi ve nihayet yok olacağını, ayrıca; Milletlerin bağımsızlık sembolü bayrağın düşmanın dahi olsa saygı ve hürmete layık olduğunu, bağımsızlığın uğrunda ölmesini bilen toplumların hakkı olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, bütün zulüm görmekte olan milletleri, kendi hayat ve bağımsızlıklarını tehdit ve tazyik eden zalimler aleyhine hareket için gayrete getireceğini, bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnızca askerlikçe üstün gelmenin kafi olmayacağını, memleketimiz üzerinde istila emelleri besleyenlerin ümitlerini kıracak şekilde siyaset, idare ve ekonomi bakımlarından da kuvvetli olmak gerektiğini, Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına tecavüze yeltenen kim olursa olsun, onlara bütün milletçe mukabele ve mücadele etmek gerektiğini öğretmişti.
• Atatürk; kişilere kul ve köle bir toplumu ulus yapmış, egemenliği kişilerden alıp halka vermiş, bu egemenliği kullanırken akılcı ve bilimsel davranmayı, halk iradesini temsil edecek vekillerin adil ve objektif olarak hakkaniyetle seçilmesini, egemenliğe sahip çıkmak adına her şeyi göze almayı öğretmişti.
• Atatürk; halkın egemenliğini kayıtsız şartsız temin eder ve bunu Milletin Meclisi eliyle kullandırmayı mümkün kılarken, ülke geleceğinde tek yetkili organın Meclis olacağını, meclis mensuplarının denetlenmesi ve gerektiğinde değiştirilmesi gereğini, bu egemenliğin saygıdeğer ve vatansever vekiller eliyle; tam bağımsız, refah ve ileri bir toplum yaratma yolunda adaletle kullanılması şartını, hiç kimse veya hiçbir zümrenin meclisin üzerinde olamayacağını, TBMM’nin devlet binasının temeli olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; Türk tarihinin tüm sayfalarının şanlı ordularımızın zaferleriyle dolu olduğunu, bu kahraman ordunun İstiklal Harbi’nde emsalsiz bir başarıya imza attığını, gelecekte de güven ve huzur için, barış ve beka için sağlam ve güçlü bir siyaset üstü ordu bulundurmak gerektiğini, bu ordunun savaşta ve barışta, tüm branş ve kademeleriyle teknolojik olarak üstün olması şartını, Cumhuriyet’i ve vatan topraklarını korumak ve kollamak görevinin en asil hizmet olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; emperyalizm zulmüne karşı dünya kurtuluşunun demokrasi ile mümkün olabileceğini, Cumhuriyet’in Türk Ulusu karakterine en uygun yönetim şekli olduğunu, bu şanlı Milletin bundan sonra kendi kaderine kendisinin yön vereceğini, hilafet ve saltanat özlemlerinin sonsuza dek bittiğini, yeniden karanlık çukurlara düşmemek için Cumhuriyet’i koruma ve kollama gereğinin tüm vatandaşlara bir görev olduğunu, ayrıca demokrasinin memleket aşkı olduğunu, Türklerin ezelden demokrat, hür ve sorumluluk sahibi vatandaşlar olduğunu, demokrasinin en temel ilkesi olan egemenliğin yalnızca millette olduğunu, başka kişilerde ve yerlerde olamayacağını, demokrasinin tam ve belirgin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; zamanı gelene ve şartlar oluşana kadar Cumhuriyet emelini milli bir sır olarak saklamış, şartların oluşmasından sonra ilan etmişti.
• O’na göre Cumhuriyet faziletti, Türk’ün iradesine en çok yakışandı. Atatürk ulusuna şehit kanlarıyla kazanılmış bu kıymetli eseri canı pahasına, ilelebet muhafaza ve müdafa görevi vermiş, geçmişin kirli sayfalarından ders almayı, Cumhuriyeti yükseltecek ve devam ettireceklerin gençler olduğunu, Cumhuriyetin fazilet olduğunu, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirdiğini, yegane emelinin ilelebet payidar kalacak Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek olduğunu, temeli Türk kahramanlığı ve Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetinin bilhassa kimsesizlerin kimsesi olduğunu, ulusuna evvela bağımsızlık ve egemenliğin kıymetini, demokrasi ve Cumhuriyet’in vazgeçilmezliğini, savaşlarla kazanılanların tek adam rejimlerine teslim edilemeyeceğini ve içteki hainlerle milli birlik içerisinde topyekun mücadele etmek gereğini öğretmişti.
• Tüm köhne ve cahil susuşların, işbirlikçi ihanetlerin temelinde halkın bağımsızlık ve egemenliğine sahip çıkamayışını temel sebep gören Atatürk, Milletine Meclis ile tesis edilen hükümet sisteminin gerekliliğini de anlatabilmişti. Lakin tüm bunlar bir ve beraber olmaya, üretip saygıdeğer olmaya yeterli değildi. Şimdi sırada Türk Tarih ve Kültürünün yüceliğinden kaynaklanan Milliyetçilik hissi vardı ki milli his, ideal, menfaat ve gelecek tasavvurlarını ifade eden bu kavram, millet tarafından yeterince sahiplenemezse elde edilen muvaffakiyetler asla kalıcı olamayacaktı.
• Atatürk; ulusuna Türk olduğunu, şanlı bir tarih ve kıymetli bir medeniyete ait olduğunu, kültürüyle değerli ve milletçe beraber olan Ulusa diz çöktürmeye hiçbir gücün yetmeyeceğini, Türk milliyetçiliğinin ırkçı olmadığını, diğer ulusların hak ve özgürlüklerine de, toprak bütünlüklerine de saygılı olduğunu, Türk olmakla övünmeyi, güvenmeyi ama her daim çok çalışmayı öğretmişti.
• Atatürk; Ne mutlu Türk’üm diyene sözüyle kendisini Türk gören herkesin Türk olarak kabul edileceğini, milli ideal istikametinde ter döken tüm vatandaşların, bu ülkede yaşayan yurttaşların kardeş ve eşit olduğunu öğretmişti.
• Kutuplaştırmaya , sınıfsal ayrılık yaratmaya çalışanları, işbirlikçileri de tanıtan Atatürk, ırkçılık yapmadan ancak Türklük değerleriyle övünerek çok daha büyük işler yapılabileceğini öğretmişti. Mazlumlar cephesine örnek ve lider olan Türklük, O’na göre yarınlarda da dünya barışının paydası, demokratik bir dünyanın kurucu ortaklarından birisi olacaktı. Atatürk ulusuna bu bilince sahip olmayı ve bu inançla çok çalışmayı ve yaşamayı, Ne mutlu Türk’üm diyebilmeyi öğretmişti.
• Atatürk; tarih yazmanın, tarih yapmak kadar mühim olduğunu, asırlarca yanlış öğretilen, empoze edilen, barbar diye gösterilen tarihin yanlışlığını, tarihin her safhasında Türklerin var ve medeni olduğunu, Anadolu’nun ezelden beri Türk olduğunu, tarihini bilmeyen ulusların başkalarının yazdığı tarihe göre kişiliksiz yaşamaya mecbur olduğunu, gençlere ve çocuklara verilecek eğitimde öncelikle milli tarihin öğretilmesi gerektiğini ve tarihten ders almayan ulusların aynı hatalara defaten düşeceğini öğretmişti.
• Atatürk; ahenktar, zengin lisanımızın kendisini yeni harflerle göstereceğini, sosyal, beşeri ve manevi dünyalarda anlamanın gereğini, konuşmanın önemini, anlayarak okumanın kıymetini, Türk tarih ve kültürünün ancak Türkçeyle mümkün olabileceğini, diline sahip çıkamayan ulusların yok olacağını, sanattan spora her alanda her Türk’ün Türkçe’yi kullanmasını, okuma yazma dahil eğitimin kıymetini göstermiş, Osmanlı’daki gibi lisanından habersiz, cahil, okumayan veya okuduğunu anlamayan halkın egemenliğine sahip çıkamayacağını, Türkçe’nin diğer tüm dillerin anası olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; en büyük vatansever olarak maceracı olmayan bir aşkla vatan topraklarına bağlı, vatan aşkı için canını vermeye hazır bir Ulus yaratmayı gaye edinmiş, şehadet özlemiyle tutuşan, medeniyet yolunda yurdunu ileri taşımak isteyen her ferdin bu yüce sevgiden alacağı ilham ve güçle çok büyük işler başaracağını öğretmişti. Tam aksine vatana sadakatsiz, vatan aşkını hissetmeyen yahut vatan aleyhine çalışanlardan bu yurdun neler çektiğini de göstermişti. O; vatani işlerinde ‘ölmek var, korkmak yok’ ilkesini, vatanın tüm ümit ve istikbalinin gençlere, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlılığını, vatanını en çok sevenin görevini en güzel şekilde yapanlar, yurdu için fedakarlıktan çekinmeyenler olduğunu da öğretmişti.
• Yapılmak istenen inkılapların tamamlanmadığını, asla tamam olmayacağını, devrimlerin her dönemde dinamik ruhuyla daha iyiye doğru süreceğini, çağdaş ve tam bağımsız ülke idealine erişmek için yarınların mimarı gençlere çok görevler düştüğünü, gelecekte geçmiş hataları tekrarlamamak için tarihten ders almak gerektiğini, gelecek nesillere milli tarih ve milli ahlakla yetiştirmek zaruretini, egemenlik ve bağımsızlıktan asla taviz vermemek şartını, yarınlarda güçlü olmak için her alanda, beraberlik ruhuyla tam bağımsız ve üretken olmak gerektiğini öğretmişti.
• Atatürk; yüce Türk Ulusu’nun kahraman, mert, saygın, esaret bilmez ve çalışkan olduğunu, tarih ve kültürüyle sayısız medeniyet ve devletler kurduğunu, bir ve beraber olundukça yarınlarda çok daha büyük işler yapılacağını, evlatlarımıza bu yüceliği ve varlığına düşman olan unsurları göstermek gereğini, sadece milli sınırlar içerisinde değil tüm dünyada ve bilhassa mazlumlar cephesinde Türk Ulusu’nun lider ve örnek olduğunu, bölgesel ve global barış ve huzurun da ancak bizimle sağlanacağını, Ulusu yaşatmak için değer ve gereklerine uygun hareket etmenin tüm yurttaşların görevi olduğunu, Türk milletinin dinamik idealinin ve milletçe büyük davamızın; en medeni ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı sürdürmek olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; devlet ve hükümet farkını, devletin tam bağımsız, çağdaş ve medeni kimliğiyle laik, sosyal, demokrat bir hukuk devleti olduğunu, kurucu değerlerin, ilke, inkılap, kurum ve kuruluşların anayasal hak ve görevlerle korunduğunu, devlet ve vatandaş ilişkilerinin karşılıklı hak, görev ve sorumluluklara göre olduğunu, sınıfsal ayrıma yer olmadığını, devletin seçilmiş ve dönemsel hükümetlerce anayasal çerçevede yönetileceğini, kamunun çıkarlarının fert çıkarlarından üstün olduğunu, her alanda bağımsız olmak için ulusça fedakarlığa ve çok çalışmaya gerek olduğunu,
• Ayrıca yeni Türkiye devletinin öz cevherinin milli hakimiyet olduğunu, milletin bu yaşamsal hakimiyete kayıtsız ve şartsız sahip bulunduğunu, bulunması gerektiğini, Milletimizin güçlü, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi için devletin tamamen milli bir siyaset izlemesi gerektiğini, Vatandaşın en büyük vazifesinin ve en büyük hakkının seçme hakkı olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; her vatandaşın kanunlar önünde eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğunu, her ferdin eşit ve özgürlüğünü, devlet ve vatandaşın karşılıklı hak, görev ve sorumluluklarını, sınıfsal veya zümresel ayrılıklara yer olmadığını, bir ve beraber olmanın gereğini, anılan görevlerin kanunlarla belirlendiğini, etnik ayrımcılığa veya ırkçılığa yer olmadığını,
• Türkiye halkının asırlardır hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı hayatın şartı kabul etmiş bir milletin kahraman evlatları olduğunu, bu milletin istiklalsiz yaşamadığını, yaşamayacağını, yeni Türkiye devletinin halk devleti, halkın devleti olduğunu öğretti.
• Atatürk; ulusun geleceğinde ne hilafete ne de Türkiye çatısı altında bir İslam Birliği’ne yer olmadığını, hayalci heveslerle Panislamizm yapmanın zararlarını, hilafetin yurdu soktuğu durumu, laikliğin kıymetini, bağnazlığın ve taassubun zehirli etkilerini gösterdi, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi milli sınırları içerisinde refah ve çağdaş yarınlar için çalışması gerektiğini öğretti.
• Atatürk; Ulusu için sadece Cumhuriyet’i öngördü, yardım alsa da, düşman olmamaya özen gösterse de, Kurtuluş Harbi’nde savaşmamış olsa da, hatta sosyalist ve Marksist yazarların eserlerini okumuş olsa da asla Bolşeviklik taraftarı olmadı. Komünist Parti kuruluşuna destek vermesinin sebebi çok partili sistem arzusu, Rusya ile sıcak dostluk arayışları askeri yardım ve yurdun selameti içindi.
• Bu nedenle Atatürk sosyalist toplum modeline çok yakın durmamayı, bu çekinceyi düşmanlık derecesine de vardırmamayı, Karadeniz’in Barış Denizi olarak kalması gerektiğini öğretti.
• Atatürk; dünyanın başına bela iki derdi zulüm ve cehalet olarak tarif etmiş, yurdun başına gelen zulmü yani emperyalist baskı ve işgalleri İstiklal Harbi’yle, cehaleti ilke ve inkılaplarıyla yenmişti. O ulusuna kapitalist ve emperyalist müdahalelerden korunmak için her alanda bağımsız ve güçlü olmayı, cehalet ve bağnazlığı yenmeyi, medeni ülkeler platformunda seçkin mevkide yer almak gereğini, barışın her şeye rağmen olmadığını, çalışmak ve güçlü olmak gereğini öğretmiş, hain işbirlikçilerle mücadele esas ve usullerini göstermişti.
• Atatürk; geri kalmışlığımızın sebepleri arasında akla ve bilime düşman olmayı, bağnazlığı, dini hurafeleri ve tembelliği saymış, başka milletlerin örflerini, Batı’nın kopya medeniyetlerini taklide yeltenen Osmanlı’nın, saltanat ve hilafetin derin darbeleriyle de güçsüzleştiğini, bağnazlığın karşıtının ‘hoşgörü’, hayatta en fena şeyin riyakarlık olduğunu, cehaletin ve üretememenin en büyük noksan olduğunu öğreten Atatürk, milli ve yerli tam bağımsız ülke idealiyle geri kalmışlığın çözüleceğini ama bunun için de milli bir eğitim seferberliğine gerek olacağını öğretmişti.
• Atatürk; tarihimizin yok sayılamaz bir parçası olan Osmanlı’nın zamanında Doğu kültürü ve Türklük bilinciyle güçlenip Avrupa sınırlarına uzanırken, sonrasında Türk’lere gerekli özen ve kıymeti vermediği, maceraperest tutkulara düştüğü, tek kişilik yönetimlerle bilimi inkar ettiği için çöktüğünü ve emperyalist güçlerce paylaşıldığını, sebep olduğu tahribatın gerek yasal ve gerekse içtimai anlamda pansuman tedbirlerle aşılamayacağını, bu nedenle Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıktığını, tarihsel süreçte bundan böyle aynı hatalara düşülmeyeceğini, egemenliğin halkın malı olduğunu, Osmanlı’nın çöküşüne de sebep hilafet ve saltanat adıyla anılan tek kişilik egemenliklere bundan sonra yer olmadığını, gaflet, delalet ve hatta hıyanet içerisine düşen bu mevkilerin gerek milli ve gerekse global manada artık hükümsüz olduğunu, yarınlarda tek kişilik yönetimlere asla yer olmayacağını, egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olacağını öğretmişti.
• Atatürk; kendisine teklif edildiği halde, yapabilecekken reddettiği tek kişilik iktidar yahut padişahlık kavramına karşıydı, tehlikeli görmekteydi, en dürüst adamların dahi o mevkide olağanüstü güce erişince güç zehirlenmesine uğrayacağını düşünüyordu.
• Atatürk halkın irade ve hürriyetine duyduğu saygıyla, kaderine kendisinin karar vermesi emeliyle egemenliği Cumhuriyet ile kişiden alıp halka vermiş, tek kişilik yönetimlerin yol açtığı felaketleri anlatıp, bu iradenin bundan sonra hiçbir kimse veya kuvvete verilemeyeceğini öğretmişti.
• Atatürk; gerek himaye gerek manda gerekse bölgesel kurtuluş adına çözüm olarak sunulan yanlış tekliflerin hiçbirisine itibar etmeyerek, Misak-ı Milli sınırları dahilinde tam bağımsız bir Cumhuriyet teşkiline çalıştı ve başardı. Emperyalist, himayeci uluslara güvenmek yerine sadece ulusuna ve öz kaynaklarına güvendi. O, bağımsız ve milli olmanın kıymetini anlatırken, yarınlarda manda veya himayeye gerek kalmaksızın yaşamanın yollarını da gösterip, çok çalışmayı, üretmeyi çıkar yol olarak sundu, sapık tekliflerin tümüne kapıları kapattı, “Ya İstiklal ya ölüm” parolasıyla ulusuna ebedi bir bağımsızlık destanı yazdırdı.
• Atatürk ulusuna bağımsızlığın kıymetini ve sahip çıkmak adına neler yapılması gerektiğini öğretti.
• Atatürk; Osmanlı’yı yerle bir eden yanlış ekonomik kararların, verilen imtiyazların, yabancılara peşkeş çekilen yerli işletmelerin, velhasıl savaşlarda alınan yenilgilerden de ağır sonuçları olan kapitülasyonların yıkıcı etkilerini ulusuna öğretti, yarınlarda aynı çukurlara düşülmemesi için üretmeyi, çalışmayı, tutumu, yerli ve milli olmayı, israf ve savurganlığa son vermek gereğini, kapitülasyonların bir devleti mutlaka çökerteceğini, Osmanlı’nın buna en güzel delil teşkil ettiğini anlattı.
• Ayrıca milli kaynaklara sahip çıkıp işlemeyi, yer üstü ve yer altı kaynaklarını atıl bulundurmamayı, ekonomik istikrarı, sıkı para politikasını, uyumlu ve akıllı bütçeyi öğretti. O aynı zamanda hortumlarla, soygunlarla mücadele etmek gereğini, vergi vermenin kutsallığını, vergilerin harcanmasında hakkaniyet ve önceliklere uyarken kişi değil millet menfaatlerinin göz önünde bulundurulmasını öğretti.
• Atatürk; tam bağımsızlığın ve çağdaşlaşmanın ancak milli birlik ve beraberlikle sağlanabileceğini, geçmişte ve tarihin tüm safhalarında olduğu gibi ulusun kardeşçe dayanışması gerektiğini, bir ve beraber olundukça milletin sırtının yere gelmeyeceğini öğretti.
• Atatürk ayrıca bu milli beraberliğe düşman olanların bizden olmadığını, onlarla mücadele etmek gereğini, aramızdaki bizden görünüp bizden olmayan ihanet şebekelerinin her daim var olacağını ancak Atatürk ilke ve inkılapları ile yetişmiş gelecek nesillerin bu işbirlikçilere pabuç bırakmayacağını anlatmış, her türlü yanlışa hesap sorulacağını, esas olanın millet menfaati olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; hukukun üstünlüğünü, herkesin hukuk önünde eşit ve özgür olduğunu, temel hak ve özgürlüklerin dokunulmazlığını öğretmiş, adaleti sağlayamayan hukukun anlamsızlığına dikkat çekerken, hukuku tatbik edenlerin namus ve haysiyet çizgisinde olması gereğine işaret etmiş, kanunların yapılması, tatbiki ve denetlenmesi anlamında görev alan yasama, yürütme ve yargı organlarının ayrılığına özel önem göstermiş, Ulusuna bağımsız mahkemelerde yargılanma hakkı verirken, masumiyet karinesini öne çıkarırken, gayrimüslim ve azınlıklara da aynı hakları tanımakla hoşgörü ve insan sevgisini de öğretmişti. En başta kendisi hukuka saygılı olurken ulusuna hukuka saygılı olmayı, mahkemelerin de tarafsız olması gerektiğini anlatmış,
• Her milletten ziyade adaleti tecelli etmemiz gerektiğini, adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet halinde mevcudiyetinin kabul edilemeyeceğini, Milletimizin adalet fikir ve zihniyeti noktasında hiçbir medeni milletten aşağı olmadığını, Hükümetlerin kanunu egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla görevli olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; huzur ve güvenin ancak hoşgörü ve insan sevgisiyle olabileceğini, karşılıklı anlayış ve sağduyunun önemini, toplumsal barışın ancak eşitlik ve özgürlüğe dayalı anlayışla gerçekleşebileceğini savunurken, devletin ve bireylerin şefkatli olmasını, merhametle iş görülmesini, sevgi ve saygı sınırları var oldukça sorunların daha kolay aşılabileceğini öğretmişti.
• Atatürk ayrıca bu sevginin tabiat varlıklarına da, yabancı ülke vatandaşlarına da gösterilmesi gerektiğini anlatmış, buna istisna olarak ihanet içerisinde olanları saymıştı. O’na göre böyle olanlar için dahi kin ve husumetle değil, yasal ve hakkaniyetli olmak gereğini öğretmişti.
• Atatürk; ahlakın duygu haysiyet ve karakterindeki düzlük, güzellik olarak tanımlarken, maneviyatın gücünden bahsetmiş, milli ahlakı ise milli ülküye giden yolda en kıymetli kilometre taşlarından birisi olarak göstermişti.
• O, terbiyenin ve milli ahlakın toplumun en kıymetli yapı taşlarından olduğunu, milli ahlakın tesis edilebilmesi durumunda itici güç, elden çıkması durumunda en zararlı düşman olacağını öğretmiş, yetişecek gençlere evvela milli ahlakın verilmesi gerektiğine dikkat çekmişti.
• Atatürk ayrıca; hiçbir milletin ahlak esasına dayanmadan yükselemeyeceğini, tehdide dayanan ahlakın erdemlilik olmadığı gibi güvene de layık olmadığını, Cumhuriyetin ahlaki fazilete dayandığını, Milli ahlakın uygar esaslarla ve özgür fikirlerle beslenip sağlamlaştırılmak zorunda olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; Cumhuriyet’in kurucu ayarlarının tam ortasına liyakat, ehliyet ve namusu koymuştu. O’na göre gayrimüslim veya ecnebi de olsa işler ehil olanlarca yürütülmeliydi, birden çok seçenek olması halinde öncelik vatandaşlarımıza verilecek olsa da işlerin ehil olanlarca yürütülmesi gerektiğini öğretmişti. Ayrıca O, namuslu muhalefetlere ve mert düşmanlara saygı duyacak kadar erdemli, namussuz dostları düşmandan aşağı görecek kadar hakkaniyetliydi.
• Gerek kendisi ve gerekse vekiller için işareti ise namuslu iş yapmaktı, O’na göre edilen makam yeminleri de namus gereğiydi, her vatandaş ve her devlet memuru namuslu yaşamak ve çalışmak zorundaydı.
• Atatürk ulusuna namuslu olmayı, ehil ve layık olmak için çalışıp okumayı, işlerin ehil olanlarca yürütülmesinin lazım ve şart olduğunu, kamu bütçesinde yetim hakkı bulunduğunu öğretmişti.
• Atatürk; siyasetten günlük yaşama her alanda dürüstlüğü ön sıralarda tutan gerçekçi ve namuslu bir devlet adamıydı, mahiyetine de tavsiyesi o yöndeydi. O’na göre gaza gelmek, hayalperest olmak yanlıştı, ayakları yere basan gerçekleştirilebilecek hedefler her zaman daha makuldü, halkına doğruluk ve meşruluk sınırları dışına çıkmamayı, gerçekleri konuşmaktan korkmamayı, varsa yapılan hataların sonucuna haysiyetle katlanmayı, Milleti aldatmamak, daima gerçeği söylemek mecburiyetini, hiçbir işin gizli kalamayacağını, liyakate aşık olmak gerektiğini öğretmişti.
• Atatürk; gerçeği konuşmaktan korkmamayı telkin ederken, hata yapmamayı esas almakta ama hata durumunda sonucuna katlanmayı şart koşmaktaydı. Birbirini kandıran fertlerden oluşan toplumun ilerleyemeyeceğine inanan Atatürk, ulusların da bu paralelde olması ancak olmadığı görüşündeydi. Ezberleri bozar tarzda kendisi dürüst ve gerçekçi yaklaşımlarıyla komşu ülkelere de güven vermişti, halk kendisine O da halkına güvenmekteydi. Yanlış ve hataların yalanla çok uzun süre saklanamayacağına inanan Atatürk, dünyanın bir kısmını daima, tamamını belli bir süre aldatmanın mümkünlüğünün ama dünyanın tamamını sürekli aldatmanın imkansızlığını bilmekteydi. Ulusuna da gerçekçi olmayı, gerçekleri konuşmayı, kudretsiz dimağların, zayıf gözlerin hakikati kolay göremeyeceğini, bu gibilerin büyük Türk milletinin yüksek seviyesine nazaran geri insanlar olduğunu, Milleti aydınlatmanın, ona gerçekleri söylemek olduğunu, aydınlatanların da aldanmamış olması gerektiğini öğretmişti.
• Atatürk; toplumu devlet kademesinde yaşanan heyecanların aynısını şevkle yaşaması gereken halk kitleleri olarak görmekteydi ve O’na göre toplum yapılmak isteneni anlayabildiği ölçüde inkılap ve ilkeler de başarılı olacaktı. Devletin bekası ve ilerlemesi topluma bağlıydı, toplumu oluşturan fertlerin milli terbiye ve milli eğitimle şekillendirilmesi bu yüzden önemliydi, toplumun en küçük birimi olan aile bu yüzden önemliydi.
• Atatürk ayrıca toplumun Cumhuriyet’in; sosyal, demokratik, hukuki ve laik mahiyetine sahip çıkması gerektiğini, kalkınmanın hep birden olacağını, dertlerin de birlik olunarak çözüleceğini, dolayısıyla toplumsal dayanışma ve yardımlaşmayı öğretmişti.
• Atatürk; ailenin terbiye ve eğitimin ilk merkezi olduğu bilinciyle, aile birliğine önem vermekte, kadın ve erkeğin bu yapı içerisinde eşit olduğuna, kadın ve erkek ayrı görev, sorumluluk ve haklara sahip olsa da, aynı çatı altında sağlıklı ve milliyetçi nesiller yetiştirmek gayesiyle Milli ülkü ve Cumhuriyet’in dinamik ideali istikametinde oluşturulan medeni birlikteliklerin toplumun geleceğine doğrudan tesir ettiğine işaret etmekteydi.
• O ulusuna aile kurmayı, sağlam karakterli nesiller yetiştirmeyi, aile temeli sağlam olmadıkça ulusların ayakta duramayacağını, ailenin medeniyetin esası, temeli olduğunu, aile hayatındaki fenalıkların mutlaka toplumsal, ekonomik ve politik beceriksizliği doğuracağını, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temelinin aile hayatı olduğunu, aile fertlerinin evlilik müessese gereklerini yürütmeye yetenekli olması gerektiğini, Milletin esas terbiyesini aileden aldığını öğretmişti.
• Atatürk; kadınları kanunlar önünde eşit ve özgür gören, savaşta ve barışta Türk kadınının kahramanlık ve fedakarlığına yakından şahit olan birisiydi.
• Ulusal kalkınmanın kadınlarla birlikte gerçekleşmek zorunda olduğunu her fırsatta dile getiren Atatürk ulusuna cinsiyet anlamında ayrıştırılmamış aksine bütünleştirilmiş, namus ilkesine dayalı, işbirlikçi bir meslek ve aile hayatını nasihat etmiş, kadının en büyük vazifesinin analık, sonraki vazifesinin toplumsal kalkınma için faziletle çalışmak ve üretmek olduğunu anlatmış, kadınların erkeklerden de çok tahsilli olması gerektiğini göstermiş, kadınlar kalkınmadıkça refah ve huzurun sağlanamayacağını, kadınlarımız için asıl mücadele alanının biçim ve kılıkta başarıdan çok, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmak olduğunu, kadınların omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıklığını, kadının Türkiye Cumhuriyeti anlamınca bütün Türk tarihinde olduğu gibi en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlık olduğunu öğretmişti.
• Atatürk İnönü’ye 1923’ün 30 Ekim’inde yazdığı mektubuyla yoldaşı İnönü şahsında tüm ulusuna içine düşülen durumun müşküllüğünü, yapılacak çok fazla iş olduğunu, çok çalışmadan zorlukların aşılamayacağını anlatmakta, Osmanlı’dan teslim alınan harap ülkenin ihtiyaç ve önceliklerini sıralarken, neler yapmak gerektiğini göstermekte, halkına bir daha o zor durumlara düşmemek için dikkatli ve tedbirli olmak gereğini öğretmekteydi.
• Atatürk; Kurtuluş Savaşı’nın hemen ertesinde giriştiği kalkınma ve cehaletle mücadele davasında, kademeli ve zamana bağlı inkılaplar ile ulusun kat etmesi gereken menzilleri göstermiş, her bir inkılabın toplumda süratle ve doğru şekilde karşılık bulması için gerekenleri sıralamış, çıkarılan yasalarla gelişmeleri kurumsallaştırmıştı.
• Bu sayede Atatürk ulusuna; dinamik idealin her dönemde var olacağını, inkılapların başladığını ama asla bitmeyeceğini, inkılaplara sahip çıkılması gereğini, refah bir gelecek için çok çalışmak gereğini ve inkılaplar ile hedeflenen ruhun tüm kesimlerce hissedilmesi gereğini, Medeniyet yolunda başarının yenileşmeye bağlı olduğunu öğretmişti.
• Atatürk; medeniyet ve uygarlığı Türk Milletinin öz yapısında var olan bir vasıf olarak görmekte, bu meşaleyi söndürmeden taşımanın önemine dikkat çekmekte, akıl ve bilim rehberliğinde yarınlara emniyetle ulaşmanın ancak Batı medeniyetleri seviyesinin de üzerine çıkmakla mümkün olacağını düşünmekteydi. Bu sebeple ulusuna da medeni olmayı, çağdaş giyinmeyi, evrensel ölçü ve tartıları kullanmayı, her anlamda çağdaş olmayı önermekte, medeni kanunla kazanılan hakların koruyucusu olma görevini herkese vermekteydi.
• Atatürk medeniyet yolunda ulusuna emin adımlarla ve bilimle ilerlemeyi öğretirken diğer yandan ayak bağı olan hurafelerle mücadele gereğini ve bunlarla baş etme-nin yollarını da göstermekteydi.
• Atatürk; çoğu kısımlarını kendisinin kaleme aldığı Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabında ulusuna vatandaş ve insan olmanın temel gereklerini, inşa edilmekte olan yeni Türkiye’ye yakışır aydın ve vatansever bireylere dönüşmenin şartlarını, devlet ve halk ilişkilerini açıklamayı, Türk tarih ve kültürünün davaya yansımasını anlatmayı gaye edinmişti.
• Evlere kadar dağıtılan bu çalışmayla Atatürk ulusuna tıpkı devleti modernize eden medeni kanunla yaptığı gibi, medeni bireyler olmayı öğretmekteydi.
• Atatürk; şapka ve kıyafet devrimiyle sadece görünüşsel bir değişimi hedeflememişti. O’na göre festen ve arabesk kıyafetlerden şekilsel olarak kurtulmak Batı yanlısı bir tutum içerisinde olmakla, kabuk değiştirmekle eş anlamlıydı ve Batı’nın yeni Türk Devleti’ne bakışı üzerinde de gayet etkili olan bu konu çağdaş şekillemelerle olumsuz intibaları olumluya çevirecek güçteydi. Bu aynı zamanda bağnaz çevrelerin ortaya çıkarılması anlamında da önemliydi.
• Atatürk bu sayede öze ve esasa dair yaptığı ilkesel değişimlerin yanı sıra halkına görünüş itibarıyla da medeni bir çizgi çizmiş, eskinin terk edilen yasa ve anlayışları konvoyuna kıyafet ve alışkanlıkları da katabilmişti. Bu aynı zamanda değişen Türkiye’nin çağdaş yüzünü göstermek anlamında da kıymetliydi. Neticeten Atatürk bu seri inkılaplarıyla Türk halkına çağdaşlık yolunda daha emin adımlarla yürümeyi öğretmişti.
• Atatürk; tüm söylev ve demeçlerinde, inkılap ve ilkelerinde akıl ve bilimi esas almış, gerçekçi, bilimsel, objektif bir yapıdaydı. O’nun tek o taraftarlığı Cumhuriyet bahsindeydi ki bundan dönmeyeceğini defaten duyurmuştu.
• Eğitimden iş hayatına, toplumsal tüm meselelerde akla ve zekaya önem veren, bilimin işaretlerine uyan, hurafelerden uzak duran yapısıyla, medeni dünyayla mücadele edebilmenin yolunu bilimle mümkün görüyor, zihinlerdeki örümcek ağları temizlenmedikçe eskinin bağnaz ve köhne esaretlerinden kurtulunamayacağını biliyordu. Bu sebeple halkına medeniyet yolunda ilerlerken akıl ve bilimi rehber edinmeyi, tıpkı kendisinin yaptığı gibi tüm meselelere bu istikamette yaklaşmayı, Türk milletinin hür fikirler uygulamaya geçtikçe yükseleceğini öğretmişti.
• Atatürk; eğitim ve öğretimi sadece öğrenciler ve memurlar için değil tüm bireyler için elzem görmekteydi. O’na göre eğitim milli olmalı, tüm bireyleri kucaklamalı, kader haline gelen cehaleti silip süpürmeli, yurdun en ücra köşelerine dek uzanmalı, bunun için de kültür orduları devreye girerek, iyi yetişmiş öğretmenler eliyle milli ideale yönelik medeni eğitim ehil ellerce verilmeliydi.
• Atatürk cehaletin kötülüğünü, aydınlanmanın kıymetini, araştırma ve sorgulamanın, farkındalığın ve analiz yeteneğinin kıymetini anlatırken, ulusuna anlamayı, öğrenmeyi, öğrendiklerinden dersler çıkarmayı, geleceği bilimsel olarak inşa etmeyi öğretmekteydi. Bu savaşta kültür ordusu dediği Cumhuriyet’in çağdaş öğretmenleri de en büyük güvencesiydi.
• Ulu önder ulusuna; en güzel sevginin kitap sevgisi olduğunu, hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşılamayacağını, ana-baba ve kardeşlerin de aydınlatılması gerektiğini, Memleket davalarının ideolojisini anlayıp anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmanın Milli Eğitim Bakanlığı’nın büyük ve ağır mesuliyeti olduğunu, En büyük savaşın cahilliğe karşı yapılan savaş olduğunu, cehalet yok edilmedikçe ilerlenemeyeceğini, Cahil denen kimsenin okumamış olanlardan ziyade ilmi, hakikati göremeyenler olduğunu, okumuşlardan nice cahiller çıkabildiği gibi, okuma yazma bilmeyenlerden de nice alimler çıkabileceğini, Milletimizin fikri terbiyesinde , siyasi ve toplumsal hayatında ilim ve tekniğin rehber edinilmesi gerektiğini, Devletin en mühim ve feyzli vazifesinin milli eğitim işleri olduğunu, milli eğitimde mutlaka başarılı olmak gerektiğini, Milli eğitimin gayesinin sadece hükümete memur yetiştirmek değil, memlekete; ahlaklı, Cumhuriyetçi, İnkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başaracak kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi gençler yetiştirmek olduğunu,
• Eğitim stratejisinin; bir yandan cehaleti yok etmek, diğer yandan nitelikli, faal, faydalı ve verimli elemanlar yetiştirmek üzere kurulması gerektiğini, Pratiğe dayalı verilecek eğitimin mekteplerde itimada şayan ellere tesliminin şart oluşunu, Milli eğitimin amacının medeniyet seviyesine ulaştıracak en yüce milli duygu olduğunu, fikirlerin topla, tüfekle öldürülemeyeceğini, Okulun genç beyinlere, insanlığa; hürmeti, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi, bağımsızlığı öğreten yer olduğunu, Türkiye’nin eğitim ve öğretim tutumunun her katında tam bir açıklıkla, hiçbir tereddüte yer vermeden ulusal nitelikte olmasını, Milli eğitim ile yetiştirilecek genç dimağları paslandırıcı, uyuşturucu hayali fazlalıklarla doldurmaktan kaçınmak gereğini öğretmişti.
• Atatürk gözüyle öğretmenler yurdu saracak medeniyet meşalesini ücra köşelere kadar taşıyacak kültür ordusu neferleriydi. Her biri vatansever ve yenilikçi öğretmenler, ilke ve inkılaplar ışığında hizmet verecek saygıdeğer insanlardı ve inkılapların ruhu onların yardımıyla gerçekleşecekti.
• Milli eğitimi, milli tarih ve kültürle birlikte değerlendiren Atatürk’e göre bu ordu akıl ve bilimi esas alacak, fikri, vicdanı, irfanı hür nesiller yetiştirecekti. Atatürk öğretmenleri sevip güvenmekle, sayısız demeciyle, kongrelerine ve derslerine bizzat katılmakla öğretmenlere de öğretmenliği, ulusu sevmeyi, ülke için çalışmayı, fedakarlıktan kaçınmamayı ve mum gibi erise de bilgi aktarmaktan vazgeçmemesini, toplumu gerçek ulus yapanların öğretmenler olduğunu öğretmiş, öğretmenliğin ömür boyu sürecek öğrencilik olduğunu, sınıfta Cumhurbaşkanı’nın bile öğretmenden sonra geldiğini göstermişti.
• Atatürk ayrıca ulusuna; yeni neslin en büyük Cumhuriyet dersini öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacağını, yeni neslin kıymetinin; öğretmenlerin maharet ve fedakarlığı ölçüsüyle orantılı olacağını, öğretmenlerin başarısının Cumhuriyetin başarısı olacağını, Öğretmenlerin her fırsatta halka koşmasını, halka ‘öğretmenin okuma yazma öğretmekten çok daha fazlası olduğunun’ gösterilmesi gerektiğini, Öğretmenlerin namuslu birer uzman ve çalışkan birer bilgin olması gerektiğini, öğretmenliğin, ilerlemeye ve her hâlükârda da refah teminine müsait bir meslek haline getirilmesi gerektiğini, Evlatlarımızın vazifeyi kendine hem meslek hem bir ülkü sayacak üstün ve saygın öğretmenler tarafından yetiştirilmesi gereğini, Öğretmenlerin dünyanın her tarafında insan toplumlarının en fedakar ve saygıdeğer unsurları olduğunu öğretmişti.
• Atatürk’e göre siyaset kaçınılmaz bir gerekti. Ülke yönetiminde iş yapmak olarak tarif ettiği siyaseti, dış siyasetin çıkış noktası olarak gören Atatürk, millet egemenliğini kullanan meclisin değerli mensuplarının aynı idealde olacaklarına emindi, denetim ve kontrolü esas almakta, dönemsel olarak yapılacak seçimlerle halk memnuniyetinin teminini şart koşmaktaydı.
• O’na göre kalkınma planlamasından devlet bütçesinin kullanılmasına kadar her alanda halk adına yetki kullanan vekil ve bakanlar, devleti temsil ederken fazilet ilkelerine kesinlikle uymalı, ileriyi görmeli, ülke menfaatlerine yakışanı yapmalıydı. Vatandaşların tercihlerine saygılı olan Atatürk, çoğulcu demokrasi taraftarlığıyla, çok seslilikten yana tutumuyla meclisi iş ve fikir üreten bir bilimsel yuvaya dönüştürmüştü.
• Bu sayede ve kendi icraatlarıyla da Atatürk halkına dürüst ve haysiyetli siyaseti, toplumun kaderini belirleyen kararlarda isabetli öngörüyü, fedakar ve çalışkan olma mecburiyetindeki mebusların temsil ettikleri halkla el ele olması gereğini, siyasetin ülke mukadderatını belirlediğini öğretmişti.
• Milli siyasetimizin açık delilinin, müspet bilim temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış, erdemli, kuvvetli bir nesil yetiştirmek olduğunu, edilen yeminlerin kutsiyetini anlatmıştı.
• Atatürk ulusuna ayrıca; Memleket için düşman işgalinin acı verici olduğunu ancak ondan da acı olanın kendi ırkından, büyük tanıdığı ve başında taşıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi olduğunu, Memleket ve millet işlerinde, hakiki işlerde duygulara, hatıra, dostluğa bakılmayacağını, Milli iradede milletin müşterek ve genel fikir ve eğilimlerine uymak zorunluluğunun ana prensip olduğunu, bir insanın memleket ve milletine faydalı bir iş yaparken unutmaması gereken kuralın milletin gerçek eğilimi olduğu,
• Milletin acil ihtiyaçlarına çare bulacak bir programa dayanmayan yenileşme teşebbüslerinin ve siyasetlerin şahsi ve keyfi olmaktan kurtulamayacağını, Millete dost görünüp, iktidar mevkine geçtikten sonra ilk fırsatta onun hakiki ihtiyaçlarını düşünmek yerine, memleketi kendi istediği yolda götüren, laf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri şahsına bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan çok zararlar çekileceğini,
• Üretmeyi, yerli kaynaklarla yetinmeyi, tasarrufu özendirmeyi, İhtiyatlı ve tedbirli olmayı, itibarın vakur bir prensip ve istikrarlı bir disiplin meselesi olduğunu, lüks ve şatafatla sağlanamayacağını öğretmişti.
• Atatürk dış siyasetin iç siyasetten başladığını, siyaset mekanizmasının her durum ve ölçekte adil, tarafsız ve dürüst olması gerektiğini, dünya ve bölgesel barış için ulusların aynı yolu izlemesi gerektiğini göstermiş, eylem ve düşünceleriyle daha refah bir dünyanın nasıl olacağını ve barışın nasıl korunacağını göstermişti. Döneminde savaşsız uzun bir müddet geçiren dünya ve yakın bölgemiz de şahit olmuştu ki haysiyetli ve hakkaniyetli dış siyasetle barışçı yollardan çözülemeyecek mesele yoktu. Dahası emperyalist güçlerle başa çıkmanın yolu dayanışma ve mazlumlar cephesinin birlikte mukavemetiydi.
• Atatürk’ün barış felsefesi bu anlamda dünya ölçeğinde ses getirmiş, liderlerin tümü O’nun bu yaklaşımına saygı duymuştu. Silahsızlanmayı hayal olarak gören Atatürk ulusuna savaşa her an hazır olmayı, güçlü ordu bulundurmanın zorunluluğunu ancak hoşgörü ve insan sevgisinin öne çıkması gerektiğini, boş hayaller peşinde koşmamayı öğretmişti. Atatürk; Milli mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmamayı ayrıca diplomasi ustalığını, bilginin ve cesaretin kıymetini, ulustan güç alan devletlerin yenilmezliğini de öğretmişti.
• Atatürk için barış elzemdi ancak her şeye rağmen değildi. Barışın tesisi için de lazım olan şey üstün bir ordu bulundurmak, tam bağımsız ve her alanda güçlü olmaktı. Bölgesel ve evrensel barışın imkansız olmadığını savunan Atatürk bunun şartını akıllı işbirliğine bağlarken, ülkelerin karşılıklı çıkarlarına saygılı olmayı ilke edinmiş ancak tam bağımsızlıktan asla taviz verilmeyeceğini açıkça ortaya koymuştu.
• Haysiyetli dış politikanın, barışın tesisinde önemli yer tutuğunu bilen Atatürk ulusuna da barış yanlısı olmayı ama bunu temin etmek için çok çalışmayı hedef göstermekteydi.
• Netice olarak Atatürk barışa yönelik söz ve eylemleriyle ulusuna gelecekte de huzur ve güvenli bir ortamda yaşamak ve ilerlemek için barışın gerekliliğini, barışın ancak tam bağımsızlığı temin etmesi durumunda mümkün olabileceğini, barış masasına eli kuvvetli oturabilmek için de çok çalışmanın ve güçlü orduya sahip olmanın önemini,
• Türkiye siyasetinin esasının; komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek olduğunu, dış siyasetimizin dürüst ve açık, özellikle barış fikrine dayalı olduğunu, Milletlerarası meseleleri barış vasıtalarıyla çözmeye çalışmanın menfaat ve anlayışımıza uygunluğunu, Dünya barışı için ülkece gönüllü ve gayretli olmak gerektiğini öğretmişti.
• Atatürk dünyaya verdiği barışçı politika dersinin en büyük örneğini ömrünün sonlarında Hatay meselesinde göstermişti. Meselelerin barışçı yollarla ancak takipçi ve istikrarlı bir dış siyasetle mümkün olabileceğini gösteren Atatürk, diğer yandan hayalperest olmanın zararlarını da göstermiş, komşu devletlerden gelen sınır dışı işgal tekliflerini reddederek barış ilkesinin milli sınırlar içerisinde olacağını da ispat etmişti.
• Böylece Atatürk Musul, Ege adaları veya Batı Trakya gibi konularda Lozan ilkelerine sadık kalmış, Montrö anlaşmasının barışa katkısını her ortamda dile getirirken bölgesel bir tehdit ve yayılmacı bir maceraperest olmadığımızı da cihana göstermişti. Bu barış ilkesi tüm dünyada derin bir tesir bırakmış ve böylece Atatürk savaşlarla kıvranan dünyaya da barışın kıymetini öğretmişti.
• Atatürk Türk İnkılabının, Fransız devriminden veya diğer ihtilallerden farklı oluşunu her fırsatta dile getirmekteydi. Nitekim O’na göre Türk İnkılabı ihtiyaçtan doğmuştu, tamamen milliydi, emsalsizdi. Bunun gibi savaş sonu yapılan hamleler, yasalaştırma ve inkılaplar tümüyle milliydi, Atatürk önderliğindeki kurucu kadronun eseriydi. Bunların halk ölçeğinde kolay kabullenmesinin sebebi de bünyesine ve kültürüne uygun olmasıydı.
• Bu sayede Atatürk ulusuna; hiçbir dış güç ve örneğe muhtaç olunmadan da milli çözümler bulunabileceğini, bir ve beraber olundukça çözülemeyecek mesele bulunmadığını, gelecek asırlarda da ulusun takip etmesi gereken çizginin rüştünü ispat etmiş Atatürkçü Kalkınma modeli olduğunu,
• Ayrıca; hayat demenin ekonomi demek olduğunu, tam bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlık ile mümkün olacağını, ekonomi, ticaret ve sanayinin gelişmesinin kapitülasyonların kalkmasına bağlı olduğunu öğretmişti.
• Atatürk para ve pul basımlarında da, posta hizmetlerinde olduğu gibi ilkelerin ana ruhuna sadık kalmış, milli kalkınma da saban ve kalemi, kılıçtan öne almış, tam bağımsızlığı, Anadolu’nun örflerini motifler şeklinde icraatlarına taşıyarak kalkınmayı milli ve yerli boyuta taşıyabilmişti. Kullanmakta olduğu para ve pullarda gördüğü üzere halk kalkınma hamlelerine bu sayede daha sıkı sarılmış, başarılar birbirini izledikçe güven artmış, güven nice başarıları beraberinde getirmişti.
• Atatürk para basımı örneğinde olduğu gibi sadece detayda değil, şekilsel olarak da milliliği ulusuna karakter ettirmiş, dış dünyaya da doğan ve her geçen gün güçlenen yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan etmişti. Bu şekilde Atatürk ulusuna milli ve yerli olmanın kıymet ve kudretini de bir kez daha öğretebilmişti.
• Atatürk; bu millete hizmet eden herkesi efendi görmekte, iş değil laf üretenleri ise sevmemekteydi. Milletin bu zamana dek tarih sahnesinden silinmemesini asker ve çiftçi olmasına bağlayan Atatürk en temel iki ihtiyaca da (emniyet ve gıda) dikkat çekmekteydi. (Nitekim bugün dahi bu iki unsur ülkelerin öncelikli konusudur.)
• Atatürk köylere dek ulaştırılacak yollarla, tarıma verilecek desteklerle, çiftçi ve köylünün eğitim, üretim ve ekonomiye katılmasıyla ulusun kalkınacağına, kırsal kesim muaf tutulduğu müddetçe ülkenin ilerleyemeyeceğine inanmaktaydı. Bu sebeple eğitimi de, fabrikaları da, yolları da ücralara kadar götürmeyi hedeflemiş, köylüyü üretmesi kaydıyla baş tacı etmişti.
• Ayrıca yapılan gıda ıslah çalışmaları, tarım destek teşvikleri gibi uygulamalarla da bu düşüncesini hayata geçirmişti. Tüm bunlarla Atatürk ulusuna tarımın kaçınılmazlığını, gıdada milli yeterliliğe erişemeyen ulusların başkalarına muhtaç duruma düşeceğini, çağdaş teknik ve usullerin tarım da da (makineleşme vb.) yaşanması gereğini,
• İlaveten; Milli ekonominin temelinin ziraat olduğunu, ülkenin gerçek sahibi köylünün, refah, saadet ve servete herkesten çok layık olduğunu, bir yandan çiftçinin emeğini artıracak tarzda bilgi, vasıta ve fenni aletlerin kullanımına, diğer yandan çalışmalarının neticelerinden azami istifadesi için iktisadi tedbir alınmasına ihtiyaç olduğunu öğretmişti.
• Atatürk kendisinin projelendirmediği ancak katkı sağladığı bu proje ile tarıma ve köylüye verdiği önemi muazzam bir örnekle anlatmakla kalmamış, ileri görüşünü de ispat etmiş ve yarınlar için ulusa yeni ufuklar açmıştı. Hijyen ve temizliğin önem kazanmadığı yıllarda çevreye saygılı, hayvan haklarının anılmadığı zamanlarda hayvan mezarlığına yer veren, ferah ve büyütülmeye elverişli bu proje kooperatifçilik ve köy meclisi uygulamalarına olan yatkınlığıyla da örnek seviyedeydi.
• Zamanın pek çok ülkesince taklit edilen uygulama maalesef ülkemizce terk edildi. Lakin Atatürk bu surette halkına modern tarımın ve köy yerleşkesinin nasıl olması gerektiğini detayıyla ve mükemmel şekilde öğretmişti.
• Atatürk halkımızın alışkanlıklarında asırlar boyu imece adıyla var olan yardımlaşma ilkesini, üretici ile tüketiciyi kısa yoldan buluşturmak ve bu surette haksız kazancı engellerken, taze ve hesaplı gıda teminini de mümkün kılan kooperatifçilik ruhunu teşvik etmişti. Zor durumdaki memurların yardımlaşma sandığı türü uygulamalara da öncülük eden Atatürk bu sayede de sosyal yardımlaşmanın örneklerini vermişti. Tüm bunları da emir vererek değil, bizzat öncülük ederek hatta kurucu üye olarak başarmıştı.
• Mali destek gayesi de güden bu yapılanmaların ilk örneğine imza atan Atatürk bu sayede ulusuna, bizzat yanlarında olduğunu gösterip, yardımlaşmanın önem ve kıymetini de öğretmişti. Bunu hayatın her alanına yaymaksa halkın üzerine düşen bir vazifeydi.
• O ulusuna; kooperatifçilik ruhuyla maddi ve manevi kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmek gereğini öğretmişti.
• Atatürk kuvvetli ordu ve yeterli tarım üretiminin ülke bekası ve ilerlemesi için yeterli olmayacağını, teknoloji ve endüstri alanında makineleşmenin önemini bilmekteydi. Bu maksatla kalkınma planlamasını ham madde kaynaklarına, coğrafi şartlara ve yerel ihtiyaçlara uygun olarak belirlemiş, aldığı ucuz krediler ve kullandığı öz kaynaklarla tamamı milli olan bir fabrika ordusu kurmuştu.
• On beş yıl gibi çok kısa bir sürede sanayi anlamında çağ atlayan Türkiye aşı ihraç eder, ithalatı neredeyse sıfıra indirir bir kabiliyete kavuşmuştu. Milli gelir artarken, dış borçlar ödenmiş, paranın değeri korunurken ülke milli öz varlıklarında emsalsiz bir sermaye artışı yaşamıştı.
• Her fabrikayı bir kale olarak gören Atatürk ekonomik bağımsızlığı, tam bağımsızlığın kaçınılmazı gördüğü için madenler dahil tarım ve sanayi hamleleriyle ulusuna da yerli ve milli üretimin kıymetini öğretmişti.
• Atatürk yabancılarca işletilmekte yahut hiç ellenmeden bekleyen yer altı kaynaklarına süratle el atmakla, sanayi için gerekli hammaddeyi teminle kalmamış, ciddi anlamda tasarruf sağlarken, dışarıya Türk Lirası çıkışına da mani olmuştu. Bu hamle hem yeni iş imkanları yaratmış hem de yabancıların egemenliğine son vermişti. Bu şekilde Atatürk ulusuna da tam bağımsız olmanın ne demek olduğunu, vatanın kıymetlerinin hünerli ve eğitimli ellerle nasıl çıkarılabileceğini, halkın ihtiyaçları doğrultusunda nasıl kaynak yaratılabileceğini de öğretmekteydi.
• Kapitülasyonların kırıntıları olan maden imtiyazlarının ortadan kaldırılmasıyla kazanılan prestij ve kaynak ise ulusa yeni atılımlar için ilave güç ve maddi destek sağlamıştı.
• Atatürk ücralara ulaşan yollar olmadıkça, üreten fabrikalara varan taşımacılık zinciri tesis edilemedikçe, milli olmayan taşıma ve ulaşım şebekeleri var oldukça tam bağımsız bir ekonomiden söz edilemeyeceği bilinciyle, eğitimin, üretimin, çift taraflı olarak (üretici-tüketici) mal ve hizmet aktarımına önem vermekteydi.
• Başta demiryolları olmak üzere, deniz, hava ve kara yollarında yapılan (imkanlar dahilinde) uygulamalarla ülke ağlarla donanırken, hizmet ve üretim artmış, mesafeler kısalırken aracılar devre dışı bırakılmış, kazanılan zaman ve emek başka alanlara kaydırılmıştı. Atatürk bu hamlesiyle ulusuna iletişim ve ulaşımın önemini öğretmiş, uygulamalarıyla örnek olmuştu.
• Atatürk daha erken yaşlarda katıldığı yurt dışı gezilerde ve tatbikatlarda yakında tanık olduğu üzere havacılığın gücünden ve gelecekte kazanacağı önemden haberdardı. O zamanlar için uzay sektörü canlı olmasa da göklere ait silah veya ulaşım anlamındaki gelişmeleri yakından takip eden Atatürk uçak yapımına ve uçak motor üretimine verdiği önemle, pilot eğitimine gösterdiği itinayla havacılığın gelişmesinde öncü rol oynamış, ulusuna gelecekte de gök ve uzay endüstrisine verilmesi gereken önem ve kıymeti öğretmişti. Nitekim ilerleyen zaman O’nun ne kadar haklı olduğunu ispat etti.
• Atatürk ulusuna İstikbalin göklerde olduğunu, göklerini korumayan ulusların yarınlardan asla emin olamayacağını, kanatlı bir gençliğin yurdun geleceği için güvence olduğunu öğretti.
• Atatürk için kültür (sanat dahil) toplumun birleştirici, ruhsal gücüydü. Dil ve tarihten feyz alan, örflerle şekillenen, manevi ve milli değerlerle ortaya çıkan kültür Atatürk’e göre ulusu ulus yapan değerlerdendi. Aile terbiyesinden harp sanatına varan geniş yelpazede kültür ulusun itici gücüydü, milli olmalıydı, milli olmak üzere his, ideal, ahlak, ülkü ve menfaatlere temel teşkil etmekteydi. Bu kültürün her alanda yaşatılması elzemdi, dil ve tarihe sahip çıkılması, üniversitelerce başta olmak üzere bu kültürün derinliğine araştırılması elzemdi, tüm atılım ve inkılaplar bu milli kültür tabanına uygun olmalıydı.
• Atatürk bu sayede ezeli Türk mevcudiyetinin, tüm medeni ve tarihi organ ve eylemleriyle var, muktedir ve saygın olduğunu, milli ülkünün temellerini, gelecekte de tam bağımsız kalmak zorundaki Cumhuriyet’in asli kaynağını halkına göstermiş,
• Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu, Milletin kültür seviyesinin; devlet, fikir ve ekonomi alanlarındaki faaliyet ve başarıları ile ölçüleceğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dileğinin; milli kültürün her çığırda yükselmesi olduğunu öğretmişti.
• Atatürk sanatı kültürün ve toplumun damarlarından biri kabul ederken sanata ve sanatçıya her zaman değer vermişti. O’na göre ulus sanatsız bir kültüre, kültürsüz bir geleceğe sahip olamazdı. Bu anlamda güzel sanatların hemen her alanında öncülük etti, edebiyattan sinemaya, müzelerden heykeltıraşlığa kadar sergilere, tiyatrolara, konserlere, bu arada sanatçı eğitimine, modern sanatlara da öncülük etti.
• Atatürk böyle yapmakla ulusuna Sanata ve sanatçıya verilmesi gereken değeri, sanat ile toplumun yumuşatılan ruhunun nice güzellikler ortaya koyabileceğini de öğretmiş oldu.
• Atatürk sağlığı şu an modern dünyanın anladığı anlamdan farklı olarak halk sağlığı anlamında anlamaktaydı. O’na göre hastalıktan da önce ilgilenilmesi gereken konu hastalık kaynaklarının yok edilmesi, salgınların önlenmesi, bunun tıbbi usullerle ve çağdaş olarak yapılmasıydı. Bu alanda çalışacakların eğitimi dahil Türk hekim ve sağlık personeli nin yetiştirilmesi ve modern teçhizatla donatılması için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmaması gerekmekteydi.
• Sağlık ordusu tıpkı kültür ve asker orduları gibi kıymetliydi. Genç Cumhuriyet verdiği bu önem ve öncelikle kısa sürede salgınları engellemiş, yerli aşılar üretmiş, hayvan sağlığı dahil olmak üzere pek çok zararı engellemiş, yurt dışına aşı satar hale gelmişti. Kıymetli sağlık çalışanlarının bu emekleriyle de Atatürk halkına sağlığın kıymetini, sağlıklı kalmanın yollarını, temizlik ve hijyeni, modern sağlık ordusuna sahip olmanın önemini, sağlık savaşını araçlarını gittikçe artıran bir ölçüde sürdürmek gerektiğini öğretmişti.
• Atatürk basını bir okul olarak görmekle beraber aynı zamanda basını devletin duyuru organı, halkın haber alma merkezi olarak kabul etmekteydi. O’na göre tarafsız, doğru, tam ve zamanında haber önemliydi lakin maksat halka hizmet ve Cumhuriyet ideallerine bağlılık olmalı yani yandaşlık veya partizanlık adına yanlış yapılmamalıydı. Zararlı ve maksatlı (işbirlikçi) basına ise tolerans göstermek halka ihanet demekti. Zorunlu şartlarda ülke menfaatleri gereği kısa süreli tatbik edilebilecek sansür uygulamaları olağan, barış zamanlarında tatbik edilmemesi gereken uygulamalardı ve basın soru sormakta özgürdü. Basının görevi aynı zamanda halkı eğitmek ve bilgilendirmekti.
• Bu nedenle Atatürk halkı sürekli bilgilendirmekten yana olmuş, bir yandan yanlı ve yanlış haberlerle mücadele edilirken, diğer yandan Anadolu Ajansı gibi kuruluşlarla halkın doğru bilgiye ulaşması hedeflenmişti. Bu sayede de Atatürk halkına basının fayda ve zararlı yönlerini, haber alma hürriyetini, doğru ve tam haberin kıymetini,
• Basının; milletin müşterek sesi, bir okul ve öncü olduğunu, Türk basınının milletin gerçek ses ve beklentilerinin belirlediği Cumhuriyet etrafında çelikten bir hale meydana getireceğini, Süregelen medeniyet mücadelesinde gerçekleri milletin kulağına, vicdanına gereğince ulaştırmada basının görevinin çok ve önemli olduğunu öğretmişti.
• Atatürk için spor bir eğlence aracı olmaktan öte sağlıklı kalmanın kaçınılmazıydı.
• Sağlam kafanın sağlam bedende olacağını defaten duyuran Atatürk’e göre sporun her nevi önemliydi, yurt dışı müsabakaları dahil madalya kazanma arzusundan ziyade önemli olan ülkeyi layığıyla temsil etmekti, kazanmaktan da önemlisi mücadele etmekti.
• Sporu bir siyaset ve savaş aracı olarak kullanabilecek dehada olan Atatürk örnek uygulamalarıyla ulusuna da sporun ve sporcunun kıymetini göstermiş, spor teşkilleriyle mücadele ruhunu öğretmişti.
• Atatürk saygın ülke olma maddeleri arasında teknolojik ilerlemeyi de kaçınılmaz görmekteydi. Sanayileşmeden farklı olarak her alanda çağın ileri teknolojilerini kullanmak, hizmet ve üretimleri modern usullerle yapmak O’na göre önemliydi.
• Bu nedenle bilimi Çin’de dahi olsa bulup getirmeyi ilke olarak ortaya koyan Atatürk, bilimin tüm alanlarında teknolojik yeterliliği, üstün teknolojiye sahip olmanın gereğini ulusuna öğretmiş, gerçekten de zamanında ülke teknolojik olarak ilk on ülke arasına girebilmişti.
• Atatürk için turizm sadece gelir getirici bir sektör değil aynı zamanda ve daha çok ülke tanıtımına sağladığı katkı nedeniyle Yeni Türkiye’nin dış dünyaya gösterilmesi anlamında önemli bir etkendi.
• Karadeniz gemisi örneğinde olduğu gibi dış dünyanın savaştan yeni çıkmış, barbar kabul edilen bir ülkenin aslında öyle olmadığını görmesi, modern yüzünü dünyaya göstermesi anlamında turizm önemliydi ve bu nedenle Cumhuriyet’in kurucuları ülke tanıtımıyla, ülkeye gelen turistlere yapılacak yardım ve destekleri birlikte ele almış, dergi ve sergilerle mesafe kat etmiş, neticede dış dünya kısa sürede ülkenin yeni yüzüyle tanışmıştı. Atatürk turizme verdiği önem ve öncelikle halkına da milli olarak sarf edilen gayretlerin dışarıya iyi anlatılması gereğini, öte yandan buradan kazanılan gelirle ülkeye yeni yatırımlar yapmanın yollarını öğretmişti.
• Atatürk tabiatı, içerisindeki varlıklarla beraber yaşamın güzel yanı ve ruh okşayan bir nimet olarak görmekteydi.
• O’na göre tabiat hem verdiği ürünlerle hem de sağladığı fiziki etkileri dolayısıyla temiz ve güzel muhafaza edilmesi gereken bir ortamdı. İçerisindeki varlıklar dahil olmak üzere insan onları sevmeli, saygı duymalı, muhafaza etmeli, nankörlük ve bencillikle kirletip, tüketmemekteydi.
• Atatürk ulusuna bu surette yeşili sevmeyi, doğaya saygı duymayı, ağaç dikmeyi, ormanları yakmamayı, temiz gelecek için sağlıklı ve güzel ortamları muhafaza etmeyi öğretmişti. O’na göre tabiat içerisindeki mahlukatla beraber YEŞİL VATAN’dı.
• Atatürk’ün zulüm ve cehalet savaşının iç perdesi yazık ki İslam’ı yanlış ve maksatlı anlayan, ya da hiç tanımayan halk kitleleriydi. Çoğusu kandırılmış bu kitleler Cumhuriyet ordularını fazlasıyla meşgul etmiş, güç israfına sebep olmuş, akıllara manasız pek çok zehirli yumurta bırakmıştı. Bağnaz ve yobaz kesimin akıl ve bilim düşmanlığı inkılapların süratini de düşürmüş, laiklik ilkesine rağmen toplumun bir kesimi hep karanlıkta kalmıştı. Saltanat ve hilafet muhafazakarlığı bahanesiyle çoğu dış mihraklı tekke ve tarikatlarca sevk edilen organize kalkışmalarla ülke pek çok badire atlatmış, kardeş kavgaları yaşamıştı.
• Atatürk duru İslam’ı tanıtır, anlaşılır ibadet, ezan ve Kur’an’ı mümkün kılarken, diğer yandan İslam’a ve İslami eserlere destek verirken asıl mücadelesini de bu aydınlanmamış beyinleri ikna için yapmıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın teşkiliyle nispeten durulan bu cahil direnişler yazık ki bir asırdır hala yaşamaktadır. Hurafelere, Arapçılığa, israiliyata boyanmış İslam’ı yaban otlarından temizleyerek hak ettiği yere taşıyan Atatürk, dini sadece Kur’an’a yaslayarak, yazdırdığı din kitaplarıyla bağnazlığa savaş açarak, çıkardığı kanunlarla gericiliğe mani olarak halkına bu tehlikenin asla tam olarak ortadan kalkmayacağını da öğretmişti.
• Maneviyattan güç alan, dini bilen, inanç sahibi Atatürk, halkın manevi gücünün neleri başarabileceğini, inançlı orduların korkusuzluğunu, yüksek ruha sahip olmanın kıymetini halkına öğreten Atatürk ayrıca dinden menfaat temine den alçakların varlığını da, yapmaya çalıştıklarını da çok güzel öğretmişti.
• Atatürk ayrıca; dinimizin en makul ve tabi din olduğunu, akla, fenne, ilme ve mantığa uyan dinimizin bu nedenle son din olduğunu, İslam’ın değersiz, miskin ve aşağı olmayı değil, çalışıp üretmeyi, insanların ve milletin değer ve şerefini muhafazayı emrettiğini, fertlerin dinini, din duygusunu, imanını tekkelerde değil mekteplerde öğreneceğini, Dinin siyaset vasıtası olarak kullanılamayacağını öğretmişti.
• Atatürk ilkelerinin temelinde yer alan laiklik ilkesi din ve devleti, din ve dünyayı ayırmak, devleti kanunlarla yönetirken vicdanları hür bırakmak demekti. Azınlıklar ve gayrimüslimler dahil olmak üzere tüm yurttaşları kapsayan bu vicdani özgürlük dinde baskıyı reddetmekte, lakin devlet yönetimine de dini kaideleri sokmamaktaydı. Atatürk dinsizliği laiklik ve laikliği dinsizlik sananlara çok kızmaktaydı.
• O’na göre laiklik dinin gerçeğinin muhafazası için elzemdi. Atatürk laik bir Cumhuriyet tesis etmekle halkına inanç hürriyetini, duru dini, anlayarak ibadeti mümkün kılmış, inançla, hurafe ve baskılardan uzak yaşamasını,
• Ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal varlığını devam ettirmek için kişileri arasında düşündüğü ortak bağın (süregelenin aksine); dini ve mezhebi değil Türk milliyeti bağı olduğunu,
• Vicdan hürriyetinin mutlak ve taarruz edilemez, ferdin tabi haklarının en mühimlerinden olduğunu, Türkiye Cumhuriyetinin şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamayacağını öğretmişti.
• Atatürk için çalışmak her şeyin başıydı. Planlı, azimli ve kararlı çalışmakla elde edilemeyecek bir şey yoktu, çalışmak başarmanın yarısıydı. Ülke Osmanlı’dan sonraki acınası halinden ancak çok çalışmakla, kısa sürede çok mesafe almakla kurtulabilirdi. Nitekim öyle de oldu.
• Başarmak ise Atatürk’e göre bir kez olup bitecek bir şey değildi. Hayatın her anı çalışmayı, başarmayı gerektirecek şeylerle doluydu. Yorulmamak ise ana prensipti. Türk’ün en büyük düşmanı ise vazgeçmek, ertelemek ve üşenmekti.
• Atatürk kendisi sabahlara kadar çalışmakla, günlerce uykusuz kalmakla çalışmanın, hayata geçirdikleriyle başarmanın canlı örneği olmuş, ulusuna da ülkece kazanılan başarıları göstererek çalışmanın önem ve değerini öğretmişti. Bu sayede ezelden çalışkan olan Türk milleti, İstiklal Harbi’nden sonra da çok çalışarak bir Türk Mucizesi yaratabilmişti.
• Atatürk yurdun fedakar insanlarına; yaşamak demenin çalışmak demek olduğunu, gelecek için çalışan vatan evlatlarının hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek, tam sabır ve dayanma ile çalışması, ailelerin de çocuklarının tahsili için fedakarlıkta bulunması gerektiğini, hayatta tam esenlik ve mutluluğun ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı ve esenliği için çalışmakta olduğunu,
• Başarı için aydın sınıfın halka telkin edeceği ideallerin halkın ruh ve vicdanından alınmış olmasını, Servet, refah ve mutluluğun yalnız ve ancak çalışkanların hakkı olduğunu, Çalışmadan fikri gelişme ve ahlaki olgunlaşmanın mümkün olmadığını,
• Milletin ortak amaçlarını ancak hep beraber faaliyet sarf ederek yürürse başaracağını, başarı için çok çalışmak ve daima başarı aramak gerektiğini, asıl mühim olanın başarı değil gayret olduğunu, insanın elinde olan ve memnun edenin ancak gayret olduğunu, muvaffakiyetin ise Allah’tan olduğunu öğretmişti.
• Disiplin ve mesuliyet duygusu çalışmak ve başarmanın ön şartı olarak Atatürk şahsında örneklenen bir meziyetti. O, üşenmez, yorulmaz tabiatıyla, zamana riayette, azimli fedakarlıkta, sorumluluğunun bilincinde olmakla ulusuna örnek olmuş, ulusuna verimli ve planlı çalışmanın ilkelerini, çalışma, doğru planlama ve disiplinin başarının esası olduğunu öğretmişti.
• O’nun heyecan ve temposundan güç alan Türk halkı bu sayede kısa sürede çok işler başarmış, bizzat Atatürk tarafından kaleme alınan kalkınma planları hayata geçtikçe ulusun çalışma şevki artmıştı.
• Atatürk’ün belki de en önemli derslerinden birisi çocuklara verilecek kıymet ve eğitimdi. Çocukları çok seven, geleceğin gülleri, yıldızları olarak gören Atatürk belki bir evlat sahibi olamadı ama pek çok manevi evladının yanı sıra koca bir ulusa babalık etti.
• O çok sevdiği çocuklara bayram hediye edecek kadar, yetimlere, şehit ve düşkün aile çocuklarına yardım eli uzatacak kadar şefkatli olmakla çocuklara karşı nasıl olunması gerektiğini de göstermiş, çocuklara hitap eden kurumları hayata geçirmekle onlara verdiği kıymeti göstermişti. Atatürk çocukları her ortamda yüceltmekle ulusuna da çocuklara verilmesi gereken değer ve önemi öğretmişti.
• Türk ulusunun ebedi başöğretmeni Atatürk ayrıca; bağımsız ve mesut kalmak isteyen her millet için, yeni kuşağın taşıyacağı manevi özellikler yanında, kuvvetli bir fazilet aşkından ve kuvvetli bir intizam ve inzibat fikrinden bahsetmek gereğini, yüksek kabiliyetteki Türk çocuklarının atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendilerinde kuvvet bulacağını,
• Çocukların yarınların gülü ve umudu olduğunu, kıymetli, güzel ve mühim olan vatan evlatlarından ulusça çok şeyler beklediğimizi, onların da bu güvene fazlasıyla layık olduğunu öğretmişti.
• Atatürk için yurdun ve Türklüğün geleceğinin mimarı, bekçisi gençlik olacak, bu gençlik Cumhuriyet’i, ilke ve inkılapları koruyacak, çağdaş ve medeni dünyada ülkemize layık olduğu yeri getirecekti. Atatürk gençliğe o kadar güven duyuyordu ki Cumhuriyet’i onlara emanet etmiş, neslin geleceğini de onların eline bırakmıştı. Yapılan devrimlerin devamını getirecek olanlar da onlardı. Türklüğün hiç sönmeyecek yıldızının muhafızları da onlar olacaktı.
• Bu gençlik ilke ve inkılaplar ışığında yetiştirilmeli, modern bilimle donatılmalı, sağlıklı ve ahlaklı olmalı, aldığı eğitim ve terbiyeyle dünyaya emsal teşkil etmeliydi.
• Zeki ve çalışkan olan gençliğe tüm söylev ve demeçlerinde övgü ve güven gösteren Atatürk ulusuna da gençliğin kıymetini ve nasıl yetiştirilmesi gerektiğini öğretmişti. Elbette gençliğin omuzlarına yüklenen mesuliyeti de!
• Atatürk dünyada emsali bulunmayan Türk gençliğine olan sevgisini ulusuna anlatırken; İnkılap fikir ve ideolojisini gelecek kuşaklara gençliğin taşıyacağını, gençliği ülkücü ve memleketle alakalı olarak yetiştirmenin, herkesin, her devlet adamının başta gelen vazifesi olduğunu öğretmişti.
• Başöğretmen Atatürk ders verirken yaşayarak gösteren, inandırırken inanan, her alanda öncülük eden, aksi fikirleri hoşgörüsüyle ikna edebilen, dünyaya ve Ulus’una yaşayan bir canlı örneği gösteren, öğretmenlere de misal teşkil eden bir karakter ve ruha sahipti, enerjisinin çoğunu anlatmaktan ziyade yerinde uygulayarak göstermeye harcamıştı. İlke ve inkılapları bu sebeple sözde kalmadı, asırlar sürecek bir ölümsüzlüğe kavuştu, tıpkı.. kendisi gibi. Uygulamalı eğitimle kast ettiği de zaten tam olarak bu örneklik haliydi.
• Atatürk hepimiz gibi bir insandı. O’nun beden-ölümlü ve ölümsüz fikir-inanç hayatını birbirinden ayırmadan anlamak mümkün değildi ve kendisi de iki Mustafa Kemal’den bahsetmekteydi. Beden yanı yaralanır, yorulur, yemek yer, sever, üzülür, özlerken, fikirsel ve manevi yanı sönmeyen bir bağımsızlık ve yenilik sevdalısı ebedi bir tutum sergilemekteydi.
• Atatürk bizlere şahsi ve devlet meselelerini birbirine karıştırmamayı, kamu ve devlet meselelerinin öncelikle ele alınması gereğini, bahane üretmek yerine çok çalışmayı, yenilemeyecek düşman olmadığını, yarınlara güvenle bakabilmek için kişisel ihtiraslardan sıyrılmanın şart olduğunu, millete hizmet etmekten daha büyük aşk ve vazife olmadığını öğretmişti.
• Atatürk ayrıca; karizmayı, kaliteyi, bilginin gücünü, seviyeli ilişkileri, ahlak ve terbiyeyi, akıl ve kalp birlikteliğini, oyunu kuralına göre oynamayı, sabretmeyi öğretmiş, pek çok haksızlığa ve suikasta uğrasa da davasından dönmemişti. Bu haliyle Atatürk Başöğretmen olduğunu da ulusuna her alanda gösterebilmişti. Çünkü O’nun bu millete öğrettikleri sadece alfabe veya hürriyet değil, insan, adam, medeni ve güçlü olmak, aklı kullanmak, geleceği görüp inşa edebilmekti.
1 thought on “Öğretmen Atatürk’ün Ulusu’na asıl öğrettikleri”