Zamanımızın en büyük noksanlarından birisi sözlerle hareketlerin birbirini tutmamasıdır. Bu ikilem düşüncelerin samimi olmadığını gösterdiği gibi, davranışlardaki riyaya da delil teşkil eder. Söz ve hareketler uymadığı için de toplum ve fertler doğruda buluşamamaktadır. İşte öğretmenlerin asli görevlerinden birisi de budur; söz ve dersleri yaşayarak göstermek yani topluma her anlamda örnek olmak!
Derslerin bir kısmı öğrencilere belki ömür boyu lazım olmayacaktır ancak okulda alınan terbiye, disiplin, çalışma intizamı ve araştırma mesuliyeti ömür boyu sürer. Dolayısıyla öğretmenler, öğrencilerinden istediği, onlara öğrettiği her şeyi kendileri de uygulamak durumundadır. Kıyafetten oturup kalkmaya, doğru söz söylemekten edebe, yasalara saygılı olmaktan beslenme alışkanlıklarına kadar bu örneklik sürer gider.
Bu misali Başöğretmen Atatürk penceresinden genişletirsek karşımıza muazzam bir tablo çıkar. Yani O’nda, söz ve düşüncelerini hayata yansıtmak anlamında dünyada hiçbir lidere nasip olmayan bir uyumla karşılaşırız. Hatta örnekliğinin, sınırlarımız ötesine geçtiğini söylemek yanlış olmaz.
Başöğretmenliğine yakışır tarzda Atatürk; Ulusuna gösterdiği hedeflerin tamamına rehberlik etmiş, öğretmeye çalıştıklarını yaşayarak göstermiş, maddi ve manevi anlamda tez ve öngörülerine birebir uygun davranmış, kıyafetten okuma alışkanlığına, cesaretten liyakate her alanda örnek teşkil etmiştir. Çünkü o bilmektedir ki anlatılanlar geçip gidecek, yaşayan canlı örnekler ve kalıcı güzel sonuçlar öğrenmeyi hızlandırıp kolaylaştıracaktır.
Moda tutkusu, hayvan sevgisi, bilime düşkünlüğü, uzman görüşlerine verdiği önem, çoğunluğun ve milletin fikir ve isteklerine riayet noktasında, barış sevdasında, haysiyetli bağımsızlık diretişinde örnek olan Mustafa Kemal Atatürk bu sayede, canlı bir örnek olarak inkılapların da hızlandırıcısı olabilmiştir.
Gittiği yerlerde halkla temasları, okul ziyaretleri, açık alan konuşmaları, meclis demeçleri ve hatta hutbeleri ile halka yerinde eğitim verirken şahsında o yeniliğin örneğini de sunan Atatürk bu sebeple yaşayan bir efsane olabilmiştir. Tüm teşvik ve nasihatleri de bu örnekliği destekler vaziyettedir.
Misalen kız çocuklarının okumasını teşvik eden, kadınların toplum içerisinde yükselmesini arzulayan Atatürk Sabiha Gökçen’i uçmaya, Afet İnan’ı okumaya sevk ederken, ilk ve sonraki meclislere pek çok kadının vekil olarak girmesine de destek olmuştur. Liyakati prensip kabul ettiren Atatürk kendi adı kullanılarak teşebbüs edilen torpil vakaları geri dönünce hiddetlenmek yerine sevinç sergilemiştir.
Millete ve bağımsızlığa sevgiyi sözde bırakmayan Atatürk, örnek bir Türk Ata’sı ruhuyla devletin tüm meselelerinde tam bağımsızlığı esas alıp, milletine duyduğu sevginin canlı örneklerini mirasını bağışlayarak sergilemiştir. Evliliği ile bile örnek olmak isteyen Atatürk, Latife Hanım’la evliliğinde ulusuna aile kavramını tanıtır ve evliliği teşvik ederken, yorulunsa da yürümeye devam etmek ilkesini kırık kaburgalarla savaşa devam ederek göstermiştir.
Hoşgörü ve insan sevgisini dost ve arkadaşlarıyla konuşmalarında, etrafındakilere ‘çocuk’ diye seslenişinde gösteren Atatürk, manevi dünyasında da samimi bir inanç adamı olduğunu ana dilde ibadete ve İslam’a hizmetleriyle göstermiştir. Keza ayrılıkçılara, bağnazlara, misyonerlere, masonlara karşı dik duruşuyla, Bolşevikliğe direnişiyle, saltanat ve hilafeti reddedişiyle millet için doğru olduğunu savunduğu tezlerin yılmaz bekçisi ve savunucusu olmuştur.
Velhasıl Atatürk örnektir, öğretmendir, örnek olabilen bir Başöğretmendir. Uygulamalı dersleri teşvikinin altında yatan mana da budur. Sözde kalıp unutulacak bilgilerin hayata yansıtılmasını isteyişi, mesleki bilgiyi övmesi de bu nedenledir.
Dünyanın Türk’e bakışını sözle, yasalarla değiştiremeyeceğini bilen Atatürk, medeni dünyaya evvela kendisi kılık ve kıyafetiyle örnek olmuş, sonra Karadeniz gemisiyle Türk kültürünü Avrupa limanlarına tanıtarak örneklikte de lider olabilmiştir.
Türk çocuklarına ve şehit evlatlarına verdiği önemi onlarca manevi evlat edinerek, bayram tahsis ederek, sosyal aktiviteler teşkil ettirerek gösteren, gençliğe verdiği önem ve duyduğu sevgiyi hitabesinde dile getirip onlara her türlü imkanı sunan Atatürk, kadın kongrelerine verdiği destekle, ağaçlandırmaya verdiği önemle, anne ve babalara duyduğu derin saygıyla, farklı kültürlere gösterdiği hoşgörüsüyle hep ve gerçek bir örnek oldu… Bu örnekliği de sadece ulusta değil dünyada derin bir tesir bıraktı. O kadar ki dışarıdan sert mizaçlı bir devlet adamı görülen Atatürk’ün aslında ne kadar demokratik olduğunu en başta yabancı gazeteciler ve diplomatik kadrolar teşhis edebildi, barışa yatkınlığına en çok komşu ülkelerin liderleri ve çok uluslu kuruluşların azaları şahit oldu. Bölgesel barışı kesintisiz temin edebilmesiyle, düşmansız bir ülke yaratabilmesiyle Atatürk Türkiye’si bu anlamda da örneklik edebildi.
Nihayet Atatürk Cumhuriyet’i; emperyalizm ve kapitalizmin, köhne yönetimlerin yenilebileceğine, bağımsızlık uğrunda ölümü göze alan milletlerin elbet kazanacağına, kısa sürede milletle el ele çok çalışıldığı takdirde çok şeyler başarılabileceğine, hür ve eşit medeni bir toplumun nasıl çok kısa sürede geçilebileceğine örnek teşkil etti. Atatürk ise daima ve ebedi olarak hep baş roldeydi. Velhasıl O çalışkanlıkta, yılmamakta, cesaret etmekte… tam bir liderlikle hem öğretmen hem örnek olmuş, cephe savaşlarında yaptığı gibi kültür savaşlarının da hep en ön saflarında çarpışmıştı.
Atatürk’ün yaşadığı seviyeli gönül ilişkileri; O’nun kadınlara duyduğu saygıyı, evlilik müessesesine sadakatini, hayatın duygu ve sevgi dolu yanına aşinalığını ortaya koymaktaydı. Ömrünün çoğunu cephelerde ve gurbette geçiren Atatürk’ün ileriki yaşlarına değin sabit ve sakin bir yaşantısı olmaması O’nu aile kurmaktan ve çocuk sahibi olmaktan mahrum etmişti. Bu nedenle ilişkilerinde de çoğu zaman mektuplaşmayı tercih etmekteydi. Bu mektupları da göstermekteydi ki gerek hitabı, gerek olayları seziş ve aktarışında çok ileri bir hitabet kabiliyeti ve şiirsel mizacı vardı. Bilgi ve kültürünü aksettirdiği o mektuplarda Mustafa Kemal hayatı satırlara aktarabilmekte bu da O’nun edebiyata olan ilgi ve becerisini göstermekteydi. Keza halka doğaçlama konuşmaları da buna delildi.
Ulusuna güvenen ve ulusuna güven veren Atatürk’ün dünyada ve sınırlarımız ötesinde yaşananlara merak ve ilgisi de takdire şayandı. Öngörüyle yaptığı tespitleri de göstermişti ki gelişmeleri çok iyi analiz edebilmekte, askeri dehasını politika ve diplomasi ile denkleştirebilmekteydi.
Karizma ve tarz anlamında da Atatürk, çağının çok ilerisindeydi. Temiz ve düzgün giyinmesi, giydiğini yakıştırması kendisine has ayrı bir karizma oluşturabilmişti.
Ülkelerin faşist diktatörlerle idare edilmekte olduğu, kadınların ikinci sınıf insan görüldüğü çağlarda Atatürk Cumhuriyet kurmuş, kadınlara seçme seçilme hakkı vermiş, medeni yasalarla eşitlik ve hürriyeti teminat altına almıştı. Kalıcı çözüm adına bu başardıkları da göstermekteydi ki Atatürk vizyon sahibi bir dünya lideri ve Ulusal yol göstericiydi. Padişah veya sınırsız güçle zehirlenmiş bir diktatör olabilecekken o egemenliği halka vermekte, olağanüstü yetkilerini süresiz kılmamakta, meclisi yetkili kılmakta tereddüt göstermemişti.
Gerek ülkeleri, gerek kuruluşları, gerek farklı muhalif kesimleri ustalıkla idare edebilmesi ve gayesine engel olmaktan çıkarması da göstermekteydi ki keskin bir zekaya, öngörüye ve tarih bilgisine sahipti. Bu sayede değişik ideolojilerden hatta mason kuruluşlardan ve işgalden vazgeçen ordulardan bile destek alabilmişti.
Okuduğu kitapların bir kısmını daha satışa çıkmadan biliyor olması ve yabancı eserlerin çoğunu öncelikle kendi lisanlarıyla okuması gösteriyordu ki lisanı ve o memleketlerdeki havayı seziş kabiliyeti yüksekti, ideolojileri takibi ve karşıt görüş içeren eserleri bir arada okuması ise derin bir mukayese ve kıyas kabiliyeti yaratmıştı. Atatürk’ün kaç lisan bildiği hala muamma olsa da asgari iki lisanı (Fransızca ve Almanca) konuştuğu, dört veya Japonca dahil beş lisana da aşina olduğunu söylenebiliriz.
Masonların 1935’e kadar adeta Cumhuriyet Halk Fırkası ve kısmen Türk Ocakları çizgisinde yenilikçi, aydınlıkçı ve eşitlikçi yaklaşımı Atatürk’ü çok rahatsız etmemiş, hatta bazı konularda onları desteklemiş, inkılaplarının yurda yayılmasında onlardan da ustalıkla faydalanmıştı. 1935 senesinde artık bu localara gerek kalmadığı gerekçesiyle kapatma kararı aldırdığında kendisinden ricacı olanlara söyledikleri ise hiçbir kişi ve zümrenin emrine girmeyeceğini, sadece ulusuna hizmet edip, sadece milletten ve meclisten icazet alacağını göstermekteydi.
Cesareti ve açık sözlülüğüyle öne çıkan Atatürk’ün üç aşkı; annesi, vatanı ve mesleğiydi. Bu sevdasından ölene dek vazgeçmemiş, başkaca heves ve aşklara yönelmemişti. Üniformasını çıkardığı günlerde yaşadığı üzüntüsünü, vatana hizmet etmenin heyecanıyla teselli eden Atatürk, annesini çok sevmesine rağmen vatan işlerine ara verip cenaze törenine de katılamamıştı. Yani ilk aşkı her zaman vatan olmuştu.
İslam’a hizmetleri kapsamında Japonya’da ve Fransa’da camilere maddi yardım yapması, değişik demeçleriyle yurt dışında İslam aleyhine tezahür eden bedbaht açıklamalara şiddetle karşı koyması göstermişti ki dinin değerleri onun için dünyanın her yerinde korunmaya layık meselelerdi. Duru ve anlaşılır Kur’an İslam’ını hayata geçirmek, Peygamberimizin hadislerini tercüme ettirmek, yobaz dincilerin üzerine çöktüğü dini sektör olmaktan çıkarmak için verdiği mücadele dünya İslam ülkelerinde geniş övgüye mazhar olmuş, vefatında tüm İslam alemi yas tutmuştu.
Atatürk’ün ibadet noksanını abartmakla hünerlenenlerin, hatta pirim yapanların bilmediği şey ise Atatürk’ün şekilsel dine değil, inanca yani dini lisanla söylenirse imana verdiği değerdi. İnancını hep kuvvetli tutan Atatürk sayısız cephede önlerde olabilmiş, halkının inancına şahit olduğu için mücadelesinden yılmamış ve Allah’ın yardımına mazhar olmuştu.
Muharebe meydanlarında yenilmemiş tek komutan olan, zaferlerini kendisine değil Yüce Türk Milletine mal eden Mustafa Kemal, gerçekten de tek adamdı lakin bu tek oluşu kendi yaklaşımından değil kabiliyeti dolayısıylaydı.
Çünkü en yakınlarındakilerde bile kendisindeki önsezi ve öngörü yoktu, cesaret ve fedakarlıktaysa emsalsizdi. Onca atlattığı badireye ve maruz kaldığı baskıya rağmen yolundan dönmeyişi ise göstermişti ki o gerçek bir dava insanı ve halk adamıydı. Halkıyla bütünleşebilen, onların derdini dinleyen, kendi meramını onlara aksettirebilen Mustafa Kemal zulme direnen ve zulmü yenen ilk lider olarak da tarihe adını yazdırmıştı.
Atatürk halka öğretirken halktan da çok şey öğrenmişti. Balkanlarda, Ortadoğu’da ve İstanbul’da görmediği bu asil Türk karakteri sayesinde daha büyük işlere girişebilmiş, bu temiz ruh halinden aldığı güçle daha cesur olabilmişti. Bu ise aklındakileri daha hızlı ve etkin hayata geçirmesine imkan sağlamıştı.
Atatürk’ün bilinen vasiyeti altı maddeden ibaretti ve sahip olduklarını milletine iade ediyordu. Lakin henüz açıklanmayan fakat var olduğu pek çok ağızca telaffuz edilen ikinci bir siyasi vasiyeti de vardı demek yanlış olmayacaktır. Bunun açılmadığı için muhteviyatını bilemiyoruz lakin Atatürk’ün derin öngörüsüne yakışır ve Gençliğe hitabe paralelinde bir vasiyet olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.
Milli mücadelede en yakınında olanların siyasi hayatta yanından birer birer uzaklaşması, manda veya himaye arayışına girmesi ise saltanat ve hilafet özlemleriyle alakalıydı ki hiç biri bariz Cumhuriyet kavramına hazır ve istekli değildi. Yani zamanında Cumhuriyet’in tesis ve idame edileceğine, Türkçe’ye, hilafetin kaldırılacağına, kadının eşit haklara sahip olacağına ve memleketin medeni dünyayla başa baş yarışacağına inanan sadece kendisiydi. Bu ise özgüvenine ve basiretine delildi.
Atatürk’ün ülke geleceğine dair uzun ölçekli planlarında Bolşevikliğe, Turancılığa, Osmanlıcılığa, Panislamizm’e yer yoktu. Sınır ötesine uzanmaya, topraklar elde etmeye, yurt dışındaki Türklerle birleşmeye veya onları yurda getirmeye dair de. O’na göre yurt dışında yaşayan Türkler kendi kültürlerine oralarda devam etmeliydi, toprak için savaşmak gibi bir maceraya gerek yoktu, zorunlu değilse savaş cinayetten ibaretti.
Sayısal ve sözel zekaya sahip Atatürk milli mücadele ve inkılaplar sürecinde tek partili sistemden, tek hükümet ve meclisten yanaydı ki böyle olması tek başlılık anlamında zaten zorunluluktu. Barış yıllarının ileriki safhalarında ise çok partili sistem denemelerini bizzat kendisi yaptırmış, lakin muhatapların davayı net anlayamaması ve halkın buna hazır olmayışı nedeniyle kurdurduğu partiler kapanmak zorunda kalmıştı.
Atatürk’ün Mevlana’ya ayrı bir ilgisi vardı. Konya’ya her gittiğinde dergahı ziyaret eder, Mevlana’nın fikirlerinden hoşgörü ile bahsederdi. Hatta tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu çıkarıldığında Mevlana Dergahının KAPATILMAMASI ve müzeye çevrilmesi için özel emir vermiş ve kanun çıkarttırmıştı.
Yine hakkında (bazı kesimlerce) Mehdi olduğuna dair de söylentiler vardı. Buna göre Atatürk aleviydi ve Alevi dedelerinin desteğini de bu nedenle alabilmişti. Lakin kendisi böyle bir beyanda bulunmadığı için ve Kur’an meal ve tefsirini Sünni mezhebine göre hazırlattığı için denebilir ki alevi değil ancak Aleviliğe yakın Sünni’ydi.
Atatürk Alevi’leri çok sevmekteydi. Yazar ve araştırmacı gazeteci Ümit Doğan bunu şöyle açıklamaktadır; ‘Atatürk; Alevi değil, Alevimeşrep bir Sünni’dir.’ Bunun Türkçesi Alevi-Bektaşi anlayışına sevgi ve yakınlık besleyen Sünnilik demektir. (Meşrep: huy, yaradılış, adet, ahlâk, su içilecek yer ve yol demektir, aynı dini, mezhebi veya hayat felsefesini paylaşan insanlar arasındaki huy ve yaratılıştan kaynaklanan ufak görüş farklılıklarını ifade eder.)
Sinan Meydan da Dersim’le ilgili yazı dizisinde şöyle demektedir; Dersimlilerin (Tuncelilerin) Atatürk sevgisinin iki nedeni vardı:
Birincisi, Cumhuriyet Aleviler’i özgürleştirmişti. İkincisi Aleviler Atatürk’ün Alevi olduğunu düşünüyordu. Kimi Alevi’ye göre ise Atatürk “mehdi” idi.
Türklüğün ‘Ebedi mesuliyet’ olduğu inancındaki Atatürk; ‘Anadolu’nun ezeli ve ebedi kaderimiz’ olduğunun da bilincindeydi, ‘Kaderin Türk Milletine yüklediği mazlum milletlere örnek ve lider olma’ görevine uygun hareket etmişti.
Derin bir muhakeme ve ikna kabiliyetine, sanatsal bir ruha, bitmeyen kurtuluş ve aydınlanma umuduna sahip Atatürk, aşılmak zorunda olunan çetin ve köklü güçlükler önünde asla ödün vermedi, hak, hukuk ve adalet sevdasından asla vazgeçmedi, gayri meşru yollara, kumpas ve şantajlara başvurmadı.
Her alanda ezberleri, emperyalist oyunları bozan Atatürk, küresel emperyalizme asgari elli yıl kaybettiren tek lider olarak tarihe geçerken, ulusunu yüce bir ideale, hayale, umuda inandırdı. Saray’ı halkın malı yapabilen Atatürk, geçmiş değil gelecek olabildi. Dünyada askeri, siyasi kişiliklerini, öğretmenlik ve halk adamı önderliği sıfatlarını aynı bedende toplayabilen Atatürk’ün en büyük hayali Savarona’ydı. Lakin ona da ancak 56 gün binebildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nden sonraki en büyük eseri de elbette bugünlere dahi ışık tutan Büyük Nutku’ydu. Ekleri ve izahları ile tartışılmaz gerçekleri ortaya koyan nutuk Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş destanını, kahraman vatan evlatlarını birebir kaleme alırken, geçmişteki hata ve yanlışları, ihanet ve işbirliklerini de gösteren muazzam bir eser olarak okunmayı beklemektedir. Türk ulusu Atatürk’ü özlediği her anda Nutuk sayfalarında gezinmekle teselli bulmalıdır.
Velhasıl Atatürk sözleri ve emelleriyle, gayret ve zaferleriyle, yenilik ve eserleriyle Türk Milleti’nin asil ve asıl örneği, Başöğretmen’i oldu. Kültür ordusunun her neferinden de aynısını istedi, ailelerden, memurlardan aynı azim ve kararlılığı bekledi.
Bu sebeple bugünün eğiticilerinin, anne ve babalarının, ekrana çıkanların, aydınların ve devleti temsil eden tüm bireylerin yapması gereken şey; sadece doğru fikirlere sahip olmak ve öğretmek değil, onu uygulamak ve örneklik göstermektir. Bu hususta elbette en büyük görev de öğretmenlere düşmekte. Çünkü çocuk ilk terbiyesini aileden alırken, sonraki hayat dersini öğretmeninin şefkatli sesinden ve bilim ışığıyla aydınlanan hayat görüşünden almakta, bilhassa zorunlu eğitim sürecinde öğrenilenler hayat boyu bir mizaç ve düşünce sistemi olarak devam etmektedir.
Sonraki yıllarda verilen eğitim her ne kadar meslek ve branşların gerektirdiği kabiliyet ve birikime yönelik olsa da karakter ve hayat görüşü terbiyesindeki rota kaymalarını düzeltecek, yüceltecek olanlar yine öğretmenlerdir. Yani çocukların ve gençlerin ilk, orta ve yüksek eğitimlerinde ikinci ailesi daima öğretmenlerdir. Bu ikinci aile yanlışları düzeltir, doğruyu gösterip sevdirir ve yarınlara hazırlayabilirse o genç ve o gencin ait olduğu toplum ülke ideali duvarına sağlam bir tuğla koymuş olur.
İşte Atatürk bu duvarın temel betonunu atan, sayısız sağlam tuğlayı, duvarın örülürken devrilmemesi için en alt sıralara doğru şekilde yerleştiren, duvar örmeyi öğreten ve çalışkan, kontrolcü disipliniyle örnek olan en yüce öğretmendi.
1 thought on “Örnek lider Atatürk”