Oyun dün de aynıydı bugün de aynı
Yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz müsibetlerin Kurtuluş savaşı öncesinde yurdumuz topraklarında yaşattığı acıyı hatırlamak için o günlere göz atmakta fayda vardır. Dış güçlerin yurttaşlarımıza ve barışa müdahalesini, insanlarımızı kandırmalarını United Telgraph muhabirine verdiği ve Hâkimiyet-i Millîye’de yayınlanan demecinde Atatürk şöyle anlatıyordu; .
“Avrupa ve Amerika kamuoyunca, aşağıdaki gerçeklerin bilinmesini isteriz: Doğuda barış çoktandır oluşturabilirdi. Padişahlık ve halifelik makamlarından başlayarak, ülkenin büyük küçük bütün kurumları, İngilizler tarafından, milletimizi tutsak kılmak için oyuncak gibi kullanılmıştır. Millî topraklarımız içinde, Fransızların, İtalyanların ve Yunanlıların, var olan bütün kanun esaslarının tersine, oluşturdukları işgaller, hiçbir şeyin mazur gösteremeyeceği, kanlı bir mücadeleye yol açmıştır.”
Yine asli düşmanın; emperyalist ve kapitalist akıl ile içteki işbirlikçiler olduğunu 1921’de şöyle tarif etmişti;
“Hepinizce bilinmektedir ki, milletimiz asırlardan beri iki kuvvetin, iki müstebit kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzüntü ve elem duymakta idi. O kuvvetlerden birisi: Doğrudan doğruya memleket ve milleti idare etmek iddiasında bulunan müstebitler, ikincisi: Bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemidir.” (Devre: 1, İçtima: 1, Toplantı :139, I. T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, 1944)
Başımızda bunca dert ve önümüzde bu kadar koyu bir karanlık varken cevaplamamız gereken ilk soru düşmanı tanımlamaktır. Çünkü düşman bugün, klasik dünyadaki gibi malum, şeffaf ve adil değildir, mert hiç değildir. Ne kıyafeti aynıdır, ne silahı ve ne de taktikleri.
Tarihin en köklü medeniyetlerinden olan Türklüğü, aziz Türk Milletini, dün muhtaç ve mağdur eden, mazlum ve yetim bırakan düşman kimdi? Yurdu işgal eden gerçekten İngiliz, Yunan veya Fransız mıydı? Yoksa onları bu topraklara gönderenler mi?
Bugün ülkemizi boyunduruk altına sokan, çaresiz bırakan, umursamaz kılan, parasız, işsiz, dostsuz bırakan düşman kim? Dev firmalar, bankalar, ülkeler mi? Yoksa o şirket ve ulusların ardındakiler mi? İşin doğrusu düşman ne İngiliz, ne Fransız, ne cehalet ve keyfi saltanattı.
Düşman; adı ne olursa olsun, bölgesel ve global planlarını devrede tutan, organize ve sinsi davranan, zaafları silaha çevirebilen gizli bir el’di, yok etme fikri’ydi, bir kötülük yumağı’ydı…üst akıl’dı.
Üst akıl; ortak akla yani bilimsel ve evrensel medeniyet bilincine aykırı, seçkinlik iddiasındaki, suni ve sanal gaye peşinde olan, doğal gidişata düşman, dini kökenli ama dine karşı, para ve teknolojiyi silahlaştıran, azimli, hiyerarşik, ezeli şeytani akıldır, şimdilerde on üç kadar aile ve onlara bağlı 200 kadar çalışanla (CEO) ve çok uluslu şirket, kuruluş ve finansmanla tarif edilen siyonist zalimlerdir, şeytan kömekçileridir.
Dünyadaki zehirli akım ve ideolojileri var eden, tefecilikten kapitalizme, kanlı elmas ticaretinden emperyalizme, salgınlardan engizisyon mahkemelerine ve haçlı seferlerine, enerji savaşlarından soykırımlara, dünya savaşlarından genetik klonlamaya kadar her alanda haddi aşan üst akıl; şeytani kural ve yaşam tarzını dünya halklarına empoze etmeye çalışırken, yarı tanrılığa soyunan, doğal olanı; kontrol edilebilir suniyle değiştirmeye, medeniyeti robotlaştırmaya, muhakemeleri yapay zekaya teslime niyet eden, büyü ve sihir dahil her türlü din aleyhtarlığını din diye yaşayan ruhsuz ama şekilsel sapkınlıklar güruhudur.
Bu akıl; medeniyetin, yasaların, ortak kabullerin aksine kendi hayallerini bizzat Lucifer’e yaslayarak, dünyayı ortak paydada ama kaidelerini kendilerinin kaleme aldığı bir tarzda dizayn etme cüretindedir.
Bu akıl ne ülkelerle, ne de akımlarla tarif edilebilir çünkü hiçbiri aidiyet duygusu taşımaz. Yani vatansız ve sadakatsizdir. Şirket, cemaat ve tarikatlar da bu aklı tarife yetmez çünkü doğru tanım bunların hepsi şeklindedir. İnsanlık tarihi ile eş zamanlı olarak entrikayı yaşam tarzı yapan bu tehdit, devrin imkan ve insanlarının zihni kabiliyetlerine paralel olarak her daim var olmuştur, olmaya da devam edecektir. Çünkü şeytan kıyamete yakın zamanlara kadar süre almıştır ve onun cinlerden ve insanlardan orduları da o ana dek durmayacaktır.
Doğrudan şeytandan emir alan ve iblisin gayelerini temine çalışan bu üst aklın Kabala kökenli idrakinin mahsulleri, insanlığın karşısına her alanda çıkmakta, üst akıl gereken teknoloji ve bilimi kendisi var etmektedir. Dinler dahil olmak üzere, milliyetçiliklere, manevi duygulara aymazlıkla saldırmaktan çekinmeyen üst akıl, kimi zaman baskıyla, çoğu zaman yalanla iş görüp, sosyal yaşamın vazgeçilmezlerini ve insanlığı kendi karanlık çukuruna süren çobanlıkla, hamlelerini yakalanmadan bu yüzyıla dek getirebilmiş, bugün mevzisel savaşlardan topyekun saldırıya geçmiştir. Corona bu hadsiz saldırının teslim ol çağrısı yahut korkutma gayesidir. Yani corona tehdit değil, tehdidin ayak sesleridir.
Globalizmin ülkemizi işgal gaddarlığı 1919’da neyse, bugünkü silahsız (şimdilik) egemenlik arzusu da odur, Anadolu’nun işgali sonrası planlarında nasıl köleleştirme, zulüm ve yok etme varsa, bugün de aynı planları hem ülke hem dünya için devrededir. Kürt Said yerine şimdi PKK, fes savunucuları yerine bağnaz dincilik, mandacı sözde aydınlar yerine şimdi satılık kalemler, işbirlikçi saltanat yerine şimdi siyasal İslam vardır.
Tesadüf müdür? Hayır! Çünkü temsil ettikleri dış mihrak (şeytani güç) aynı üst akıldır!
Yıllarca sömürü düzenleri yaşatan ülkeler hangileriydi? Ya şimdi ortak umut ve çare aramak yerine hala kan emmeye çalışanlar? Vatan parçalanırken, kapitülasyonlar verilirken gizli kapılar ardında ihanetle yaşadıklarımız bugün aynen sürmüyor mu? O zaman ki hain işbirlikçiler ile şimdiki siyasi, askeri, ekonomik, medyatik kuklalar arasında fark var mı?
Atatürk’e saldıranlar kimdi? Hilafetçiler, saraycılar, mandacı ve himayeciler, sözde Osmanlı tutkunları, Turancılar, fes ve feraceciler, tekkeciler, zaviyeciler, medreseciler, ulusalcılığa ve Türklüğe karşı olanlar, cihadı toprak ele geçirme sananlar, dinden menfaat sağlayanlar, kadını yok sayanlar. Neye karşıydılar? Cumhuriyete, kadının toplumdaki yerine, bağımsızlığa, eşitliğe, çalışıp helal yoldan kazanmaya, anlaşılır Kur’an’a.
Ya şimdi? Düşman aynı, gayeler aynı değil mi? Fes, Osmanlı’da İslam’ın değil, Batılaşmanın sembolüydü. Fes II. Mahmut tarafından sarığa karşı kılık kıyafet reformu çerçevesinde getirilmişti. O dönemin bir nevi şapkasıydı. Sultan II. Mahmut fesi getirdiği için gavur padişah olmuştu. Atatürk ise fesi kaldırdığı için. O düşmanları kim yaratmışsa, bugünkü şeytanları kim sokaklara salıyorsa… üst akıl da, küreselciler de, şeytanlar da onlardır, aynıdır.