1921, 1929 ve 1948 yıllarında ülkemizi üç kez ziyaret eden tarih filozofu Arnold J. Toynbee’nin izlenimleri o günlere ve inkılaplara ışık tutmaktadır. Toynbee, 1921 ve 1929 yıllarında ve bu izlenimlerinin sonuçlarını görmek üzere, resmi davetli olarak 1948 yılında Türkiye gelmiştir. Dört hafta süren seyahati süresince başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Anadolu’nun çeşitli şehir ve köylerini gezmiş, bu süre zarfında Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde yaşanan kültürel ve siyasal değişimleri anlamaya çalışmıştır. İngiltere’ye dönüşünde seyahati hakkında “Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti” başlığı ile kısa bir risale kaleme almıştır.
Arnold J. Toynbee’nin Türkiye Seyahati
Saha çalışmalarından elde edilecek verilerin tarih bilincini kuvvetlendirdiğine inanan Toynbee’nin Anadolu’ya yaptığı ilk ziyaret, Milli Mücadele yıllarına rast gelmektedir. Türklerle Yunanlılar arasında vuku bulan çatışmaları The Manchester Guardian gazetesi adına takip etmek için çıktığı seyahati 15 Ocak 1921 tarihinde Atina’ya varmasıyla başlamış, Yunanistan’da dokuz ay boyunca bir dizi araştırma ve görüşme yaptıktan sonra 15 Eylül 1921 tarihinde İstanbul’a gelmiştir.
Toynbee, Yunanlıların işgal ettiği ve Türklere karşı giriştikleri kanlı eylemleri Alaşehir, Uşak, Kula, Salihli, Tire, Torbalı, Manisa, Soma, Kınık, Dikili ve Bergama dolaylarını gezerek müşahede etmiş, 15 Eylül’de İstanbul’a geçerek Yunan işgaline uğramamış olan Bursa, Gemlik, Yenişehir, Yalova, Karamürsel, Ereğli, Bahçecik ve Değirmendere dolaylarında Türk ve Rumların ilişkilerini gözlemlemiştir. İngiltere’ye dönüşünde gördüklerini The Western Question in Greece and Turkey: A Study in the Contact of Civilizations adıyla 1922’de yayınlamıştır.
Toynbee, 1929 yılında Türkiye’ye kısa bir ziyaret daha gerçekleştirmiş, inkılaplar gerçekleştiren mevcut rejimi yakından anlamaya çalışmıştır. Cumhuriyetin yeni aydın ve bürokratik kişileriyle dostluklar kurmuş, devlet mekanizmasında ve toplumsal hayatın rutin bünyesinde yapılan inkılaplar ile yeni rejimin kültürel ve siyasî hedeflerini izlemiştir. 1929 yılında Türkiye ile ilgili izlenimlerini 1928 yılında yapılan harf inkılabına atıf yaparak bu konudaki düşüncelerini şöyle özetlemiştir:
“Günümüzde Hitler, kendi düşüncesine karşı olan bütün ilmî hazineleri kökten yok edip kaldırmanın yolunu tutmuştur. Ne var ki, matbaanın icadı bu faaliyetleri bir nevi imkânsız hâle getirmiştir. Hitler’in çağdaşı olan Mustafa Kemal ise, hedefini gerçekleştirmek için en başarılı ve en akıllı yolu seçmiştir. Türkiye’nin başkanı, vatandaşlarının eskiden miras aldıkları kültür ve medeniyetin havasından kafalarını kurtarıp çok kuvvetli bir şekilde batı medeniyetinin potası içinde şekil almalarını istemiştir. Böylece alfabenin değişimi, kütüphanelerin yakılması yerine geçmiştir. Bundan sonra Türk Kütüphanelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzumunu hissedecektir.”
İngiliz tarihçi ve düşünürü Toynbee’nin üçüncü Türkiye ziyareti II. Dünya Savaşının bitiminde ve Milli Şef döneminde gerçekleşmiştir. Hükümetin davetiyle geldiği 28 Ekim 1948 ziyareti, dört haftalık programdan oluşmakta olup dönemin basını tarafından da yakın ilgi görmüştür. 1929 yılında gerçekleşen ikinci gezisinden bu yana “Türkiye ile tekrar ünsiyet peyda etmekte güçlük çekmediğini (…)” dile getirmiştir. 31 Ekim’e kadar İstanbul’da kalarak müzeleri, anıtları, kütüphaneleri ve diğer tarihi mekânları gezmiş, 1 Kasım pazartesi günü Ankara’ya geçmiştir.
TBMM’nin açılışına katılmış ve milletvekilleriyle sohbetlerde bulunmuştur. Kasım ayının 3’ü ve 5’inde Ankara Üniversitesi’nin tertibiyle “Geçmiş Zamanlar Tarihinin Işığı Altında Bugünkü Devir” başlığıyla DTCF’de konferans salonunda iki sunum yapmıştır. Bu konferansını 18 Ekim’de İstanbul Üniversitesi’nde bir kez daha gerçekleştirmiştir.
Anadolu’da gezilerine 21-23 Kasım arasında İstanbul’dan Bursa’ya geçerek devam etmiş, Bursa’nın tarihi kent kimliğini oluşturan yerlere ve müzelere ziyaretler yapmıştır. Toynbee, Türk inkılabının ulaşmak için kendisine hedef olarak belirlediği batılılaşmanın Anadolu’daki yansımalarını görmek amacıyla Orta Anadolu’nun Konya, Tokat, Çorum, Turhal, Adana, Seyhan ve Merzifon şehirlerine de ziyaretler gerçekleştirmiştir. Seyahati boyunca cumhuriyet döneminde uygulanan politikaların ortaya çıkardığı değişimleri görmeye çalışmış, ayrıca yeni Türkiye’de ortaya çıkan köy ve kent yaşamları arasındaki farklılıkları anlamaya çalışmış, 24 Kasım 1948 tarihinde ülkeden ayrılmıştır.
Toynbee, İngiltere’ye dönüşünden bir müddet sonra “Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti” adıyla küçük bir risale kaleme almıştır. Bu risale dönemin Başbakanlık Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü tarafından İngilizceden Türkçeye tercümesini yaptırılarak 23 Ocak 1949 tarihinde başbakanlığa sunulmuştur. Seyahatini şu cümlelerle özetlemektedir:
“Ziyaretimiz esnasında gösterilen büyük misafirperverlikten başka, istediğimiz yere gitmek ve istediğimiz kimselerle görüşmek imkânlarına da maliktik. Eski başkent İstanbul ve yeni başkent Ankara’yı ziyaretten maada köy ve kasabalarda iki hafta geçirdik. Bunlara ekseriya kara yolu ile gittik. Buralarda görüştüğümüz insanlar arasında her iki siyasî parti mümessilleri ve muhtelif içtimai ve iktisadî mesleklere mensup kimseler vardı.”
Görüldüğü üzere büyük kentlerin dışında küçük yerleşim birimlerini ziyaret etmekle buralarda faaliyet gösteren esnaf ve siyasî teşekküllerin nabzını da tutmaya çalışmıştır. Tek Parti döneminde uygulanan politikaların yeni bir nesil ve yaşam şeklini oluşturmaya hedef aldığını düşünen Toynbee, bu süreçte yapılan inkılapların önderi Kemal Atatürk’ün büyük bir siyasî rol üstelendiğine vurgu yapmaktadır:
“Bir çeyrek asır içinde yeni rejim altında yeni bir nesil yetişmiş. 1923’te Türkiye kendisi için hayat memat meselesi olan 12 senelik devamlı bir harpten çıkmış bulunuyordu. Türk milleti hemen hemen mucizevi denilebilecek kurtuluşunun uzun müddet devam eden edebilmesi için işlerini düzeltme zorunda olduğunu idrak etmişti. Bu itibarla Kemal Atatürk’ün önderliği altında ilk beş sene zarfında yani 1923’ten 1928’e kadar birtakım zecri ıslahat getirmiştir ki, zaman müsaade edip de isticale lüzum olmasaydı bunların başarılması nesiller ve hatta asırların işi olurdu.”
İfadelerinden anlaşılacağı üzere dönemin uygun koşullarında ve art arda gerçekleştirilen inkılapları uygun görmektedir. Kemalist iktidar döneminde devreye sokulan ve toplumun batılılaşmasını öngören politikaların ana ekseni hakkında şunları dile getirmektedir: “Cumhuriyetin ilk seneleri vücuda getirilen başlıca ıslahat devletin laikleşmesi, kadınların hürriyete kavuşmaları, Latin harflerinin kabulü ve modern teknolojim ve ticaret sisteminin kavranması olmuştur.”
Türk modernleşmesinin dört ana unsuruna vurgu yapan Toynbee, Türk inkılabının İngiliz modernleşmesiyle kısa bir kıyaslamasını da yapmaktadır:
“Modernleşme işinde zamanla bağlı kalan ve bu mesaiyi 450 sene gibi uzun bir müddete dağıtan biz İngilizler için bu tekâmülün bir ömür süresine sığdırmanın ne demek olduğunu idrak etmek kolay değildir. Bu saydığım dört reformdan her birisi fikri ve aynı zamanda hisleri tahrik eden başlı başına birer inkılaptır ki Türkler bunların hepsini birden geçirmişlerdir.”
Toynbee, Türk modernleşmesinin diğer toplumların modernleşme hareketlerinden ayrılan belli başlı bazı yönlerini şöyle tasvir etmektedir:
“Kadının hürriyete kavuşması başlı başına bir inkılaptır. Sonra, harf inkılabını düşününüz. Bu, Türkiye’nin İslam kültürü ile geçmişteki bütün bağlarını kesiyor ve onu gayri kabili rücu şekilde Batının kültürüne bağlıyordu. Fakat bütün bu inkılaplar arasında en mühimi belki de modern teknolojinin anlaşması ve modern ticaret teşkilatının kabulü olmuştur. Eski Osmanlı devletinde Türklerin meşgalesi idari işler, askerlik ve rençberlikti, fakat ticaret ve sanayi Türklerin elinde değildi. Bunlar kısmen Türkiye’de oturan ecnebilerin, kısmen de Türk ekalliyetlerinin elinde bulunuyordu. Bu ekalliyetlerin büyük kısmı 1922 senesinde Balkanlardaki eski Türk topraklarında oturan Türklerle mübadele edilmişlerdir. Türkler Cumhuriyete birdenbire memleketin iktisadîyatını ellerine almak zorunda kalmışlar ve yalnız iktisadîyatlarını yürütmekle iktifa etmeyerek, aynı zamanda ecdatlarının ihmal etmiş olduğu iktisadî hayatı kurmak işine de girişmişlerdir ki, bu sahada Türk Cumhuriyeti’nin önünde kat edilecek büyük bir mesafe vardı ve bugün olan da vardır.”
Toynbee’nin tasvirinde öne çıkan üç unsur; Türk modernleşmesinde halkın üstlendiği iktisadî sorumluluk ve devletin Batıya entegrasyon bağlamında ortaya koyduğu iradedir. Diğer bir unsur ise kültürel ve zihniyet geleneği ile alakalıdır ve harf inkılabı ile gerçekleştirilen yeni kültür devrimidir.
Kadın hürriyetindeki gelişmeleri can alıcı bir gelişme olarak görmüştür. Türk modernleşmesindeki en önemli gelişmeyi, teknolojik gelişmelere duyulan istek ve yakınlık olarak tespit etmiştir. Türk inkılabında Atatürk’ün önemli bir değer olduğunu sıkça dile getiren Toynbee, Türk halkı nazarında onun taşıdığı değeri de şöyle anlatmaktadır:
“Türk milleti kendi gayretleriyle kendisini kurtarmak işine giriştiği zaman de müthiş bir iş karşısında bulunduğunu görüyorsunuz. Büyük önderleri Atatürk o zaman Türklerin muhtaç oldukları adamdı. Bütün bu değişiklikleri harekete koymak için onun fevkalbeşer iradesine ve fevkalbeşer enerji kuvvetine ihtiyaç vardı. Bazı diğer huşularda siyasetini tenkit etmekle beraber, vatandaşlarının bu hususta Atatürk’ü daima şükranla yâd ettiklerine müşahede ettim. Son 20 sene zarfında Türk milleti Atatürk’ün önderliği altında vücuda getirmiş olduğu inkılapları hazım ve temsil etmiştir.”
Toynbee, kaleme aldığı risalenin ilerleyen kısımlarında “Bugün Türklerin karşılaştıkları mühim meseleler başlığı altında” üç önemli meseleyi ele almaktadır: “(1)Mazi ile teması kaybetmeden Türk yaşayış tarzının nasıl modernleştirilebileceği, (2) Türkiye’nin kuvvet kaynağı olan köylerin İstanbul ve Ankara’daki süratli değişikliklere nasıl ayak uydurabilecekleri, (3) Osmanlı devleti hükümetinin devrilmesinden beri Türkiye’de hüküm süren Tek Parti rejiminden, tamamıyla seçmenlerin sandık başında izhar edilen arzularına göre birbirini iktidar mevkiine takip edecek müteaddit partili tam bir demokrasi rejimine fazla bir sarsıntıya maruz kalmadan nasıl geçileceği meselesidir.”
Cumhuriyet dönemi kent ve köy yaşamlarında meydana gelen değişimlerin ortaya çıkardığı farklara dikkat çekmek isteyen Toynbee, Anadolu’daki köy yaşantısının zorluklarına risalesinde hususi olarak değinmektedir. Türk köylüsünün şehir insanının aksine maddi menfaatler peşinde olmayışını kültürel kodlara bağlayarak bu davranışı takdir etmektedir. Ona göre toplum hayatındaki maddi değişimlerin kırsal yaşama da eklemlenmesi gerekmektedir:
“Bir de, Türkiye’nin taşra hayatının Ankara ve İstanbul’daki modernleşme hareketine ayak uydurma meselesi vardır. Pek tabiî şehirlerde ne kadar süratle ilerlenebilirse, memleketin diğer kısımlarının bunları takip etmeleri o kar güçleşir. Türkiye’de seyahat enderken ilk nazarda köylerde hayatın hiç değişmemiş olduğu hissi altında kalırsınız. Bu bir rüyet hatasıdır ve Türk köylüsünün değişikliği giydiği elbise, içimde oturduğu ev gibi sathi şeylerle tezahür etmesi kaygısından verasete olabilecek aklı selime sahip bulunmasından ileri gelmektedir. (…) Şehriler, modernleşmenin semerelerini gözle görülebilir şekilde meydana koyarlarken, köylü maddi menfaatlere ehemmiyet vermemektedir. Bu ise memleket için hayırlıdır. Çünkü Türkiye’nin nüfusunun büyük bir ekseriyeti halen köylerde yaşar ve rençberdir.”
Yeni Türkiye’nin önündeki en önemli meselenin eğitim olduğunu düşünen Toynbee, çözüm olarak kurulan Köy Enstitülerinin varlığını önemsemektedir. Ona göre, bu enstitüler köy yaşantısının normal bir seyre gelmesinde özel bir misyon taşımaktadır. Şu bilgileri vermektedir:
“Zahiri görünüşlerine rağmen köyler eskisi gibi fakir değillerdir. Fakat tatmin edilmesi gereken gayri maddi ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaç her şeyden evvel eğitim ihtiyacıdır. (…) Bu mesele, yani köylülerin öğretimi meselesi nasıl halledilmektedir? Fikrimce, hükümet bu hususta pek akıllıca bir yol takip etmektedir. Bu yol köylülere kendileri öğretmen olmak imkânlarını vermek usulüdür. Hükümet takriben 20 tane mahalli köy enstitüsü açmıştır. Buralarda köy çocuklarına ilkokul öğretmeni olmak üzere basit bir tedrisat yapılmaktadır. Ve aynı zamanda bunlar köy hayatına yabancı bırakılmamaktadırlar. Bu gençler mezun oldukları zaman öğretmenlik vazifesini görmek üzere kendi köylerine gönderilmektedirler. Bu enstitüler hakkında kendileriyle görüştüğüm bazı Türkler bunların neticelerini sathi diye tenkit ettiler. Olabilir, fakat umumi efkâr bunların büyük ve zaruri bir ihtiyacı karşılamış bulunan bir teşebbüs olduğu kanaatindir.”
Toynbee, kaleme aldığı risalesinin sonuna doğru 1923’ten 1948’e doğru yeni Türkiye’nin siyasî bir meselesi olan kitlelerin çoğulcu demokrasi talebi hakkında bazı kanaatlerini de dile getirmektedir. Ona göre, cumhuriyetin tek parti ile özdeşleşmesinden kaçınmak için gerek Atatürk ve gerekse onun halefi İsmet İnönü bazı adımlar atmak istemişlerse de bazı toplumsal kabuller ve tepkilerin farklılığından dolayı bu süreç gecikmiştir.
Neticede 20. yüzyılın önemli bir filozofu olan İngiliz asıllı Toynbee, tarih ve uygarlık konularında yaptığı çalışmalar ve getirdiği yeni yaklaşımlarla yaşadığı çağa damgasını vurmuş bir aydındır. Türkler üzerine yaptığı çalışmalar dikkat çekici niteliktedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak farklı zamanlarda Anadolu’ya yaptığı seyahatlerle Türklerin siyasi ve sosyo-kültürel hallerini yakından analiz eden bir Batılı aydın olmuştur. Eserlerinde kullandığı üslup ve izlediği ilmi yöntemlerden dolayı cumhuriyetin ilk yıllarında bir Türk dostu olarak görülmüştür.
Görüldüğü üzere yaklaşık 27 senelik bir zorlu dönem neticesi ülkenin geldiği nokta, Batı’nın asırlar bulan gayretlerinin meyvelerinden de daha etkin ve güzeldir, yaygındır. Bu sonuç ise; dünyanın bugün düştüğü karadeliklerden kurtuluş için nasıl ve neden Atatürk ilke ve inkılaplarına sarılması gerektiğinin cevabıdır.