Ulu Önder, 27 Ekim 1922 tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya gelen öğretmenlerle Bursa Şark tiyatrosunda yaptığı toplantıda tarihte çok az insanın göstereceği derin bir saygı ve mütevazilikle şunları söylemişti:
“İsterdim ki çocuk olayım ve sizin ışık saçan eğitim katınızda bulunayım. Sizden ders alayım, siz beni yetiştiresiniz. O zaman milletim için, daha yararlı olurdum; fakat ne yazık ki gerçekleştirilemeyecek bir dilek karşısında bulunuyoruz. Bu dileğin yerine başka bir istekte bulunacağım: Bugünün çocuklarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete yararlı bireyler yapınız…” Bu sözleri söyleyen daha 1,5 ay önce düşmanı denize döken muzaffer bir komutandı.
Sözlerinin devamında; ”Okul, genç beyinlere, insanlığa saygıyı, ulus ve yurt sevgisini, bağımsızlık onurunu öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düşünce, onu kurtarmak için tutulması uygun olan en doğru yolu belletir. Yurt ve ulusu kurtarmaya çalışanların ayrıca, işlerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları gereklidir. Bunu sağlayan okuldur. Ancak bu yolla, girişilecek her türlü işin usa uygun sonuçlara ulaştırılması gerçekleşmiş olur” demiş, konuşmasını şu cümlelerle bitirmişti: ”Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için, yalnız ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız, yaşatacaksınız ve kesinlikle başarıya ulaşacaksınız. Ben ve sarsılmaz inançla bütün arkadaşlarım, sizi izleyeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız.”
Atatürk; herkesin, her yönüyle örnek alması gereken bir lider, bir yol gösterici ve öğretmendi. Çalışmalarında başarıya ulaşırken dayandığı iki temel esasın birisi kurduğu devletin dünya durdukça var olacağı inancı, bir diğeri Türkiye`nin en kısa sürede çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacağı umuduydu. İnancına göre eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve amaçlı olarak değiştirme ya da davranış kazandırma süreciydi. Eğitimin çağdaşlığı ise; felsefesi, ilkeleri kapsamı ve yöntemiyle çağa uygun olan, günün gereksinimlerine yanıt veren öğretim şekliydi.
Atatürk çizgisinde çağdaş eğitim; Atatürk’ün gösterdiği çağdaş ve bilimsel yolda, devlet kontrol ve disiplininde, teşkil edilen yerlerde, tespit edilmiş müfredata uygun verilecek nitelikli eğitimdi. Atatürk “Yenilikler, Türk ulusunun yapısına ve kişiliğine uygun olmalıdır” demiş, milli dil ve tarihten esinlenerek, milli eğitimi savunmuş ve taklitçiliği reddetmişti.
Atatürk’ün yeni kuşağa güveni tamdı. Ne var ki onları ezberci ve milli olmayan eğitim ortamında yetiştirerek amaçladığı hedefe varılamazdı. Bu yüzden eğitime yeni bir anlayış getirmişti. Atatürk, uygarlığın ve kalkınmanın bilimle gerçekleşeceğini biliyordu. Geçmişin yanlışlıklarını yinelemeyi düşünmüyordu. Çağdaş olmanın temelinin bilim ve sanatta olduğunu, bunlara ulaşmanın da eğitimle gerçekleşeceğini biliyordu. Bir suretle de İstiklal Harbi daha devam ederken dahi asıl savaşı, kültür uyanışı savaşını başlatıyordu. Halkı eğitmeyi ve ülkeyi kalkındırmayı düşünüyordu. Bu amaçla değişik alanlarda, eğitim ağırlıklı olarak, bir çok yenilikler yapıldı. Atatürk her fırsatta gençlik ve özellikle eğitimin ulusumuzun geleceği için nasıl yaşamsal bir güç olduğunun altını çizmekteydi. Çağdaş eğitim çizgisinde Atatürk’ün düşünceleri oldukça somuttu. Bir işin olumlu şekilde sonuçlanması için, ilkin öğretmenlerin doyumunu ve moralini yükseltmeyi hedeflemişti.
Başarılı Milli Eğitim Bakanlığı (1925-1929) kitaplaştırılan, öğretmene yaklaşımıyla belleklerden silinmeyen Mustafa Necati, Cumhuriyet’in duyguları, düşünceleri, umutları, emelleri ve sevgileriyle yaşayan Milli Eğitim Bakanıydı. Onun eğitim hadisesine bakışı adeta Cumhuriyet’in eğitim felsefesini yansıtmaktaydı. O yıllarda öğretmen aylıkları il bütçesinden ödenirdi. Uzun süre aylıklarını alamayan öğretmenler için Muallimler Birliği Başkanı Bakan Mustafa Necati’ye yakınmada bulunmuş, Bakan, telgrafla 24 saat içinde öğretmenlerin aylıkları ödenmezse, valinin, ödeyecek yeni valiyle yer değiştireceğini bildirmişti. Ertesi gün ‘ödendi’ yanıtını almış, hemen İçişleri Bakanını arayarak: “Bu vali, öğretmenlerin aylıklarını ödeyebiliyor idiyse, neden böyle geciktirmiştir. Değilse nasıl oldu da kısa sürede ödedi” diye sormuş, “Öğretmene ve eğitime böyle saygı ve ilgi duymayan bir vali ile çalışamayacağını” söyleyerek, valilikten alınmasını sağlamıştı.
O zamanki adıyla Maraş Milletvekilleri Mustafa Necati’ye yine o zamanki adıyla Maarif Müdürü Neşet Bey’in yaptığı meslek toplantılarından ve öğretmenleri bir araya getiren balolardan kesin bir dille yakınmışlardı. Halkın bu müdürü istemediğini söylemişler. Bakan, müdüre mektup yazarak: “Bu yakınmalar sürerse seni oradan daha büyük bir ile atayacağım. Ancak girişimlerinden vazgeçersen seni görevinden alırım” demişti. Mustafa Necati, diğer yandan, öğretmenlerden beklentilerini şu cümleleriyle ortaya koyuyordu: “Okuttuğundan çok okumayan bir öğretmen çabuk yıpranır, ihtiyarlar ve bezginlik getirir. Araştırmaya, incelemeye düşkün ak saçlı bir öğretmen sürekli genç ve dinç kalır.”
Toplumların uygarlık düzeyi öğretmenle verilen değerle ölçülür. Çağımız hızlı bir teknolojik gelişim yaşıyor. Öğretmenlerin bu süreçte görevlerini severek mesleksel coşku ve sevgiyle çalışması her zamankinden de mühim. 21nci yüzyıl Türkiye’sinde gençlerimizi yetiştirmekle görevli öğretmenlerimizin işlerini severek yapmaları ve eğitimin niteliği öğretmenlerimizin işteki verimlilikleri ile orantılı. Nitelikli eğitimdeki amaç da; elbette ki, Atatürk çizgisindeki çağdaş eğitim!
Eğitimle ulusa vermemiz gereken eğitim sonunda yetişecek gençliğin; “Laik – demokratik Cumhuriyet’e bağlı, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş, inanmış, onları korumaya ve geliştirmeye hazırlanmış, Ulusal değerleri davranışa dönüştürebilmiş, Yurtta ve dünyada barış içinde yaşama ülküsünü benimsemiş, tam bağımsızlığın kıymetini bilen, Hukukun üstünlüğüne ve demokrasi ilkelerine bağlı edindiği bilgiyi ve aldığı eğitimi insan mutluluğu için kullanan, onu baskı ve süs aracı görmeyen, birey ve sınıf ayrımı yapmayan, birleştirici, iyi bir üretici ve tüketici olan, doğayı korumayı, yurdunu korumakla eş değerde tutan, yeşili ve ağacı seven vb.” özellikleri kendinde taşıması gerekir. Bu gayeyi yetiştirdiğimiz insanlar için tutturamamışsak tüm eğitim yatırımları boşa gitmiş ve zaman ülke yararına işlememiş demektir.
Diğer yandan geliştirme çift yönlüdür; “Eğitim ve öğretim programlarının yenilenmesi ve geliştirilmesi” ve “Öğretmen yetiştirme politikasının iyileştirilmesi.” Yani hem eğitim kalite ve standartlarının he hem de eğiticilerin çağdaş yeterlilikte yetiştirilmesi. Bu da demektir ki ülkemizi 21. Yüzyıla taşıma görevini yürüten öğretmenler, her bakımdan iyi yetiştirilmeli ve kendisinden bekleneni verecek düzeye getirilmelidir. Ancak ondan sonradır ki öğrenciler uygun yeterliliğe erişebilecektir. Geçmişin köy enstitüleri, ilk öğretmen okulları ve eğitim enstitüleri gerçek öğretmeni yetiştirmiş ve kendilerini bu alanda kanıtlamışlardır. Ancak değişik politikalar yanında kimi olumsuzluklar ve plansızlıklar bu konuda yeri doldurulamayacak boşluk bırakmıştır. Eğitimin uygulamalı olmasından yanaysa tereddüt asla yoktur, olmamalıdır.
Bir milletin milli, ahlâki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çalışmalarına bağlıdır. Milli birlik ve beraberliğimizin teminatı da öğretmenlerdir. Fikir ve kültür sahasında, ilim ve teknoloji alanında güçlü atılımlar gerçekleştirebilecek; ayak bastığı coğrafyanın şahsî dünyasına yüklediği vazifeleri her hattıyla kavrayabilecek; sosyal meseleleri millî bir gözle süzerek tavır ve duruş geliştirebilecek nesiller yetiştirilmesi sorumluluğu, aile ve çevreyle birlikte ve hatta bunlardan önce öğretmenlerin vazifesidir.
Atatürk çizgisinde çağdaş eğitimin öznesi öğretmendir. Okul demek öğretmen demektir. Öğretmenin yeri ne medyatik seyirlerle, ne modern binalarla, ne paralı eğitimle, ne de ofset baskı pahalı kitaplarla doldurulamaz. Çünkü eğitim öğretmenle gerçekleşir. Öğretmeni hesaba katmayan hiçbir eğitim planı başarılı olamaz. Öğretmen, öğretme ve öğrenme ortamının en yararlı elemanıdır. Öğretmen çocuklara ikinci anne ve babadır, sevgi ve şefkat göstergesidir, bilen ve öğretendir, öğrencinin derdiyle, sevinciyle ortak olandır. Öğretmen, öğrencilerinden çok daha fazla okumak zorunda olandır, araştıran, inceleyen, sorgulayan, verilecek eğitimin üst sınırlarını zorlayandır.
Çağdaş eğitim ve nitelikli öğretmen tüm gelişmelere ve yeniliklere açık olmalıdır. Bilgisayarların hayatımıza girmesi bu anlamda bir zarar değil, kolaylıktır. Ancak hiçbir eğitim metodu; kitaptan, yüz yüze ve öğretmen-öğrenci yakın ilişkisi içerisinde yürütülen eğitimden daha başarılı olamaz, sanal eğitim gerçek eğitimin yerini alamaz.
Genç öğretmenler kopyacı, kolaycı öğretimden, kopyala yapıştır ödev ve sınavlardan arınarak, yaratıcı, zihin açıcı, muhakeme geliştirici ve elbette gerçeği öğretici olmalıdır. Demokratik, üretken, yeniliklere açık çağdaş ve Atatürkçü öğretmenler; aynı zamanda okuyan, yazan ve araştıran, özlemlerle yüklü, çağı yakalayan çizgide yücelmeli, kendisinden istenen kuşağı çağa hazır ve milli duyguları yüksek vaziyette tereddütsüz yetiştirecek kabiliyete erişmelidir. Tüm öğretmenlerin ilk ve en kıymetli başucu kitabı da “ATATÜRK” olmalıdır. Çünkü Atatürk okuduğu 5000 kitabın, yaşadığı 57 zorlu senenin, savaşların, barışların, zaferlerin, ilkelerin, inkılapların özeti, hapı, terminolojisi, manzumesidir.
Atatürk, Cumhuriyeti kurarak Türk ulusuna armağan etmiş, ilke ve devrimleriyle çağdaşlaşmanın temelini belirleyerek bilimsel ve teknolojik gelişmelere ortam hazırlamıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyetinin; çağdaş, laik ve bilimle milli bir eğitim politikası izlemesi kaçınılmazdır. Atatürk’ün çağdaş ve aydınlık çizgisi ise “Hayatta en gerçek yol gösterici” olan bilimdir. Çağdaş ve nitelikli eğitimin öznesi de öğretmendir. Nitelikli öğretmen yetiştirme devletin, Atatürk çizgisinde çağdaş eğitimi gerçekleştirmekse öğretmenin görevidir. Bu çetin ve kutsal uğraşta öğretmenlere ve velilere büyük görevler düşmektedir.
Tüm bunların ışığında Atatürkçü öğretmen; devletin demokratik, laik, sosyal ve hukuksallık niteliklerini özümsemiş, tam bağımsız Türkiye hedefini daima göz önünde tutan, ulusal kültür ve çağın değerleri arasında sentez yapabilen, bilimi yol gösterici kabul eden, Atatürk devrimlerini gerekçeleriyle bilen, ilkelerini ilke edinmiş ve bu doğrultuda öğrencilerini eğiten ve toplumu etkileyen öğretmendir. Toplumlar, yapıştırıcı işlevi gören değerler tarafından bir arada tutulur. Bunlar, gelenekler, dil, din ve tarihsel anılar olabileceği gibi, tarihsel akış içinde uluslarının genel gidişine yön vermiş olan ulusal kahramanlar da olabilir. Atatürk ve onun kişiliğinde somutlaşan değerler de ulusumuzu birbirine bağlayan böyle bir yapıştırıcı işlev görmektedir.
Atatürk, kişi olmanın ötesinde kurumlaşmıştır. Ancak bilerek ya da bilmeyerek yıllardır Atatürkçülüğün içi boşaltılmaktadır. Okullarda Atatürkçülük değil, savaş kahramanı olan “Kemal Paşa” yahut “Çankaya’ya çekilmiş bir Cumhurbaşkanı” öğretilmektedir. İçeriği boşaltılmış ilkeler yıllarca, tekrar tekrar ezberlettirilerek yurttaşlar şekilsel anlayışla ve rozetçi ezberlerle Atatürk’ten soğutulmaktadır. Bu durum en meşhur aydın kesimde bile sıkça görülmektedir. Yani bu yaşadığımız günlerde Atatürk (hepimizin gafletiyle) kuru bir hayat hikayesinden ya da bayram günleri hatırlanır bir kurtarıcıdan ibaret hale getirilmiştir.
İyi anlaşılmayan Atatürkçülük istismara gayet müsaittir. Devrimlerin hangi gerekçelerden kaynaklandığı, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak için ortaya konan ilkelerin günümüzde ne anlama geldiği bilinmemekte, öğretilmemekteyken bu istismar daha da büyüyecektir. Atatürkçülük bir bütün olarak ele alınmayıp, fikirler parçalara ayrılarak, işe gelenler kabul edilip, diğerleri yok sayılarak, Atatürk ilke ve devrimleri kendi çıkarlarına göre yorumlanırsa, Atatürk kavramı dahi birlik değil, bölücülük kaynağı haline gelebilir. Nitekim kimileri sadece laikliği, kimileri sadece ulusçuluğu tekeline almakta, diğer ilkelerini ya önemsememekte ya da yok saymaktadır. Ya da beşeri ve sosyal meselelerde gösterilen hassasiyet bazılarınca manevi yahut mana anlamlarında terk edilmekte, adeta Atatürk’ün bazı konularda yanlış yaptığı düşünülmektedir. Oysa hep tekrar ettiğimiz gibi gerçek; Atatürkçülüğün bütün oluşudur, parçalanamaz mahiyetidir.
Atatürkçü düşünce sistemi eğitiminde; “en gerçek yol gösterici” akıl ve bilimdir. Bunu kavraması ve öğrencilerine kavratması gerekense öğretmendir. Her ülke eğitim sisteminin, ulusal birliği sağlamak, ortak bir geleceğe yönelmek için merkeze aldığı temel değerleri vardır. Bizim eğitimde nirengi değerimiz ise Atatürkçülük’tür. Eğitim öğretim çalışmaları bu doğrultuda yapılır, yapılmalıdır.
Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda eğitim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve ulusunu yaşatmak için, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma amacına dönük, gerçekleştirdiği yapıya sahip, öngördüğü görevleri yerine getiren yurttaşları yetiştiren eğitimdir. Başka bir deyişle, Atatürk ilkelerini benimsemiş, devrimleri gerekçeleriyle bilen ve koruyan yurttaşları yetiştiren eğitimdir.
Birçok eğitim sisteminde siyasal, kişisel ve toplumsal değerler gizli müfredat aracılığıyla verilir. Bu gizli müfredat, açık (yazılı) müfredatın aktarılmasıyla kendini gösterir ve açık müfredattan daha etkilidir. Bu gizli müfredat gaye olarak hep masadadır ve ülkenin milli menfaatleri istikametinde şekillenir, güncellenir. Lakin bunları kuru bir medeniyet çatışmasından ibaret kabul etmek, ‘Türkiye’nin jeopolitik önemi, iyi ahlâk sahibi olmak, ülkemize yönelen tehditler, kadın hakları gibi…’ konularla geçiştirmek kafi değildir. Medeniyet seviyesine ulaşma gayretleri ve Atatürkçülük gayesi, Atatürk olmadan aktarılmaya çalışılırsa kopuktur, başarısızlığa mahkumdur. Bu anlamıyla Atatürkçülükle ilgili konularda başarısız olan bir eğitim süreci, ulusal hedefler peşinde koşan yurttaşlar yetiştiremez.
Öğretmenler, “Atatürkçülükle ilgili konuları”, Atatürk ilke ve devrimlerini, (Tıpkı okullarda okutulan (!) Andımız gibi) gerekçeleriyle birlikte iyi bilmeli; bu esaslara uyarak Atatürk’ün izinde yürüdüğünü göstermelidir. Atatürkçülüğü bilmeyen hatta Atatürk karşıtı olduğu halde programda yer aldığı için Atatürkçülüğü öğretmeye çalışan öğretmenlerin bu konuda başarısızlığı kaçınılmazdır. Çünkü, hiç kimse inanmadığı bir şeyi ikna edici biçimde öğretemez. Söz gelimi andımızda “açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğim” diye Atatürk’e söz veren öğrenci, eğer “açılan yol” ve “gösterilen hedef”in ne olduğunu bilmiyorsa, bu ant içme anlamsızdır. Elbette bunun sorumlusu da öğretmenlerdir.
Yazık ki Atatürk’ü ve felsefesini öğretmek makamındaki öğretmenlerin bir kısmının bu konularda yeterli bilgi edinmedikleri ya da edindikleri bilgiyi bilince dönüştüremedikleri gözlenmektedir. Bu bilinç ortaya çıkmayınca ulusal eğitim de amacına ulaşamamaktadır. Oysa her bağımsız ülkede olduğu gibi, Türkiye’nin eğitim sistemi de ulusal eğitimi temele alır. Ulusal (millî) eğitim; eğitimin, ulusun bağımsızlığını sürdürebilmesi ve ulusal ihtiyaçları karşılaması için kendi tarihsel, kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasal yapısına ve çağın gereklerine göre sistemleşmiş biçimidir. Ulusal eğitim toplumsal kalkınmayı temele alır. Öğretmen, eğitim ve yaşamın bütününü kavramak ve ne için insan yetiştirdiğini bilmek durumundadır. Eğitim kurumu, dolayısıyla öğretmen, bütün toplumsal kurumların (ekonomi, politika, sanat, bilim, felsefe, din, hukuk…) insan girdisini sağlar. Bu kurumların güçlü olması ülkenin gücünü artıracak bu da öğretmenin başarısı olacaktır.
Toplumsal kalkınma ve bağımsızlığın korunmasında ulusal güç unsurları olan siyasi, ekonomik, askerî ve sosyo-kültürel güçlerin önemi büyüktür. Bir devletin ulusal çıkarları ve sınırlarını koruması, iç ve dış tehditlere karşı durması ancak kurumların güçlü olmasıyla olanaklıdır. Sömürgen devletler güçlü olan bir devleti işgal etmeye cesaret edemez. Sadece güçlü bir askeri varlık da tek başına yeterli değildir. Halkın gönüllü ve tam desteği olmadan, dış güçlerin ülke içine müdahale etmesini ordu önleyemez, psikolojik savaş ve terörle, halkın moralini, maneviyatını ve ahlâkını bozan etkileme ve yönlendirmelerle toplumun güven duygusu tahrip edilebilir, gelecek belirsizleştirilebilir, birlik ve dirlik bozulabilir. Öyleyse asıl güvence yurttaşları ulusal bilinçle donatmaktır. Bunu yapacak olan eğitim kurumu ve bu kurumun en önemli görevlileri; öğretmenlerdir.
Ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştiremeyen uluslar başka ulusların tehdidi altındadır. Türkiye gibi yer altı ve yer üstü kaynakları, tarihsel, turistik zenginlikleri olan ve üstün bir stratejik konumda bulunan bir ülke başka ülkelerin daima ilgi ve hedeflerinin odağındadır. Ekonomik olarak kendi ayakları üstünde duramayan ülkelerin siyasal bağımsızlıkları olamaz. Ekonomik gelişme için her türlü olanağın bulunduğu ülkemizin neden bir türlü istenen noktada olmadığı iyi çözümlenmelidir. Öğretmenin bunları iyi kavrayıp yurttaşlara anlatmak gibi bir görevi vardır.
Bir ulusun kalkınması için gerekli olan yetişmiş insan gücümüz vardır. Mükemmel bir coğrafyaya sahibiz. Bilimsel ve teknolojik olarak hiç de fena durumda değiliz. Bunların topluma anlatılarak psiko-sosyal güç harekete geçirilmelidir. Bunu yapması gereken, toplumun hücrelerinde çalışan, her kesimle iç içe olan Atatürkçü öğretmendir. Köy Enstitülü öğretmeni bu bilinci taşıyan öğretmendi. Bu yüzden hâlâ “nerde o eski öğretmenler” diye anılırlar. Bu yüzden onlar, emperyalist ülkelerin ve yerli işbirlikçilerinin hedefi oldular ve ezildiler.
Geri kalanların önemli kısmı da 80’li yıllarda horlanıp aşağılandılar. Corona günlerinde ise öğretmenlerin okul ve öğrenciyle bağları yazık ki kesilmek istenmektedir. Küresel güçlerin hedef tahtasına koyduğu Türkiye’nin ulusal duyarlıkları güçlü öğretmenlere gereksinimi vardır. Biliyoruz ki, Atatürk ilke ve devrimlerini gereğince kavramamış olsalar da eğitim ordusunun ezici çoğunluğunun ruhunda bu öz vardır. Közleşen bu “öz” canlandırılmalıdır.
Cumhuriyet’in öğretmenleri (her anne ve baba da bir Cumhuriyet öğretmenidir), tıpkı 1920 günlerindeki şevk ve heyecanla ücralara kadar koşmaya, bilgiye aç halka ulaşmaya, araştırıp öğrenerek öğretmeye, ulusça kalkınmaya güç ve destek vermeye mecburdur. Bu mesuliyet ve vebal öğretmenlerin şeref burcunun da anahtarıdır. Başöğretmen Atatürk’ün izinde olmak zorundaki öğretmenler, ulusal anlayışla, dostu ve düşmanı tanıtarak, ilerleme ve gelişmeyi temin, engel olan unsurlarla mücadelede kararlı, saygın ve yeterli bir milli eğitimi vermek, takip ve kontrol etmek, eğitim, öğretim ve terbiyenin her çeşidiyle Atatürkçü gençlik yetiştirmek durumundadır.
Çünkü öğretmenler öğrencilerine sadece alfabeyi, matematiği değil; hayatı, adam olmayı, sağlıklı düşünmeyi, başarmayı, çalışmayı, baş edebilmeyi öğretir, öğrendiklerini hayata yansıtmanın yollarını gösterir, geleceğin hür ve güçlü Türkiye’sinin tuğlalarını yetiştirir. Bu sebeple öğretmenler ve tüm okul heyeti, kısaca milli eğitim gayretlerinin tamamı çağın ilerisinde bir anlayış olan nitelikli Atatürkçü Eğitim Sistemi’nin neferleri olmak zorundadır. Bu aynı zamanda tüm öğretmenlerin kendilerini yetiştiren öğretmenlere ve anne-babalarına karşı da bir vicdan borcudur, Başöğretmen Atatürk’e verdikleri söz gereğidir.
Kıymetli öğretmenlerimizin tüm bu satırlardan sonra vazifelerini, varlık sebeplerini; ‘cehaletle yapılan kültür savaşında ön saflarda olmak, karanlık ve hurafik bağnazlığı önlemek, ülkenin refah ve ilerlemesini temin için gerekli alt yapıyı ve teknik ekipmanı yetiştirmek, ilke ve inkılaplar ile Cumhuriyet’in devamı için ihtiyaç duyulacak faziletli ve donanımlı muhafızlar yetiştirmek’ olarak ve vermeleri gereken eğitimlerin mahiyetini; ‘Atatürkçü, çağdaş, adil ve fırsat eşitlikçi, milli ve bilimsel, kız-erkek ayrımına müsaade etmeyen, ülke menfaatlerine yaslanmış, dost ve düşmanı doğru tanıtan, Türk tarih ve kültürüne tamamen uygun, araştırmacı, sorgulamacı, çalışmayı özendiren, farkındalık yaratan ve öğrenmeyi öğreten, okul dışında da devam eden, başarıyı destekleyen, uygulamalı, hedeflenen meslek veya sektörün ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda, doğru, tam ve gerçek eğitim’ şeklinde tarif etmek gerekir.
Kır çiçeklerini Anadolu bozkırlarında yeşertecek öğretmenler, erkeklerden de fazla kız çocuklarına önem ve öncelik vermeli, onları batıliyetin ve hurafik örflerin bataklığından çekip kurtarmalı, ülkenin üretmek için dönen çarklarından birisi durumuna getirmelidir. Kız çocuklarını okumaktan alıkoyan, erken yaşta evliliğe mecbur eden ‘ruhen diri diri toprağa gömme cinayet’lerine inat, öğretmenler o kız çocuklarından geleceğin aydın ve vatansever hanımefendilerini yaratabilmelidir.
Öğretmenler yarınları hazırlarken, yarınlarda liderlik edecek gençleri de hazırlamaktadır. Yani hem kendileri hem öğrencileri yarınlar için elzemdir ve doğru bilgiyle yetişmek durumundadır. Dolayısıyla Atatürk’ün yarınları emanet ettiği gençlik hepimizden de önce ÖĞRETMENLERE EMANETTİR!
Nihayet öğretmenlerimiz topluma her alanda örnek olmak zorundaki eğiticilerdir. Kıyafetten bilgiye, beslenme alışkanlığından aydın fikirlere, ahde vefadan vatan aşkına kadar her alanda sadece bilmek ve öğretmekle yetinmemesi gereken öğretmenler, yaşayarak, medeni bir Türk insanına yakışır, Atatürkçü anlayışla göstermek, örnek olmak zorundadır. Bu uğurda en büyük derslerini de Başöğretmen Atatürk’ün örnek liderliğinden almış olmaları gerekir! Bugün toplumun öğretmenlere duyduğu değişmez sevgi ve saygının temelinde işte bu bir asırdır devam eden örnekliğin ve lokomotifliğin etkisi vardır. Bu asil ruh devam ettikçe de milletin sırtı yere değmeyecektir.
Bu arada meclisin tüm vekillerinin, Milli Eğitim Bakanlığının en üst koltuklarından, okul idarelerindeki idarecilere kadar tüm idari personelin görevi; öğretmenin önünü açmak, yardımcı ve destek olmak, seminerlerle sağlıklı fikirlerini tazelemek, güç ve motivasyon vererek öğretmenin yanında olmaktır. Atatürkçü eğitim ders ve ders dışı faaliyetlerle bir bütündür. Velilerin de dahil edileceği bir programı hayata geçirmek idarenin başlıca görevlerindendir. Bu koca eğitim ailesinde yer alan herkes sorumluluk ve aidiyetinin bilincinde olarak Atatürk ve vatan sevdalısı olmalı, olamıyorsa… o meslekten uzaklaştırılmalıdır.
Öğretiyor olsa da öğrenmeye ara verme lüksüne sahip olmayan ve derslerle yetinmemek borcundaki öğretmenler, evvela Atatürk’ü ve Atatürkçü felsefeyi tanımalı ve öğretmelidir. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Çünkü Atatürk davası beşeri ve sosyal hayatın her alanında; akla ve bilgiye açlık, medeniyetin de üzerine çıkmaya duyulan özlem, saygın mevcudiyet ve tam hürriyet anlamında sergilenecek fedakarlık, çok çalışma ve ulus menfaati demektir.
Türkiye Cumhuriyet’i, bu vasıf ve idrake sahip Atatürkçü öğretmenlerin vereceği milli, yerli, teknolojik, akla dayalı, milli ülküyü besleyici eğitimlerle yarınlara çok daha güçlü uzanacaktır. Buna ve bu anlayışla yetişecek gençlerimizin yarınlarda çok daha büyük işler başaracağına olan inancımızsa sönmez bir umut olarak her daim kalbimizdedir.
Ulusça karnemizin kırıklarla dolu olduğu bu dönemde, çok çalışmak ve unuttuğumuz değerleri hatırlamak zorundayız. Atatürk’ün öğrencileri olduğumuzu unutmadan, akla ve bilime riayet tek çıkışımız. Kanmadan, aldanmadan, sapmadan ilerleyebilirsek kurtulacak, cehalet ve servetlere kanarsak… öleceğiz.
NOT: Yazı boyunca ‘öğretmen’ hitabıyla anılanlar öncelikle mesleği öğretmenlik olanlar olsa da, kast edilen; eğitim ve öğretimin her aşamasında görev alan aileler, aydınlar, vatansever memurlar, sendikalar, bilimle yürüyenler, medeniyet ışımasını köylere dek ulaştırmak sevdasındaki herkestir. Bu aziz vazife kalplerde Atatürk davası ve öğretme aşkı olmadan, fedakarlık etmeden sadece para için yapılamaz. Çünkü öğretmenlik bir meslek değil yaşam tarzıdır. Bu anlayışla yurdun kültür ordusunda, cehalet ve ihanetle kahramanca çarpışan tüm öğretmenlerimize ve eğitici kadrolara sonsuz şükran borcumuz bakidir.